"Hem Ermeni, Hem Kürt, Üstelik de Alevi"

-
Aa
+
a
a
a

Agos

17 Ekim 2008

Profesör Yusuf Halaçoğlu, Türkiye'de kimliğini gizleyen ya da değiştiren 300 bin Ermeni'den söz etmişti. O dönem Türk Tarih Kurumu'nun başkanıydı, devletin arşivlerine hâkim durumdaydı. Bu iddiayı Hrant Dink'in cenazesindeki kalabalığı gördükten sonra ortaya atmıştı. "Zaten oradakiler Ermeni dönmeleri" demeye getirmişti.

Türkiye'de gerçekten Halaçoğlu'nun dediği kadar Ermeni dönmesi var mı yok mu, bilmek kolay değil. Bu iddia bile içinde Ermenilere yönelik bir şiddeti itiraf etmiyor mu? Kim, inancından, kimliğinden kendi isteğiyle vazgeçer? Bunun doğal bir asimilasyon olduğunu kim iddia edebilir?

1915 Ermeni tehciri sırasında bazı insanlar canlarını kurtarmak, çocuklarının hayatta kalmasını sağlamak için, komşularına sığındılar, çocuklarını teslim ederek ölüme gittiler. Bu nedenle, Anadolu'da, 'Ermeni anneanne', 'Ermeni babaanne', 'gâvur gelin' çoktur.

Geçmişte, bu konuları konuşmak bile mümkün değildi. Şimdi en azından konuşup tartışabiliyoruz. Bu bile önemli bir aşama. Cafer Solgun'un 'Alevilerin Kemalizmle İmtihanı' (hayykitap) araştırmasını okuyorum. Alevilere içeriden, eleştirel bir bakış.

Solgun, son yıllarda Alevilerin "devletleştirilmek" istenmesinin, statükonun bir parçası haline getirilme çabasının arka planına bir göz atıyor. Cumhuriyet'in kuruluşu sırasında tekke ve zaviyelerin kapatılmasının Alevi örgütlenmesini vurduğunu gözler önüne seriyor.

Bu kapatmayla birlikte, Aleviler için hiçbir toplanma mekânı, hiçbir ibadet mekânı kalmadığı gibi, Alevi inanç önderleri olan dedelerin etkinlikleri de yasaklanmış, birçok dede tutuklanmıştı. Sonuç olarak, Cumhuriyet, Alevilerin asimile edilmek istenmesi dışında bir sonuç ortaya koşmamıştı. Buna rağmen, Alevilerin, her dönemde "Cumhuriyetin koruyucusu", "Laikliğin teminatı" olduğu öne sürülmüş, devlete, statükoya bağlı kalmaları sağlanmıştı.

Cafer Solgun'un kitabındaki ilginç görüşmelerden biri de Ermeni asıllı bir Kürt-Alevi ile yapılmıştı. Selahattin Gültekin, 14 Aralık 1960'ta Tunceli'de doğmuş. İlk ve orta öğrenimi Tunceli'de tamamlamış. Ailesi tarafından bir Ermeni olarak büyütülmüş; Ermeni kimliğini sonradan keşfedenlerden değil. Bunun da nedeninin Tuncelililerin kendilerine sıcak ve eşitlikçi davranmalarına bağlıyor.

Kendi ifadesine göre, Selahattin Gültekin hem Ermeni hem Kürt, hem de Alevi. Böyle tanınmaktan da şikâyetçi değil. O, bütün halkların, dillerin, dinlerin, kültürlerin kardeşçe bir arada olabildikleri bir Türkiye'yi özlüyor.

Bir Alevi örgütlenmesi olan Pir Sultan Abdal Canlar Derneği'nin sekreterliğini de yapan Gültekin, Tunceli'de yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Tarihte Kürt-Ermeni ilişkileri çelişkilidir. Kürtler egemenler tarafından kullanılmıştır. Tunceli'de bu ilişkiler, diğer Kürtlerin yaşadıkları yerlere göre daha farklı olmuştur, ilişkiler daha sıcaktır. 1915'te Ermenileri Tunceli'de korudular, sakladılar. Tunceli'yi terk etmeyen Ermeniler orada Kürtleştiler, Alevileştiler. Bunda tabii ki Alevi öğretisinin büyük rolü vardır. Ancak yine de bu kucaklaşma, biraz da zorakidir; bunu görmezden gelmek mümkün değil… Daha sonra da Ermeni ibadet şekilleri mecburen terk edilmiştir. Bir Alevileşme durumu yaşanmıştır. Baskılar ve korku nedeniyle Ermeni kimliklerini terk etmişler, Kürt Ermeni'si olmuşlardır."

"Kürt Ermeni'si olmak" ne demek? Bu sözcükler, bu toplumda yaşanmış olan neleri anlatıyor? Bu tür anlatımların ne anlama geldiğini konuşma zamanı gelmedi mi?

Türkiye'nin önündeki sorun, bence bir kimlik sorunu. Biz kimiz? Bu topraklardaki insanlar neyi temsil ediyorlar? Tarihte yaşanan acıların bizim ruhumuzda bıraktığı izler nelerdir?

Belki de bütün bunları açık açık konuşmayı sağladığımız zaman gerçek kimliğimize kavuşacağız, kendi geçmişimizle köklü bir yüzleşme yaşayacağız.

Frankfurt Kitap Fuarı'nda, ülkemizin gelmiş geçmiş yazarlarının tanıtıldığı bir sergi hazırlanmış. Sergide birçok eksik isim olmasına rağmen, oraya koyduklarımıza ne kadar çok acı çektirdiğimizi, onlara ne çok baskılar yaptığımızı düşündüm. Hâlâ yapmaya devam ettiğimizi de…

"Kürt Ermeni'si olmak", bir yaşanmışlığı simgeliyor. Bir acıyı, bir dramı… Biz, işte böyle bir tarihin çocuklarıyız.

Anlayana tabii…