13 Mayıs 2007Baskın Oran
Bu mitingler gerçekten önemli. Temalarını dikkatle incelemeliyiz ki gerekirse ders alalım, gerekirse verelim. Kürsüye çıkan hocaların temel konusu Laiklik idi. Bunu ayırırsak, iki tema daha vardı: "Anti-emperyalizm" ve "Tam Bağımsızlık". İkincisinden başlayalım. Önce tanım: Bağımsızlık, bir dış politika terimidir. "Bir devletin başka bir devlet yönetimi ve denetimi altında olmaması" anlamına gelir. 1920'lerden ve sonra da 1960-70'lerden bildiğimiz bu kavram şimdi üçüncü dönemini sürüyor. Ama, takvimini şaşırmış (anokronik) bir biçimde. Çünkü, M. Kemal'in 1920'lerdeki "İstiklal-i Tam"ı siyasal bağımsızlığın tek başına yeterli olmadığına, yani ekonomik gelişmenin önemine gönderme yapıyordu. Miting hocaları, özelleştirmeleri protesto dışında hiçbir ekonomik gelişme vurgusu yapmadı. 60 ve 70'lerde ise solcu gençlerin "Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye" sloganının adı üstündeydi. Miting hocalarının çoğunun demokrasi anlayışı "Kemalist Ordu konuşacak!" düzeyinde. Silahlının konuştuğu yerde silahsıza susmak düşeceğinden, bu slogan Avrupa'dan "tam uzak" olmayı ifade ediyor olmalı. Hocaların bu durumunun sebebi, dış politikayla tamamen ilgisiz meslek dallarından (asker, sosyal siyasetçi, fizikçi, yerel yönetimci ve tıpçı) geliyor olmalarının da izini taşıyan iki noktada özetlenebilir: 1) Kavramın anlamına ve içeriğine vâkıf değiller; 2) Bugünün, 1920 ve 60-70'lerdeki dünya ve Türkiye'den 180 derece farklı olduğunun ayırdında değiller. Konu uzmanlarının yardımı yararlı olabilir:
Bağımsızlık yok, 'göreli özerklik' var Bağımsızlık, "sınırsızlık" değil tersine "sınırlılık" ifade eden bir kavram. Nasıl bireyin özgürlüğü başkalarının özgürlüğüyle sınırlıysa, devletin bağımsızlığı da, en azından, başkalarının bağımsızlığıyla sınırlı. "En azından" diyorum, çünkü bağımsızlığı sınırlayıcı iki unsur daha var: 1) Devletler, daha avantajlı görüyorlarsa, kendi kendilerini imzalarıyla sınırlıyorlar (ör. Bulgaristan'ın vb. AB'ye girmek istemesi); 2) Devletleri hem iç hem de dış dinamikler sınırlıyor (aşağıda geleceğiz). Bu nedenlerle, birçoğunuzun canını sıkma pahasına hemen söyleyeyim, devletin tam bağımsızlığı diye bir şey yok dünyada. Uluslararası ortamdan tam tecrit mümkün olmadıkça da olmayacak. Bakın, rakipsiz ABD bile kıtıpiyos Saddam Irakı'na saldırabilmek için nasıl tam 21 ülkenin askerine muhtaç oldu. Daha ileri gidelim: Bağımsızlık da yok. Dahası, mutlak özerklik bile yok. Ama telaşlanmayın. Literatürde "Devletin göreli özerkliği" denen şey var. Yani, ilke olarak içte de dışta da bağımlı olan devleti zaman zaman nispeten rahatlatıcı dönemler var. Bize bağımsızlık (hatta, tam bağımsızlık) diye öğretilmiş bu kavramı daha iyi tahlil için ikiye ayırabiliriz: 1) Devletin iç göreli özerkliği, o devletin ülkedeki sınıfların etkisinden kimi durumlarda nispeten sıyrılabilmişliği anlamına gelir. Bu gibi durumlar a) Sınıflar tam oluşmadığında (Atatürk Türkiyesi); veya b) Dengede olduğunda (60 ve 70'ler) yaşanır. Ama konumuz bu değil. 