11 Ağustos 2008Radikal Gazetesi
Konya'da Kuran kursuna ait yurt binası 50 kız çocuğunun üstüne çöktü.Süleymancılara ait bir tarikat yurdu. Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu, ilk iş çöken yurdun Diyanet İşleri ile hiçbir organik ilgisinin olmadığını açıklayarak laik-nalaik herkesin yüreğine su serpti. Adı Boğaziçi Öğrenci Yurdu olan binanın enkazı altında kalarak ölen 18, yaralanan 29 kız çocuğundan hiçbirinin ailesi şikâyetçi olup dava açmamış. Kızı Şerife yaralı olarak kendisine teslim edildiğinde babası Ahmet bey, "Yaşanan takdir-i ilâhi. 18 tane şehit verdik. Güllerimiz açmadan soldu. Cenazelerimizden birinin yüzünde Arapça harflerle kendiliğinden Lailaheillallüah yazılmış. Bu büyük bir mucizedir" demiş sözgelimi. Taneyle saydıkları çocuklarımızdı. Kimi yazılı basın da kız çocuklarının hiç değilse diskoda ölmedikleri, şehit oldukları için hak edilen gururdan dem vuruyor. Dolayısıyla böylesi bir vahşetin bu topraklarda bir kıyamet koparmasını beklemeyin. Bu 19 kız çocuğu meğer mübarek gazalarının şehadetiyle taçlandırılmış. Zahir bize de sırtımızı dayayıp coşkulu gözyaşları içinde onların ruhuna fatiha okuyup geçmek düşüyor. Gazi Şerife ve bu seferlik şehadet mertebesine layık bulunmamışlar da başları bağlanmış, daha zorlu felaketlere şehit olmaya hazırlanıyor. Zaten kadının en iyisi şehit olanı değil mi?Daha ilk görüp işittiğim andan itibaren Avrupa Yakası dizisine çok yakışacağını düşünegeldiğim AKP milletvekili Edibe Sözen'in muhteşem işgüzarlığı da işte tam bu patlayan binadan sonra patladı. Bu gerçekten unutulmaz 'Gençleri Koruma Yasa Teklifi Taslağı', AKP'nin çocuklara-gençlere bakış şeklini müstehcen bir netlikte açık ediyordu. Basın, taslağı okuması gerektiği biçimde okuyuverince hanımefendi 'bireysel bir çalışma' olduğunu belirttiği taslağı "süresiz olarak gündemden çekmeye" karar verdi. AKP bu değerli milletvekilini öne sürerek tasarımlamış olduğu nabız yoklamasını böylelikle kazasız belasız atlatmış oldu. Sözen kisveli AKP tasavvurunun önemli bir maddesi her okulun bir ibadethaneye kavuşturulması idi. Toplumun dindarlaştırılması projesinin önemli bir ayağı doğal olarak. Mecburi din derslerinin kaldırılması konusu gündemdeyken hızlı bir karşı atak. Küçücük kız çocuklarını, oğlan çocuklarını dünya üstlerine çökerse şehit olacaklarına inandırmak için tımar etmeyi fevkalade yerinde bulan; onları diskodan, müzikten, neşeden, gençlikten korumak için ahlak polisliğine soyunan AKP denemede bulundu. Gençliği tehlikeli etkinlik olarak adlandıran bu kafa, kaçak binalarda kaçak kurslarda dünyanın altında kalarak ölen kız çocuklarından da sorumludur. Sözen'i ateşe atan yasa taslağında 'Tehlikeli Etkinlikler' başlığı altında işlenen maddeye bakın: "Kamuya açık bir etkinlikte ya da ticari bir işletmede çocuk ve gençlerin bedensel, zihinsel ve ruhsal sağlıkları için bir tehlikenin söz konusu olması halinde, yetkili resmi makam, tehlike ortadan kaldırılıncaya kadar katılımı yasaklayabilecek, gerektiği takdirde gencin söz konusu yeri terk etmesine hükmedebilecek."İnceliği, kibarlığı ve sağduyusu konusunda hemen her gün çeşitli korku hikayelerini okumakta olduğumuz şanlı polisimiz, istediği yerden, istediği genci dışarı atabilecek. Hatta belki derdest edip bir süre nezarette tutacak. Porno alışverişi yapanlar, kimliklerini ibraz edip kayda düşecek, Gençlik ve Spor Müdürlüğü'ne liste halinde yollanacak. Genç yaşlarında fişlenecek, analarını, atalarını aratmayacaklar. 18 yaşından küçükler internet kafelere giremeyecek, seyahate çıkabilmesi için de ehliyeti olması gerekecek. İşte yanlış algılamalara yol açtığı ileri sürülerek sitemkâr bir dille geri çekilen tasarı. Gençleri gözetim altında tutmaya, gençliği bir şartlı tahliye süresi olarak tanımlamaya çalışırken geri adım atmak zorunda kalan AKP, daha önce de Kırmızı sokak projesiyle püskürtülmüştü. Hatırlamayanlara not düşelim, benzer bir gayreti de zina konusunda olmuştu.
