Neşe Düzel17 Kasım 2008
"AKP askerle anlaştı. Genelkurmay, Kürt politikasını AKP'ye ihale etti. Başbuğ Hükümet'e 'brifing' jestleri yaparak, 'sahada siz olun ama bizim dediğimizi yapın' dedi."
"Tehlikeli hesaplar yapılıyor. AKP Güneydoğu'da seçimi kazanırsa, sanıyorlar mı ki Kürt sorunu bitecek. Tersine Kürtlerin sistemden kopuşu daha da derinleşecek. Çatışma keskinleşecek."
"Türkiye'de hegemonik parti tehlikesi var. AKP Güneydoğu'yu DTP'den alarak Türkiye'nin hegomonik partisi olmayı hesaplıyor. Bu, diğer partilerin şeklen bulunduğu tek partili bir sistemdir fiilen."
"Bakan, açıkça 'tehcir olmalıydı' diyor. Benim esas kaygım, bu sözlere Başbakan'dan, Hükümet'ten hiç tepki gelmiyor. Bugün AKP'deki milliyetçi damar her zamankinden daha 'pervasız'."
"AKP yıkıcı olabilir! Kürt sorununda kullandığı üslupla, milliyetçi olmayan mütedeyyin muhafazakâr tabanını milliyetçiliğe taşıyor. Bu milliyetçileşme Türkiye için bir felakettir."
***
NEDEN? MİTHAT SANCARTürkiye iki yıldır büyük bir alt üst oluştan geçiyor. Önce cumhurbaşkanlığı seçimi, ardından genel seçimler ve şimdi de dört ay sonra yapılacak yerel seçimler derken, Türkiye iyice içine kapandı. Avrupa Birliği yolunda ilerlemeyi bırakan AKP Hükümeti, her seçim öncesinde sarıldığı milliyetçilik hamasetini giderek tırmandırdı ve ırkçılığa vardırdı. Türkiye'de bu dönemde sadece terör olayları artmadı. Devletin vatandaşa uyguladığı şiddet de patladı. Peki, ne oldu? Bu ülke daha bir yıl önce sivil ve demokratik bir anayasa yapmayı tartışmışken, şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın bile mevcut anayasayla ilgili konuşmaktan korktuğu bir yer haline nasıl geldi? AKP niye böyle ürkek ve statükocu bir partiye dönüştü? Toplumu özgürleştirmemek ve Kürt sorununu demokratik yoldan çözmemek için gizli pazarlıklar mı yapıldı? AKP'deki bu politika değişikliği nasıl sonuçlar yaratacak? AKP içindeki demokrat damar ne yapacak? Bütün bunları Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde kamu hukuku profesörü Mithat Sancar'la konuştuk. Prof. Sancar özellikle anayasa teorisi, modern Türkiye'nin doğuşu, hukuk devleti ve insan hakları üzerine çalışıyor.
***
NEŞE DÜZEL: Geçen hafta Bilkent Üniversitesi'nde bir sempozyum düzenlendi ve Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri tartışıldı. Sizce anayasada değiştirilemez maddeler olur mu?
Prof. MİTHAT SANCAR: Olur. Pek çok gelişmiş ülkenin anayasasında da değiştirilemez hükümler var. Ama bunlar genellikle demokratik hukuk devletini garanti altına alan maddeler. Mesela Alman Anayasası'nın insan onuruna, insan haklarına atıf yapan birinci maddesi değiştirilemiyor.
Bizde değiştirilemeyen maddeler neler?
Bizde asıl kıyamet Anayasa'nın değiştirilemeyen ikinci maddesinde kopuyor. Cumhuriyet'in nitelikleriyle ilgili olan bu madde, "Atatürk milliyetçiliğine bağlılığı" anayasa ilkesi haline getiriyor. Kemalizm'i anayasa ilkesi yapıyor.
Gelişmiş ülkeler anayasalarındaki "değiştirilemez" maddeleri tartışabiliyorlar. Biz, "değiştirilemez" maddeleri Türkiye'de tartışabiliyor muyuz?
Sorun bu zaten. Tartışamıyoruz. Üstelik Anayasa'nın değiştirilmesini istemeyen kesimlerin markajı bir yıldır daha da arttı. Çünkü AKP sivil anayasa hazırlığının arkasında duramadı.
Bizim anayasamız yeryüzündeki diğer ülkeler arasında hangilerinin anayasalarına benziyor?
