Hrant bizim duyarlılığımızdı

-
Aa
+
a
a
a
29 Haziran 2007Agos Gazetesi
 
19 Ocak Cuma günü gazetenin manşet toplantısında, manşete ne kullanacağız diye düşünürken, arkamızdaki TV’de son dakika spotu ile Hrant Dink vuruldu yazısı düştü. İçim daraldı, sesim çıkmadı. Herkes şaşkındı ve birbirimize baktık. Etyen Mahçupyan’ı aradım. Ne oldu diyemeden, “Hrant vuruldu” dedi. Sesi boğuktu. Aklıma Kilyos Mezarlığı’nda eşi Ela’nın cenaze töreni geldi. Orada da bana uzun boyuyla sarılışı ve aynı boğuk sesiyle “ağlama” deyişi geldi. Etyen Mahçupyan, 2 Temmuz’da duruşması yapılacak Hrant’ın en yakınlarından biriydi. Şimdi AGOS’ta Hrant’ın masasında. Etyen Mahçupyan, Hrant’ın öldürülmesinden sonra Hrant konusunda uzun süre kimseyle konuşmadı, medyada görünmedi. “... Yüreğimi 19 Ocak 2007’de kaybettim çünkü...” demişti. Yüreği daha fakirdi ama “akıl” olarak yaşamaya devam etmişti. Etyen Mahçupyan Hrant’ı ve sonrasını ilk defa Yeni Şafak’a konuştu.
• Hrant Dink’in ölümüne giden süreç, Türkiye’nin de demokrasi ve özgürlük alanının genişlediği bir sürece denk düştü. Bu bir paradoks mu?
Evet, bu süreç ironik olarak Türkiye’nin bir açılım ve özgürleşme dönemi oldu. Ancak uzun süre özgürsüzlüğe alışmış toplumlarda ani gelen özgürlükler, özellikle dış aktörler tarafından getirildiği düşünülen özgürlükler daima tepkilere yol açar. Bunlar çoğu zaman milliyetçi, devletçi, içe kapanmacı tepkilerdir. Ve bu tepkiler sosyolojik bir taban bulduğunda şiddete meyledebilir.
• Hrant neden hedef oldu?
Hrant’ın kimliği, Ermeni olması, söylediği sözler, savunduğu fikirler otomatik olarak devletçi milliyetçi bir kesim tarafından ötekileştirildi. Ve milliyetçi, içe kapanmacı refleksin psikolojik boşalma sağlaması için Hrant risksiz bir seçim oldu. Ancak bu olayın öncesinde 1-1,5 yıl bir hazırlık olduğunu düşündüğümüz zaman Türkiye’de söz konusu içe kapanmanın nasıl adım adım gerçekleşmesinin ve cinayetin sıradanlaşmasının da ifadesi.
• Son yıllarda yaşanan demokratikleşme süreci siyaseten tabu olan konuların daha rahat konuşulmasına yol açtı. Bunlardan birisi de Ermeni meselesi oldu. Hrant’ın öldürülmesi bu süreci nasıl etkileyecek?
Burada ayıklama yaparak gidelim. Konuşma dediğimizde iki kategoriden bahsediyoruz. İlki daha görünür olan yani resmi aktörler düzlemi ki, burada Ermeni meselesi ikinci plana atıldı. Bunun da önemli bir nedeni içinde olduğumuz seçim süreci. AB sürecini, demokratikleşmeyi doğrudan etkileyecek olması, Ermeni meselesi dahil diğer tartışmaları önemsizleştirdi açıkçası. Ya da şöyle ifade edelim; gelecek bu kadar kritikken, geçmiş şimdilik önemini kaybetmiş durumda.
Ermeni meselesinde ikinci düzlem ise toplumsal boyut. Benim gözlemim topluma gidildikçe bu konunun daha çok konuşulduğu, insanların bu konuya önyargısız yaklaştıkları. Bizim Hrant’la hedefimiz buydu. Bizim için önemli olan toplumun konuşmasıydı ve değişmesiydi. Devlet(ler)in, diyasporanın buna soykırım deyip, dememesi o kadar önemli değil ve hiçbir zaman da olmadı.
• Kamuoyu sizi Ermeni kimliğinizden çok entelektüel kimliğiniz ile tanıyor, okuyordu. Şimdiki pozisyonunuz ise daha çok Ermeni kimliğinizin öne çıktığı bir alan. Bu görev sizi daralttı mı, bundan rahatsız mısınız?