Zina ve ağlayan bakanBir zamanlar flört eden kızların fahişe olduğunu buyurmuş başkadımız Çemil Çiçek, zinanın yeniden suç olarak Türk Ceza Kanunu'na girmesi gazasına öncülük etmeye kalkmıştı. AKP'lilerin gerekçe olarak pişkin pişkin sırıtarak doğudaki kadınların böyle istediğini ileri sürmesi siyasetten anladıkları kokmuş popülizmi iyice açık ediyordu. Oysa beylerin cezayı talep ettiğini ileri sürdüğü ve "Anadolulu kadınlar" diye adlandırdığı muğlak kitle, mutlu yuvasını korumaktan geçtim kendi yaşama hakkına sahip çıkmaktan aciz kılınmış kadınlardan oluşuyor. AKP'nin 'Düşmemiş son kale' olarak gördüğü aile kurumunun bekçiliğine soyunmasında 'şahsi irade' alanının daraltılmasına, kadının zapturapt altına alınmasına yönelik bir çaba gözlemlenmekteydi elbet. Zinayı savunurmuş gibi görünmekten korkarak cezanın eşitlikçi uygulanmasının zorluklarından söz eden muhaliflerin riyakârlığını da o zamanlar bir güzel kaydetmiştik. Birkaç yıl önce Cemil Çiçek'in gözü yaşlı bir fotoğrafı karşısında donup kaldığımızı hatırlarım. O yüzünden genellikle mesafeli bir öfke, derin bir küçümseme okunan, neredeyse dişlerinin arasından konuşan Adalet Bakanımız da duygulanabilen, kimi durumlar karşısında gözyaşlarına mani olamayan bir fani olduğunu görmek içimizi ferahlatabilirdi. Lâkin Çiçek, F Tipi hücrelerde sonsuz işkence koşulları altında yaşayan insanlara değil, tecritte ölüme-intihara sürüklenenlere değil, ölüm orucunda sönüp giden hayatlara değil, yargının hal-i pür melâline hiç değil, o sırada istismarına tanıklık ettiği bir kız çocuğuna ağlıyordu. Hayır, yanlış anlamayın. 4 yaşında bir kız çocuğunun bir ödül töreninde Başbakan Erdoğan ve kabine üyelerine İstiklal Marşı `nın on kıtasını ezbere okuyuşu Cemil Çiçek'i ağlatmıştı. Bu okunaksız şiiri korkunç bir sirk gösterisi gibi ezbere ve el-kol-gırtlak hareketleriyle boğula boğula okuması karşısında dehşete kapılarak 'kim bu çocuğa bu işkenceyi reva gören münasebetsiz' diye haykıracağına o bebeğin yansıladığı duygu hallerinden etkilenmiş, ona ağlıyordu. Nüfusun en az yüzde 99'unun mümkün değil anlayamayacağı ağdalı dizeleri kendisine öğretilmiş seferberlik gırtlağıyla papağan usulü haykıran bu çocuk onu utandırmıyor, güldürmüyor, bu durumun sorumluları onu kızdırmıyordu. Yüce Türk Adaleti'nin önde gelen temsilcisi, ancak böylesine yüz kızartıcı bir gösteri karşısında duygulanabilen bir muhteremdi. Kendisi, "Kuran kursuna gidecek öğrencilerin en az 12 yaşında olması"na ilişkin yasayı da fevkalade bir mantıkla eleştirmişti. "Niye çocuk İngilizce, keman kursuna gidebilir de Kuran kursuna gidemez" diyordu. Dört yaşında çocukların sıktıklarında şüheda fışkıracak topraklar üstünde, başlarını bağlayıp bilmedikleri bir dilden ezberlerle dinle tanışmalarında bir beis görmüyordu. Bakan, dört yaşında bir çocuğun hamasi duygu taklidine ağlıyordu. Cemil bey, henüz bakanlığa yükselmemişken bir söyleşide arzuladığı gençliği açıklarken, "Gelenek ve göreneklerimizi benimsemiş, toplumda sorumluluk duygusunu taşıyabilecek bir gençlik" diyor, "Gençliğimiz bu belirttiğiniz noktaların neresinde?" sorusunaysa, "Henüz çok gerisinde. Zaten 12 Eylül onun için yapılmıştır" cevabını veriyordu. "Bizi Türk milleti olmaktan çıkaracak davranışları cinsellik adı altında tasvip etmemiz mümkün değildir. Siz Fransız değilsiniz. Türk olduğunuza göre Türk gibi düşünmek zorundasınız" sözleriyle dünyayla nasıl bir alışverişi olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Ona kalırsa, flört fahişelikti. Çünkü, "Aile güçlü olmazsa devlet de güçlü olmaz"dı. Daha o zamandan yatak odamıza burnunu ve sopasını sokan bu adamın bize biçtiği hayal modeli üstüne yeterince aydınlanmıştık. Aslolan, devletin irade alanımıza yönelik tecavüzüne karşı koymaktır. Ahlak terzileri işbaşında. Küstahça üzerimize geçirmeye çalıştıkları hayat, bize ait değil. Gençleri gençlikten korumaya çalışan devletten çocukları korumak zorundayız. "Fışkırır rûh-ı mücerd gibi yerden na'şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım!" diye haykıran 4 yaşındaki kız çocukları ancak korku filmlerine yakışır.