10/02/2008
1920'li yıllar. Parçalanmış bir imparatorluk. Savaştan çıkmış bir ülke. Cumhuriyet ilan oluyor ve Türkiye'de modernleşme tarihi, "ulus devlet temelli bir modern ulus inşası" olarak yeni bir döneme giriyor. Böyle bir tarihsellik içinde yapılan 1924 Anayasası'nın "özgürlükler" anlayışına baktığımız zaman (68. madde) ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Bugün bir kere daha varlığına çok gereksinim duyduğumuz değerli anayasa profesörü Bülent Tanör'ün, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980) (İstanbul, Afa, 1996) kitabında vurguladığı gibi, anayasal metin içinde hak ve özgürlükler anlayışı, "doğal hukuk ve bireyci bir düşünce tarzının kabul"ünden üretilmiş gözüküyor: "Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet, başkasına muzır (zararlı) olmayacak her türlü tasarrufta bulunmaktır. Hukuku tabiyeden (doğal haklardan) olan hürriyetin herkes için hududu, başkalarının hududu hürriyetidir. Bu hudut ancak kanun marifetiyle tespit ve tayin edilir". Bu madde, özgürlüklerin sınırı olarak, 1961 ve özellikle 1982 Anayasalarında gördüğümüz, kamu yararı, kamu düzeni, milli güvenlik, devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, genel ahlak vb. yoruma çok açık ilke ve söylemlere gönderme yapmıyor. Bu anlamda da, bu dönem içinde mahkeme kararlarına ve uygulamalara bakıldığı zaman, 68. maddeden ciddi sapmalar olduğu görülmekle birlikte, 1924 Anayasası, daha sonraki anayasalardan, özgürlükler ekseninde daha özgürlükçü ve daha vizyoner bir nitelik taşıyor. Prof. Tanör, bu niteliği, Cumhuriyet'in kurucu seçkinlerinin Fransız devrim ilkelerinin etkisinde kalmalarıyla açıklıyor ve bu açıklamayı da, 68. maddenin, 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin 4. maddesinden alınması temelinde destekliyor.
'Kimlik siyaseti' olarak türban sorunu 1920'lerden 80 yıl sonra, bugün de, türban sorunu olarak bilinen sorunun çözümü için AKP-MHP ittifakının, "yükseköğrenimde kılık kıyafet özgürlüğü sağlama" yoluyla başörtüsü takan kız öğrencilerin üniversiteye girmelerini sağlayacak anayasa değişiklik paketi karşısında ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Fakat bugünkü ilginç durum, 1922'den farklı olarak, ciddi olumsuzluklar ve sorunlar içeriyor. 2008'de, AKP-MHP ittifakının türban sorununun çözümü için geliştirdiği anayasa değişikliği paketi, 1924 Anayasası'ndaki hak ve özgürlükler anlayışına bile ulaşamıyor. Başta AKP, başörtüsü ile üniversiteye girme hakkını yükseköğrenimde kılık kıyafet özgürlüğü içinde düşünürken, üniversitedeki başı açık kız öğrencilerin hak ve özgürlüğünü koruyacak ve güvence altına alacak bir özgürlük anlayışını anayasa paketine sokmuyor. Örneğin, AKP, 80 yıl öncesi Türkiye'de yürürlükte olan, 1924 Anayasası'nın "Hürriyet, başkasına muzır (zararlı) olmayacak her türlü tasarrufta bulunmaktır. Hukuku tabiyeden (doğal haklardan) olan hürriyetin herkes için hududu, başkalarının hududu hürriyetidir. Bu hudut ancak kanun marifetiyle tespit ve tayin edilir" şeklindeki özgürlük anlayışını bile, türban sorununu çözecek anayasal değişiklik paketine sokmuyor. Dahası, AKP'nin başlattığı sivil anayasa hazırlama bilim kurulu başkanı Prof. Ergun Özbudun, başı açık kız öğrencilerin konumunu ve bu konumdan doğan hak ve özgürlüklerini güvence altına alınmasının, türban sorunun çözümündeki endişeleri ortadan kaldırabileceğini kendisine tavsiye etmesine rağmen, AKP yönetimi, özgürlüğü ilişkisel ve çokboyutlu değil, sadece din ve vicdan özgürlüğü temelinde düşünüyor.
