Kendi pençemizi yemeden

-
Aa
+
a
a
a

27 Temmuz 2008Radikal Gazetesi

Richard Holbrook, Sırp Kasabı Karaciç'in (Radovan Karadzic) yakalanması üzerine muzaffer bir yazı yazmış. Bir film sahnesi gibi kurgulamış Miloşeviç'le, Karaciç ve henüz yakayı ele vermemiş olan Mladiç'in eşliğindeki uzun görüşmesini. NATO'nun bombardıman zaferinin önde gelenlerinden biri olarak nasıl Karaciç'in elini sıkmadığını anlatmadan geçmiyor elbet. O günlerde kara duygulu savaş düşmanlarından biri olarak, "Sırp birliklerinin çekilmeye başladığı kanıtlanana dek NATO'nun bombardımanı sürecek. Gün gelip o da kesilecek. Yugoslavya'nın geleceğinin şu sıcak savaş halinden çok daha sancılı ve karmaşık bir süreçte bağlanacağı aşikâr. Yalancı barış çığlıklarıyla kutlanacak olan anlaşmayla birlikte, izleri asla silinmeyecek yaraların dökümü belki yirmi-otuz yıl sonra açılmak üzere kasalara kilitlenecek" yazmıştım. Evet. Yurtlarından edilen Kosovalılar, Sırp katliamına kurban giden binlerce can. NATO uçaklarının 'barışı getiren' bombardımanı yanlışlıkla yüzlerce sivilin ölümüne neden olmuştu. Arta kalanların yaraları konusunda araştırma sonuçlarını fazla beklememize gerek kalmadı. Savaş, işkence, bomba, katliamın fiziksel sonuçları dışında insanlarda geleceğe taşan, geleceği tutsak kılan, ağır ruhsal yaralarla daha o günlerde yüzleşmeye başlamıştık. Bilimin gönülsüz denekleri olan hayvanlar yaşanan savaşın hikâyesini anlatmaya başlamıştı çoktan. NATO bombalarının ölümle köprü kuran patlama sesleri Belgrad Hayvanat Bahçesi'ndeki hayvanların çoğunu hasta etti. Yaşadıkları aşırı stres sonucu kimi hayvanlar çocuklarını yemeye, birbirleriyle şiddetli geçimsizlik işaretleri göstermeye başladı. Görevliler, bir zamanlar dost olan hayvanların birbirlerinin kanlısı olduğunu anlatıyordu. Gazetelerde Prens adındaki kaplanın fotografı çıkmıştı. Bombardıman stresini en ağır yaşayanlardan biri olan kaplan, arka pençelerini kemire kemire yemişti. İşte savaşın, işte NATO usulü barışın bedeli. Bütün güvence duygularını yitirip kendilerini yemeye başlayan canlılar. Şimdi, aradan 13 yıl geçtikten sonra Karaciç'in yakalanması, bütün dünya basınında soluk kesici bir film hikâyesi gibi anlatılıyor. Karaciç'in Doktor Dragan Dabiç kimliğiyle yıllardır sürdürmekte olduğu hayatın ayrıntılarını okuyoruz. Karaciç, yeni kimliğine açmış olduğu internet sitesinde kendisine yepyeni bir hayat hikâyesi yazmış. Sırp köyü Kovacı'da doğmuş, Moskova'da tıp okuduktan sonra Hindistan ve Japonya'ya gitmiş. Bir ara Çin'e yerleşip 90'ların ortasında anavatanı Sırbistan'a dönmüş. Hizmet vermek için. Sitesinde bulunan sevdiği Çin atasözlerinden bir örnek de "Düşmanıyla uzlaşamayan, onun esiri olur" imiş. Bu 1995'teki Srebrenitsa katliamının sorumlusu, etnik temizlik kampanyasının bir numaralı ismi olan katilin düşmanıyla uzlaştığı üzerine bir ipucumuz yok henüz. Ama bu 13 yıl boyunca takipçisi Sırp güçler tarafından korunup kollandığını biliyoruz. Nitekim mutsuz Belgrad'da Batı yanlısı bir hükümetin kurulmasından hemen sonra yakalanmış olması elbette beklenen bir sonuçtu. Sırbistan'ın kanlı güvenlikçilerinin tasfiye ediliyor olması, Karaciç adlı korkunç katliamcının da sonu oldu. Tarih sayfasındaki işi sona erdi. Bambaşka bir uzlaşmanın göstergesi olarak kurban edildi. Milliyetçi Sırp hükümetinin koruması kalkınca eksantrik doktor Dabiç ve ak topuzu insanlığa bir utanç resmi olarak sunuluverdi. 100 bin insanın ölümü, iki milyonun yerinden yurdundan olması ile sonuçlanan Sırp savaşının en büyük kahramanlarından biri bunca yıl boyunca saklanmak için estetik bir ameliyat geçirmeye bile tenezzül etmemiş. Her zaman dağınık ve gür olan beyaz saçlarını uzatıp topuz yapmakla yetinmiş. Koyun gözleri aynı karanlık ötelere bakıyor. Bu davanın kapanması anlamına gelmiyor elbet Karaciç'in yakalanması. Bosnalıların yaralarına biraz olsun su serpilmişse de onun dünyanın en kanlı arananlarından biriyken Belgrad'da ferahfeza bir üslupla otobüste yolculuk ederken yakalanmış olması, temsilcisi olduğu karanlığa olan sonsuz güvenini gösteriyor bir kere. Yakalanmasıyla kudurup oraya buraya saldırmaya, nümayişler düzenlemeye başlayan faşist Sırp kalabalıkları da davanın kapanmadığının göstergesi.Ama elbette Karaciç'in, besbelli yakında yakalanacak olan Mladiç'in insanlık suçlusu olarak dünyanın karşısına çıkarılması kutlu bir olaydır. Yıllar boyunca en vahşi cinayetlerin, katliamların ardına gölgesi düşmesine karşın hakkında satır yazarken sırtımız ürperen Veli Küçük ve avenesinin marifetlerinin resmi kayıtlar halinde karşımıza dökülüyor olması gibi. Veli Küçük de Karaciç gibi devletin dokunulmazları listesinden silineli beri toplumca oturmuş bu davanın inandırıcılığını tartışıyoruz. Küçük'ün ve belki de uğruna kurban edildiği daha güçlü vahşilerin ister halkın talebi ve bastırmasıyla, ister uluslararası ilişkilerin dayatması sonucu pasifize edilmesi karşısında memnuniyet duymak dışında bir hisse kapılamıyorum. İster AKP'nin hesapları, ister ABD-AB'nin dolapları olsun, apoletleri tamken durmadan halkına tehditler savuran, azgın milliyetçi savaşsever generallerin tutuklanması karşısında da. Onlarca yıllık faili meçhul hayatımızı onarmak, travmalarımızı atlatabilmek için önemli bir eşik olabilecektir Ergenekon davası. Dokunulmazların büyük gecikmeyle de olsa dokunulabilir olması karşısında umursamaz bir havaya girip uyanık kalmak mümkün değil. Tükenmiş solun da kendi pençelerini kemirmekten kurtulabilmesi gerekiyor. Ne kadar acılaşmış, nihilizme batmış da olsak pençelerimizden başka hiçbir şeyimiz yok.