2) Konumuz, devletin dış göreli özerkliği. (Artık kısaca özerklik diyeceğim). Bu kavram, bir devletin a) başka devletlerin; ve b) uluslararası sistemin (ittifaklar, vs.) sınırlayıcı etkisinden kimi durumlarda nispeten sıyrılabilmişliğini ifade eder. Bu durumlara, a ve b'nin etkisizleştiği dönemlerde rastlanır. 1929 Bunalımı ve Hitler-Mussolini çıkınca 1930'larda ve ABD-SSCB dengesi kurulunca 60 ve 70'lerde yaşandığı gibi. Biraz daha yakından bakalım da, miting konuşmalarının değerini ölçelim. Bir devletin 'özerklik'e sahip olması iki unsura bağlı: Uluslararası ortama ve ulusal ortama. Yani, dış dinamiğe ve iç dinamiğe. 1) Dış dinamik: Buna Türkiye boyutunda devletler etki yapamaz. Çünkü devedişi gibi iki güçten oluşuyor: a) "Sermayenin yayılması" biçiminde tanımlanabilecek küreselleşme; b) Uluslararası siyasal sistem. Birincisini alalım. Bugün sayıları 60 bini aşan, çeşitli ülkelerdeki şube sayısı 500 bini geçen, yılda 44 trilyon dolarlık dünya gayri safi üretiminin yüzde 20'sini ve dünya ticaretinin yüzde 70'ini gerçekleştiren çokuluslu şirketleri 'Benim jeostratejik önemim var ama!'yla nasıl etkileyeceksiniz? Dünya para piyasalarında bir günde işlem gören 1,5 trilyon doların yalnızca yüzde 10'u mal ve hizmet karşılığı; gerisi, spekülasyon amaçlı serseri mayın. Bu hacimdeki bir parayı hangi merkez bankasıyla denetleyeceksiniz? Küreselleşmenin üstyapısı ayrı. 1909 yılında 371 tane olan STK'lar bugün 25 binin üstünde. Soyadı asimilasyon olan ulus-devlet "Ben içişlerime karıştırmam. Ben kendi insanıma istediğim muameleyi yaparım" dediği anda özerkliği daha da zorlaşıyor. İkincisini alalım. Türkiye'nin (+Osmanlı, Bizans) velinimeti olan Kuvvet Dengesi sizlere ömür. Şu ana kadar dayandığı a) Batı-Doğu dengesi; b) O olmadığı zaman başvurduğu Batı-Batı dengesi artık yok. 1930'ların ve 60-70'lerin Özerklik ortamı yokken, miting kürsüleri tam bağımsızlık diye inliyor. 2) İç dinamik: Özerkliği güçlendirmek için yapılacak tek şey, iç dinamiği düzeltmek. Nasıl? Her dış politikanın temelinde bulunan ve birbirine geçmiş üç halkadan oluşan (Askerî, ekonomik, toplumsal) "arkaplan"ı güçlendirerek. Oysa, askerî bakımdan Türkiye ABD'nin verdiği silahlara bağımlı. Ekonomik bakımdan da İMF'ye. Görülebilir bir gelecekte de bu devam edecek.
Sonuç Bu durumda, özerklik için yapılacak tek bir şey var: Toplumsal halkayı güçlendirmek. Yani Kürt, Ermeni, İslam sorunlarını cesurca karşına alıp çözmek. Oysa miting profesörleri nutuklarında Türkiye'nin 75 yıldır yapageldiği devekuşluğunu, yani bütün sorunları halı altına süpürmeye devam etmesini talep ettiler sadece. Kürt sorununu bütün Kürtleri Türk yaparak çöz ve olmayacağım diyenlere de "TC'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır" bildirisi yayınla. Ermeni sorununu 'Yağmur yağınca mağaradaki iskeletleri sel götürmüş, ama bakın Roma seramikleri var' diye çöz. İslam sorununu, başını örtenlere evinden çıkmayı haram ederek çöz. Sonuçta, kendini de çöz, gitsin. Ondan sonra da "Tam bağımsızlıkçıyız", öyle mi? Hocalarımızın "anti-emperyalist"lik söylemleri ise bu tablodan bile hazin ve zararlı. Başka yazıda inceleriz.