19 Mayıs 2007Erol Katırcıoğlu
Son günlerde siyaset elitimizin önemli bir kısmının, birleşmeler vesilesiyle konuşuyormuş gibi yapıp aslında sustuğunun farkında mısınız? Siyasetin konuşması gerektiği şu günlerde 'Tarihi anlar yaşıyoruz' soslu hıçkırık ve gözyaşları arasında çaktırmadan susan bu kesimlerin dertleri şimdilik kimin milletvekili olacağına kilitlenmiş durumda. Tabii bizde siyasetçiler susunca devlet konuşmaya başlıyor. (Ya da tersi?). Neredeyse kural bu. Nitekim siyasetçilerin susmasına neden olan askerin konuşmasını bir kenara bırakırsak, bugünlerde Yargıtay'dan, Danıştay'dan ve YÖK'ten (muhtemelen başkaları da vardır benim bilmediğim) gelen sesler devlet elitlerinin konuşmaya başladıklarını gösteriyor. Konuşsunlar konuşmasına ama konuşmaların siyaset alanı içinde oluyor olması düşündürücü. Yani bu konuşmalar bizatihi siyasi. Anayasa'yı bir kere delmekten ne çıkar misali asker konuşmaya başlayınca diğerlerinin konuşmalarından ne çıkar diyebilirsiniz. Ama yine de bu siyaset elitinin 'siyaseti' devlet elitlerine terk etmiş olması kabul edilebilir bir durum değil. Tabii eğer 'muasır' medeniyetleri bir ölçü olarak alıyorsak. Örneğin Danıştay Başkanı'nın 'Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı her türlü hareket irticadır' cümlesini nasıl karşılamalı? Eğer bu cümledeki anlayışı biraz düşünürsek, Murat Belge'nin çok haklı olarak işaret ettiği gibi sosyalizm ya da liberal demokrasi gibi bu tanımın dışında olduğu iddia edilebilecek düşüncelere dayalı 'hareket'leri nereye koyacağız? Böyle bir anlayış siyasi özgürlük alanını daraltmak değil midir? Ya da YÖK'ün 'Atatürk inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine aykırı dersler bulunması halinde, yurtdışından alınan diplomalara denklik verilmez' düzenlemesine ne demeli? Eğer bu düzenlemedeki anlayışı biraz düşünürsek, yurtdışında okuyan bir öğrencinin alacağı dersler içinde 'Atatürk ilkelerine ve inkılaplarına' aykırı olanları ayıklaması istenirken aslında onun öğrenme özgürlüğü sınırlanmış olmayacak mı? Ya da en son Yargıtay'ın 'Leyla Zana, Orhan Doğan, Selim Sadak ve Mehmet Hatip Dicle'nin mahkûmiyet hükümlerinin infazları durdurulmuş olup, hükümlülükleri ortadan kalkmamış, infazları askıya alınmıştır' diyerek yaptığı siyasi müdahale? Devlet konuşuyor. Zayıfladığını düşündüğü Cumhuriyet ilkelerinin güçlendirilmesi için, hani sen biraz kenara çekil misali siyaseti ve siyasetçileri kenara itmiş konuşuyor. Oysa ülkede olan bitenler Cumhuriyet ilkelerine bağlılığın hiç de zayıflamadığını hatta bu ilkeleri zayıflattığı düşünülen AKP'nin bile Erzurum mitinginde sergilediği görüntülerle daha da güçlenmiş olduğunu gösteriyor. Peki o zaman sorun neredeydi? Sorun, bu köşede çeşitli kereler yazdığım gibi, iki rakip modernleşme projesinden birinin (laik olarak adlandırılabilecek olanın) cumhurbaşkanlığı seçiminde pozisyonunu kaybedebilecek olmasındaydı. Aylardır 'Tehlikenin farkında mısınız?', 'Cumhuriyetinize sahip çıkın' reklamlarıyla yaratılan korku da bu amaçlaydı. Her neyse olan oldu. Önce asker konuştu, şimdilerde ise devletin diğer aktörleri konuşuyor. Siyaset eliti suskun. Daha doğrusu konuşuyor gibi yapıyor ama bir şey söylemiyor. Temel hak ve özgürlükleri tırpanlamak anlamına gelen anlayışlar, düzenlemeler ve buyruklar havalarda uçuşuyor. Siyasetçiler susuyor. Onlar yalnızca birleşiyorlar. Birleşiyorlar. 'Tarihi anlar yaşıyoruz' hıçkırıklarıyla gözyaşları dökerek. Birleşsinler bakalım.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=221711&tarih=19/05/2007