Hukuk sadece önüne gelen olayla değil, aynı zamanda olayın ürettiği sonuçlar ve etkilerle de ilgilenir. Bu bağlamda, yükseköğrenimde başörtüsü özgürlüğü, aynı zamanda üniversitede başı açık olma özgürlüğüyle de ilişkilidir ve tam da bu nedenle, başörtüsü özgürlüğünün sınırı, başı açık kız öğrencinin bu konumunu sürdürme hak ve özgürlüğüdür. Güçlü ve Türkiye'yi yöneten aktör olarak AKP, Prof. Özbudun'un da tavsiyesini de gözardı ederek, özgürlük alanı içine sadece başörtüsü koyuyor. Böylece de, AKP türban sorununa yaklaşırken, eğitim hakkı ve kılık kıyafet özgürlüğünden bahsetse bile, esas olarak, konuya bir "kültürel kimlik siyaseti" içinde yaklaşıyor. Türban tartışması içinde, AKP söyleminin özgürlük-kimlik siyaseti arasında aldığı ikircikli konum, bugün başı açık kadınlarımız için ciddi endişelerin ve korkuların doğmasına neden oluyor. 2008 yılında, 1924 Anayasa'sının özgürlük anlayışını bile kabul etmeyen ve uygulamaya sokmayan AKP yönetimi, hak ve özgürlükler alanını sadece türbana indirgeyerek, bugün ortaya çıkan korku ve endişenin temel kaynağı oluyor. Korkunun ve endişenin yönetimi yerine, AKP yönetiminin kimlik siyaseti ve tek taraflı/boyutlu özgürlük söylemi, başı açık kadınların seslendirdikleri korku ve endişenin, temel sosyolojik, hukuksal kaynağını oluşturuyor.
Türban sorunu rejim sorunu mu?
Bu nedenle de, yükseköğrenimde kılık kıyafet özgürlüğünün nereye kadar gideceği, yükseköğrenim öncesi ve sonrası dönemler içinde ne anlam taşıyacağı üzerine belirsizlik bugün kamusal tartışma içinde giderek yaygınlaşıyor. AKP yönetiminin, özellikle imam hatip liselerinde, hiçbir zaman imam olmayacaklarına karşın öğrenimlerini sürdüren kız öğrencilerin başörtülü okula gidişleri üzerine sessiz ve olumlayıcı tavrı da, bu belirsizliği pekiştiriyor.
Bu belirsizliğin Türkiye için çok olumsuz sonuçlara varacağını söyleyen "Laik Cumhuriyeti koruma söylemi", türban sorununu ilk kertede bir "rejim sorunu" olarak görüyor. Yükseköğrenimde kılık kıyafet özgürlüğünün laik rejimi şeriat rejimi ile değiştireceğini ve Türkiye'de bir din devleti kuracağını söyleyen bu görüş, türban sorununu haklar ve özgürlükler alanının dışına iterek rejim sorunuyla özdeşleştiriyor. AKP'nin tek taraflı ve tek boyutlu özgürlük anlayışına karşı laik Cumhuriyeti koruma söylemi sosyolojik geçerliliği tam olarak belirlenmemiş bir rejim korkusundan bahsediyor ve devleti bireyden, rejimi özgürlükten önce gören bir yöntem izliyor. AKP ve taraftarları ile laik rejimi koruma söyleminin her ikisi de, bir taraftan, çok ciddi bir demokrasi, demokratik ahlak ve hukukun üstünlüğü sorununu sergilerken, diğer taraftan da, kendi kutuplaşmış tartışmalarını "özgürlük-rejim arasında bir sağırlar diyalogu" biçiminde götürüyor. Böylece de, türban tartışması içinde çözüm yerini çözümsüzlüğe, demokratik kamusal müzakere de yerini toplumsal kutuplaşmaya bırakıyor.
Bu nedenle üçüncü bir görüşe gereksinim içindeyiz. Haklar ve özgürlüklere çok taraflı ve çok boyutlu yapısı içinde yaklaşan, özgürlüğe "ilişkisel" ve "ötekine karşı sorumluluk" ilkesi içinde bakan bir demokratik ahlaki benliği yaşama geçiren, özgürlüğü ve sınırlarını hukuksal güvence altına alan bir üçüncü görüşle, türban sorununa yaklaşmalıyız. AKP ancak böyle bakışla soruna yaklaştığı zaman, söyleminde inandırıcı olabilir ve toplumun farklı kesimlerinin geleceğe güven içinde bakmasını sağlayabilir. Ancak böyle bir bakışla, rejim tartışmaları yapmadan, türban sorununu hak ve özgürlükler alanı içinde tartışmaya başlayabiliriz.