Bizim anayasa şu anda çok kötü bir metin değil. Çünkü pek çok maddesi değiştirildi. Sorun şu. Bu anayasanın ruhu değişmedi. Çünkü anayasalar hazırlandıkları dönemin ruhunu taşırlar. Özgürlükçü bir tartışma ortamında yapılacak bir anayasa, bugünkü anayasadan bazı konularda daha geri olsa bile daha özgürlükçü bir potansiyele sahip olur. Çünkü o anayasa yapıldığı dönemin çoğulculuğunu, renkliliğini taşır. Bizim anayasasının içinde ise darbecilerin hayaleti dolaşıyor. Bu darbe ruhu, toplumu daima denetlenmesi gereken tehlikeli bir odak olarak görüyor ve özgürlüklerin derinleştirilmesi girişimlerini geri püskürtüyor.
Bizim anayasamız dünyada hangi ülkelerin anayasasına benziyor diye sormuştum...
Görüntü olarak, temel kurumlar olarak Batılı anayasalardan çok farklı değil. Seçimler yapılıyor, partiler kuruluyor. Bizim anayasada demokrasinin şeklî kuralları var ama derinleştirilebilir özgürlük düzenlemeleri yok. Çünkü milli güvenlik devleti anlayışı terk edilmiyor. İçeride askerî bürokratik elit, dışarıda ABD, 1982 Anayasası'yla Türkiye'ye "milli güvenlik devleti" modelini dayattılar. Türkiye'nin kendine özgü sınırlı, güdük bir demokrasiyle yönetilebileceğini savundular. Anayasada bir sürü değişiklik oldu ama bu model değişmedi. Türkiye tipi demokrasidir bu.
Uluslararası siyasette Türkiye tipi demokrasi diye bir tanım mı var?
Var tabii. Dünyada siyaset bilimciler bu tanımı kullanıyorlar. Mesela Türkiye ve Rusya için "demokrasileri aynı aileye mensup olan kendine özgü demokrasiler" deniyor. Şu anda AKP'nin meylettiği de Türkiye tipi demokrasidir. AB içinde Türkiye'yi üyeliğe istemeyen odaklar da Türkiye tipi demokrasiyi yeterli görmeye meyyaldir.
Kendine özgü bir demokrasi türü olabilir mi?
Olmaz. Kendine özgü demek, evrensel ölçütlerden uzak demektir. Hak ve özgürlükleri derinleştirmeye hiç niyetli olmayan, otoriter yöntemlere çok hevesli bir demokrasidir bu. Tabii bunun adı demokrasi değil, ucubedir. AKP bugün Türkiye tipi demokrasiyle yetinme yolunda ilerliyor. AKP Hükümeti ve devlet elitleriyle AB içindeki bazı güçler arasında Türkiye tipi demokrasinin Türkiye'ye yeterli olduğu konusunda bir ittifak var bugün. Bu yüzden de zaten AB özgürlüklerle ilgili çok bastırmıyor.
AKP, AB içindeki Türkiye karşıtlarıyla mı ittifak kurdu?
Hükümet AB sürecinden vazgeçmiş değil, AB'yi istiyor görünüyor ama asker ve sivil bürokratik güçlerle de "demokrasiyi çok geliştirmeme" konusunda bir ittifak halinde. Hükümet, AB'ye, "Türkiye'nin şartları, her şeyi sizin istediğiniz normlara göre yapmamıza izin vermiyor. Bizi hoş görün" diyor. Hükümetin devlet elitleriyle bu uzlaşması, Türkiye'yi AB hedefinden uzaklaştırıyor. Bir anlamda AKP Hükümeti, Türkiye'yi üyeliğe istemeyen AB içindeki sağcı, otoriter, faşist güçlerin istediğini de yapmış oluyor.
AKP, sivil bir anayasa yapacağını söylemişti ama sonra vazgeçti. AKP'yi birileri korkuttu mu sizce?