Yazdıklarım açısından bir daralma olmasa bile algılama bu yönde. Bu da normal. Çünkü ben kendime, son 15-20 yılıma baktığımda giderek daha fazla Ermenileştiğimi görüyorum. Mecburen bu konulara girdiğimi ve girdikçe de kaçınılmaz olarak Ermeni algısının daha çok öne çıktığını da görüyorum. Ermeni meselesini tartıştığınızda, muhalif pozisyondaysanız ötekileşmeniz kolay. Hele Ermeni meselesini tartışan bir Ermeni iseniz şansınız yok.
• Hrant’ın ölümünden sonra toplumsal aktörlerin tepkilerini nasıl buldunuz?
Türkiye gelenek anlamında toplumsal reflekslerini ortaya koyan bir ülke değil. Tepkiler ancak konjonktürel durumlarda ortaya çıkıyor. Ama cenazede sokağa çıkan 200 bin insan sürprizdi. Ve bu insanların “Hepimiz Hrantız” demeleri önemliydi. Bu 200 bin insan ve onların duruşu Türkiye’de “vicdan” diye bir mesele olduğunu ve bunda derin olduğunu gösterdi. Bu vicdan bu topluma güvenmenin de bir nedeni. Bu vicdan meselesi o kadar önemli ki, seçimlerde en önemli faktör de bu olacak.
• 22 Temmuz seçimleri öncesi AK Parti yüzde 40’larda görünüyor, AK Parti’nin tabanı mı değişiyor?
Taban konusunda öncelikle şunu söylemek gerekiyor: Eğer AK Parti’nin tabanı yüzde 34’den azsa, CHP’nin tabanı da yüzde 5’ten fazla değil aynı mantıktan gittiğiniz zaman. Seçimlerde o partiye atfettiğiniz kimlikten giderek bir taban tanımı yaparsanız, o taban daima çok küçük kalır. Ama partiler, sırf o tabanın ima ettiği şeyler söylemiyorlar topluma, ondan çok fazlasını söylüyorlar. Bu açıdan AK Parti bu seçimlerde yüzde 40’ın üzerinde oy alabilecektir. Bir ek yapalım. Eğer bir parti peş peşe aynı başarıyı yakalıyorsa, onun tabanının artık farklı tanımlanması gerekiyordur.
• Nasıl?
Şu ana kadar AK Parti bir genel, bir yerel seçime katıldı ve ben ikisinde de AK Parti’ye oy verdim. Ben AK Parti’nin tabanı mıyım, belki değilim. İdeolojik ve kimliksel bir tanımlama içinde baktığımızda Müslüman değilim, Ermeniyim, laik kesime dahilim vs. yani tabanı değilim ama oy verdim.
• AK Parti’nin alacağı bu oy risk ima eder mi siyasi açıdan?
Türkiye aslında bir seçim yapıyor ve bu seçim bir değişimi ima ediyor. Adım adım ilerliyor, sindire sindire yapıyor. Bu iyi de oluyor. Bu anlamda AK Parti % 40’ın üzerinde oy alacaksa, bu toplumun siyasete sahip çıkması demektir. Ancak öyle bir dünya konjonktüründe yaşıyoruz ki, siyaseti durdurmak isteyen kurumun iradesi artık tek başına yeterli değil. Siyasetçinin de yanlış yapıp hataya düşmesi gerekiyor. Siyasetçinin siyasetten vazgeçmesi gerekiyor ki darbe olsun ya da seçimler yapılamasın.
• Siyasetçi ne yaparsa hata olur?
İki ucu var bunun. Bir uçta gereksiz çatışma, diğer uçta gereksiz boyun eğme. AK Parti şimdiye kadar bunu yapmadı.
• 19 Ocak’ta yüreğinizi kaybettiniz. Şimdi iyi misiniz?
Daha daralmış bir yürek olduğunu söyleyebilirim. Sabrımın daha az olduğu, bırakıp gitme, belirli şeylerle ilgilenmeme halinin daha fazla olduğunu, kendi küçük çevresine daha fazla anlam ve önem veren kısaca daha sağduyulu ama daha fakir bir yüreğim var şimdi.
Ama Hrant’ın yerini doldurmak mümkün değil. Çünkü her şeyden önce Hrant sahici bir insandı ve birçok insani duyguyu ve duruşu temsil ediyordu.
Şimdi onun temsil ettiği duyarlılıklara en yakın olan Baskın Oran. Baskın Oran hepimizi fikirsel olarak temsil etmese de, duyarlılık olarak temsil ediyor ve bizim o duyarlılıklara ihtiyacımız var.
