23 Mayıs 2008Taraf Gazetesi
Bakanın tepkisi çok doğru: Niye şimdi? Başsavcı iddianamesini yazmış, Anayasa Mahkemesi davayı açmış, suçlanan taraf mazbut bir tutum içinde savunmasını vermiş, her şey uygarlığımızı temsil ettiği anlaşılan yargı mekanizmasının istediği gibi yürümekte. Durup dururken ortalığı kızıştırmanın, hükümeti komplo ile suçlamanın, perde arkasında süreklilik kazanmış olan darbe sürecine dolaylı destek anlamına gelebilecek bir açıklama yapmanın işlevi ne? Demek ki işler istenildiği gibi gitmiyor... Demek ki bu arada öyle bir şey oldu ki, yargının tarafsız kalmasını ima ediyor. Aksi halde Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun tarafsızlığı bahane ederek eleştirilmekten gocunduğunu, böylesine siyasi bir metinle ortaya koymasının anlamı olamaz. Söz konusu yeni olay muhakkak ki Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can'ın başörtüsü yasağını kaldıran anayasa değişikliklerinin hukuki açıdan meşru olduğunu ortaya koyan raporudur. Çünkü bu rapor fazla bir mütalaaya meydan bırakmayacak şekilde söz konusu değişiklikleri durdurma talebinin reddedilmesi gerektiğini ima etmekte. Nitekim topluma hâkim olan kanaat, eğer hukuk dünyasını tatmin eden bir gerekçelendirme ile yapılmazsa, aksi bir davranışın siyasi tasarruf anlamına geleceği ve bunun da bağımsız 'olamayan' bir yargıyı ifade edeceğidir. Diğer taraftan AKP'nin kapatılması istemi ile dava açmış olan Başsavcı'nın neredeyse bütün delilleri başörtüsü yasağının kalkmasına yönelik beyanlardan oluşmakta... İlginç bir tesadüf olarak hemen hepsinin hükümet karşıtı medyadan alındığı bilinen bu 'haberlerin' AKP'nin kapatılması yönünde kullanılabilmesi için her şeyden önce bu beyanlara bir 'suç' isnat edilmesi lazım. Dolayısıyla eğer raportörün değerlendirmesi dikkate alınacaksa, AKP'nin kapatılmasına yönelik iddianamenin hukuki delil açısından 'boş' olduğunu kabul etmek gerekecek.Kendileri ne amaçla bu açıklamayı yaptıklarını mutlaka biliyorlardır, ancak Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun kamuoyuna sunduğu metnin siyasi anlamı ve yüksek yargı mensuplarının kendi tercihleriyle ortaya çıkan bu durumun siyasi anlamının farkında olmadıklarını söylemek zor. Açıklamaya bakılırsa son dönemde yaşanmakta olan birtakım gelişmeler "ısrarlı bir biçimde ve sistemli olarak yargı erkinin bağımsızlığının hazmedilemediğinin, tarafsızlığı sağlama adı ve aldatmasıyla yürütmeye yandaş, onu koruyup kollayan ve onun tarafından denetlenen bir yargının oluşturulmasının amaçlandığını belgelemeye yetmekte" imiş. Anlaşılan yüksek yargı mensupları son dönemde yaşanan tartışmaların maliyetini hükümete yıkarak AKP'nin kapatılma sürecini 'sağlam' tutmak istiyorlar. Ne var ki bu durumdan öyle kolay sıyrılmak mümkün değil... Çünkü yargının bağımsız olmadığı eleştirisi ile hükümetin, yani iktidardaki Müslüman ve muhafazakâr siyasi partinin hiçbir ilişkisi yok. Hatta onlar yargıya olabildiğince dokunmama karşılığında siyasette kalabilme beklentisi içindeler. Söz konusu eleştiriyi yapanlar laik kesimin demokratları... Söylenen şey ise son derece açık: Türkiye'de yüksek yargı bağımsızlık iddiası arkasında resmî ideolojiye destek veren bir tutum izlemekte, dolayısıyla tarafsız davranmamaktadır. Bu yargı anlayışı, yargının tüm ideolojik tutumların üzerinde olmasını gerektiren hukuk devleti kavramı ile açıkça çelişmektedir. Hatta yüksek yargı kurumları hukuksal teamülleri ve evrensel hukuk ilkelerini göz ardı ettikleri intibaı veren, 367 kararı gibi siyasi tasarruflara imza atabilmektedir.Bütün bunlar yaşanırken, siyasete ve bizzat yargının kendisine müdahale eden bir açıklamayı 'uygarlığın' gereği olarak sunmak maalesef inandırıcı değildir. Resmî ideolojinin güdümünden kurtulunamadığı sürece de, bu hukuk anlayışının tek sonucu devletçi ve totaliter bir tahakküm olacaktır. Bu durumu 'Yüce Türk ulusu' ibareleri ile dokunulmaz kılacağını sananlar ise, her adımlarında daha da siyasetin balçıklı sularında yüzmek durumunda olacaklar ve 'siyaset üstü' kalmaları zorlaşacaktır.