Sadece korku değil, çeşitli çıkar hesapları, güç dengeleri ve taktiklerle de ilgili bu. AKP'nin "makbul devlet eliti" haline gelme çabasıdır bu. AKP, asker ve sivil bürokrasinin, kendisini kabul etmesi, onu da salona sokması için bir uyumlu olmaya çabalıyor. Gerçi pragmatizm AKP'nin temel özelliğidir ama... Bu pragmatizm oportünizmle birleştiğinde büyük bir felakettir. Çünkü AKP'de sadece pragmatizm değil, oportünizm damarı da var. Bu faydacılık, kısa vadeli taktik hesapçılık ve fırsatçılık özellikle seçim zamanlarında ortaya çıkıyor. AKP prim yapacak otoriter milliyetçi sloganlara sarılıyor. Oysa 12 Eylül'den bu yana Özal'ın ANAP'ı da dahil bütün partiler arasında demokratikleşme potansiyeli en güçlü olan partiydi AKP.
Artık değil mi?
Hâlâ öyle ama... AKP'nin yıkıcılık potansiyeli de diğer partilerle kıyaslanmayacak ölçüde güçlü. AKP yıkıcı olabilir! AKP yaptığı sivil çıkışlarla, sistemden sıkıntı duyan, askerin dışladığı, sivil bürokrasinin adam yerine koymadığı kesimleri milliyetçilikten ve militer anlayıştan uzaklaştırmıştı. Ama AKP şimdi otoriter güçlerle mutabakata yanaştıkça, bu geniş kitleyi yeniden milliyetçileştirebilir.
AKP bu kitleleri şu anda milliyetçileştiriyor mu?
AKP, üzerine oturduğu milliyetçi olmayan mütedeyyin muhafazakâr kesimleri milliyetçiliğe doğru taşıyor. Kürt sorunuyla ilgili kullandığı üslupla toplumda milliyetçi otoriter damarı güçlendiriyor. Bu, Türkiye için bir felakettir. Mesela Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde orduya sunduğu destek sadece siyasi bir destekti. Çiller'in orduya sunabileceği ilave bir toplumsal destek yoktu. Çünkü ordu ve Çiller aynı tabana oturuyorlardı. AKP ve ordu ise aynı tabana oturmuyor. AKP, orduya yaklaştıkça otoriterliğe ve milliyetçiliğe ilave bir destek getiriyor. İşte bu demokrasi için büyük bir tehlike.
AKP, Anayasa Mahkemesi'ndeki kapatma davasından sonra daha ürkek bir parti mi oldu?
Kapatma davası AKP'nin Genelkurmay ve sivil bürokrat elitle uzlaşma arayışını, pazarlıklarını, onlara yakınlaşma sürecini hızlandırdı ama... AKP'nin bu çapta milliyetçi bir dil kullanmasının bir nedeni de Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un Kürt sorunuyla ilgili yeni konseptidir. Bazıları, Başbuğ'un sivil iktidara Kürt sorunun çözümünde alan açtığını söylüyorlar.
Açmadı mı sizce?
Tam tersi. Genelkurmay Başkanı'nın yeni konsepti şu. Başbuğ AKP'ye, "Biz sizin istediğiniz şekli jestleri yapmaya hazırız. Gelir hükümete brifing veririm, siyasi iradeye tabii olduğum görüntüsünü sergilerim ama siz de kırmızıçizgilerde bizimle daha ortak davranacaksınız" diyor. Kısacası AKP'ye "sahada siz olun ama bizim dediklerimizi yapın. Bizim politikalarımızı biz ortaya çıkmadan siz yürütün" diyor. Şu anda görünen o ki, Genelkurmay kendi Kürt politikasını AKP'ye ihale etti.
AKP Hükümeti Kürt politikası konusunda Genelkurmay'la anlaştı mı?
Şu anda öyle görünüyor. Şöyle anlatayım. Bu ülkede Kürt sorunu en kilit sorundur. Kürt sorununda sertleşen ve sorunu demokratik çözümden uzaklaştıran istisnasız her parti sonunda milliyetçileşir ve otoriterleşir. Demirel'in DYP'si, Karayalçın'ın SHP'si, Yılmaz'ın ANAP'ı, Çiller'in DYP'si ve Erbakan'ın Refah'ı hepsi bu sonu yaşadılar. Kürt sorununda sertleşmek kimseye hayır getirmiyor.
Başbakan Erdoğan'ın son konuşmaları bir korkudan mı kaynaklanıyor? Yoksa politika değişikliklerinin bilmediğimiz başka bir nedeni mi var?