Bu yüzden Baskın Oran’ın seçilmesi, Hrant’ın cenazesine katılanların temsil ettiği duyarlılığın bir anlamda ifadesi olacaktır.
• Artan terör milliyetçiliği arttırıyor mu?
Milliyetçilikler karşılıklı birbirini besler ve üretirler. Bunun engel olmak ancak çok demokratsanız mümkün. Kaldı ki milliyetçilik her iki taraf için de iktidar ve rant yaratmanın, hiyerarşileri kullanmanın yoluysa yapılacak fazla bir şeyiniz yok demektir. Her iki tarafta da bunun peşinde olan aktörler var.
Ve her iki taraf içinde de bunların karşısında demokratlar daha zayıf ve güçsüz olduğu için onların da yapabileceği fazla bir şey olmuyor maalesef. Ve bu aktörlerin milliyetçilikten kolay kolay uzaklaşmayacaklarını görüyoruz.
Kürt sorunu konusunda şunu açıklıkla söyleyebiliriz; AB dışında kalan bir Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi hayal olur. Burada şöyle bir ironi var milliyetçilik açısından; milliyetçiler AB’ye karşılar ama karşı oldukları ölçüde bölünme riski artıyor.
• DTP’nin bağımsız aday seçimini nasıl buluyorsunuz?
Somut siyasi durumlara gittiğiniz zaman, bu kararların nasıl alındığını belirlemek zor olabilir. Ama burada daha önemli olan nokta şuydu; aday belirlemenin bir mesaj olduğunu kabul edersek, kamuoyuna nasıl bir mesaj verileceği idi.
Adayların kimliğinden anladığımız şu; DTP’nin de bu konuda gidebileceği alan sınırlı.
Onların da kendi iç yapılarındaki, kendileri ile dışındakiler arasındaki denge göz önüne alındığında atabilecekleri adım bu kadarmış. Ancak bunun en sağduyulu bir adım olduğunu söyleyebilmek mümkün değil.
Şunu belirtmekte fayda var, Kürt sorunu konusunda da çözüm için ciddi bir toplumsal kesim var ama bunların kendilerini ifade edebilecekleri siyasal bir yapı yok.
DTP bunu sağlayamadığı için yüzde 5-6’yı geçemiyor.
Başörtüsünü sürekli gündemde tutan laikler
Bugün siyaseten başörtüsünü gündemde tutan AK Parti ya da İslami kesim değil laik kesimdir. Ve bu siyaseten bir öteki yaratarak bundan rant elde etme amacıyla yapılıyor. Yani başörtüsünü siyasal sembole dönüştüren laik kesim, AK Parti değil.
• Cumhurbaşkanlığı krizine yol açan adayın eşinin başörtülü olması mıydı?
Başörtüsü burada kitlelere mesaj vermek açısından uygun araç. Başörtüsü siyasi olarak İslami kesim tarafından değil, laik kesim tarafından gündemde tutuluyor. “Öteki” yaratmak için böyle bir çaba sarf ediyor. Laik kesim dediğimizde iki kesimden bahsediyoruz. Bir aktörler (ordu, yargı, üniversiteler, medya, bazı siyasi partiler...) öte yanda alıcılar var. Bu kitlede başörtüsü üzerinden hayali bir dayanışma ile kimlikleşme yaratıyor. Ama cumhurbaşkanlığı krizine yol açan başörtüsü değil. Başörtüsü olmasaydı başka bir şey bulunacaktı.
• Nedir o zaman tartışma cumhurbaşkanlığı konusunda?
Türkiye’de cumhurbaşkanlığı kritik bir işleve sahip. Hiçbir sorumluluğu yok ama önemli yetkilere sahip. Bu yetkiler de özellikle atamalarla ilgili. Bu atamalar cumhurbaşkanının görev sürelerini aşabiliyor. Ve bu atamalar kritik pozisyonlara yapılan atamalar. Yani eğer bürokrasinin devletçi, milliyetçi olmasını istiyorsanız bu görüşe yakın bir cumhurbaşkanı seçmeniz yeterli. Siyasi sistem nereye giderse gitsin, siyasiler neyi savunursa savunsun onu bloke etme şansınız var. Bu yüzden cumhurbaşkanının gerçek bir siyasetçinin eline geçmesi bürokrasinin tahakkümünün kırılması, siyasetin normalleşmesi demek. Nasıl bir siyasi sistem, nasıl bir demokrasi istediğiniz cumhurbaşkanlığı seçiminize doğrudan bağlı. Cumhurbaşkanı siyasete ne kadar yakın olursa o kadar sivilleşecek açıkçası.