AKP'nin bütünlüklü bir demokrasi programı ve Kürt politikası hiçbir zaman olmadı ki, politikasını şimdi değiştirmiş olsun. AKP sadece AB projesinin müteahhitliğini düzgün bir şekilde yaptı. Hedefi sınırlıydı, müzakere tarihi almaktı. Sonra nasılsa üyelik süreci uzundu, bunu bazen gevşetebilir, bazen de hızlandırabilirdi. AKP içeride sıkıştığında ve kendini güçsüz hissettiğinde AB projesine yaklaşıyor, kendini güçlü hissettiğinde ise AB'den uzaklaşıyor. Şu anda bence AKP kendini güçlü hissediyor. Görüyorsunuz, Genelkurmay AKP'yi zor durumda bırakacak hiçbir şey yapmıyor.
AKP tekrar AB yolunda ilerleyebilir mi peki?
Kapatma davası, bu siyasi oluşumu terbiye etme manevrasıydı. AKP'nin istenilen noktalarda şimdilik terbiye olduğu görülüyor. Ama bu durum ne kadar devam edecek belli değil. AKP'nin içindeki demokratlar, Türkiye'deki diğer demokrat çevreler ve Obama'nın ABD Başkanı olmasının getireceği yeni dünya konjonktürü, AKP'yi demokrasi yolunda ilerlemeye gene mecbur bırakabilir.
Peki, bugün AKP'nin yaklaştığını söylediğiniz merkez tam olarak nedir?
Merkez, devletçidir. Devleti kutsar ve sıkıştığı anda milliyetçilik hamasetine başvurur ve "tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan" der. Merkez, kitlelerin rahatsızlığını demokratik bir huzursuzluk veya demokrasi talebi olarak değil, bir fesat kaynağı olarak görür. Devletin merkezinde katı, kaba ilkel bir milliyetçi ruh vardır. Başbakan Erdoğan'ın son zamanlarda "ya sev, ya terk et" gibi pek çok örnekle ortaya koyduğu anlayış merkezin anlayışıdır. AKP Yozgat Milletvekili'nin "devletime, milletime karşı geleni vurmaktan hoşlanırım" demesi de bu anlayıştır.
AKP Kürt meselesini çözmek istiyor mu?
AKP'nin kapsamlı bir Kürt politikası hiç olmadı. Mesajlardan ibaret kaldı. Bugün gelinen noktada görünen şu ki, AKP'nin Kürt sorununun kaynağına inebilecek ne kapasitesi, ne gücü, ne de cesareti var. AKP, Kürtler adına siyaset yapan hareketi yani DTP'yi bitirerek Kürt sorununu çözebileceğini hesaplıyor. Nitekim bugün bütün devletçi çevreler AKP'yi yerel seçimlerde Güneydoğu'da desteklemek gerektiğini söylüyorlar. Bu tehlikeli bir hesaptır. AKP seçimi kazanırsa, sanıyorlar mı ki Kürt sorunu bitecek? Tam tersine Kürtlerin sistemden kopuşu daha da derinleşecek. Çatışma keskinleşecek.
Niye?
AKP'nin Türkiye'nin tamamında hegemonik parti olmasının önündeki en büyük engel CHP değil, DTP'dir. Hegemonik parti, şekil olarak çok partili bir sistemdir. Aslında bu sistem fiilen tek parti sistemidir. Çünkü diğer partilerin pek bir işlevi artık kalmamıştır. AKP Güneydoğu'yu DTP'den alarak Türkiye'nin hegomonik partisi olmayı hesaplıyor. Hegemonik parti tehlikesi var Türkiye'de.
AKP neden Kürt meselesinde bu kadar şahinleşti ve askerî operasyonları tek çözüm yolu olarak kabul etti? Bu yolla tek parti olabilir mi?
Birileri, onu, ancak sertlik stratejisiyle DTP'yi bitirebileceğine ve PKK'yı zayıflatabileceğine ikna etti. AKP ne kadar sertleşirse, Güneydoğu'da o kadar güçleneceğini düşünüyor. Seçimler yaklaştıkça da el altından başka mesajlar verecek. "Eğer DTP'yi çok zayıflatırsak ve PKK'yı askerî olarak kontrol altına alırsak, biz sizin haklarınızı büyük çatışmalara gerek kalmadan Genelkurmay'ı da ikna ederek yavaş yavaş tanıyacağız" diyecek. Seçimlerde eski politikasından vazgeçmediği mesajını veren adaylar gösterecek. AKP bu yolla Kürt siyasi hareketini tasfiye etmeyi planlıyor. AKP Güneydoğu'yu kaybederse, Türkiye'nin doğusu ve batısı arasındaki tek bağ ortadan kalkmış olacak diye bir tez var ya...
Nasıl bir tez bu?
Bu tez çok tehlikeli. Çünkü bu tez kendi kimliğiyle siyasal temsilin önemini yok sayan bir anlayıştır. Oysa kendi kimliğiyle açıkça temsil edilme isteği, etnik sorunların demokratik çözümü için çok önemlidir. DTP veya benzeri bir partinin varlığı Kürtlerin Türkiye'yle bütünlüğünü daha çok sağlar çünkü Kürtlerde temsil edildikleri duygusunu yaratır. DTP tasfiye edilirse, Kürt kimliğini dile getirme ihtimali ve siyasal temsil duygusu çok zayıflar. Kürtlerin sistemden, ülkeden ve devletten kopuşu işte asıl o zaman başlar. DTP'nin kaybetmesi sorunu kolaylaştırmaz, aksine çözümü zorlaştırır.
AKP'nin kadrolarında yeni bir şoven söylem de ortaya çıkıyor sanki. Milli savunma Bakanı, Rumlar ve Ermeniler gitmeseydi böyle bir ulus-devlet olamazdık dedi. Bakanın bu konuşmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Konuşmasını tek kelimeyle ürpererek okudum. Ermenilerin katliamını itiraf eden ve onaylayan bu zihniyet bugünkü sorunların çözümünü de homojenlik üzerine kurmayı ister. Bu zihniyet gayrimüslimlerin, Alevilerin ve Kürtlerin sorununu çözemez. Aksine Kürt sorununda daha fazla şiddet, acı yaşatır.
Bakan, Ermeni tehcirini mi savunuyor?
Açıkça tehcir çok gerekliydi ve olmalıydı diyor. Benim esas kaygım şu. Vecdi Gönül'ün bu sözlerine Başbakan'dan ve Hükümet'ten bir eleştiri olmadı.
Böyle konuşma cesaretini nereden buluyor?
Sorun bu zaten. AKP 2005'ten beri gelgitler yaşıyor. Demokratikleşme hedefinden uzaklaşınca AKP içindeki o derin milliyetçi zihniyet ortaya çıkıyor. Bugün AKP'deki milliyetçi damar her zamankinden daha 'pervasız'. Çünkü bugüne dek AKP'yi tipik bir devletçi sağ parti olmaktan üç unsur alıkoydu. Bunlar, Avrupa Birliği, AKP içindeki demokratlar ve AKP dışındaki demokrat çevreler. Bugün AKP yönetimi bu üç unsuru da dışlıyor.
Türkiye ırkçılığa mı kayıyor?
Türkiye, günlük yaşamda ve siyasal kültürde güçlü bir ırkçı damara sahip bir toplum haline geliyor. Gündelik ırkçılık çok arttı Türkiye'de. Yani ırkçılık normalleşti. Irkçılığın normalleşmesinin yaratacağı felaketlerin neler olduğunu anlamak için dünyadaki örneklerinin yaşattığı acılara bakmak yeterli. Bu ırkçılık demokrasinin temellerini yok ediyor ve Türkiye'de toplumun kutuplaşmasını ve giderek birbirini boğazlayacak noktaya sürüklenmesini kolaylaştırıyor. Nitekim son bir yıldır Türkiye'de işkence olayları, gözaltında ve cezaevinde ölümler, sokakta kurşunlanmalar arttı. Bütün bu olaylar birbiriyle bağlantılıdır.
Türkiye militerleşiyor mu?
Son beş aydaki gidiş sivilleşme değil, militerleşme gidişidir. Yaşadıklarımız militarizme, milliyetçiliğe ve otoriterliğe hızlı bir kayışın işaretleridir. Eğer Başbakan sertlik yanlısı konuşmalarına devam ederse, Türkiye daha derin kutuplaşmalar yaşar, demokrasiden daha da uzaklaşır. Milliyetçilik, otoriterlik, ırkçılık, Türkiye'nin her yanını sarar. Türkiye taşralaşır. Ama Türkiye'de demokrat güçlerin de sayılarıyla orantılı olmayan ölçüde etkili olduklarını da unutmamak gerekir.
Nasıl etkili olabiliyorlar?
Etkililer çünkü Türkiye'de güçlü bir vicdan var. Ben Türkiye'deki bu vicdana güveniyorum. Unutmayalım ki AKP'nin içinde demokrat insanlar var.