12 Mart 2007Radikal Gazetesi
Kars'ın Digor ilçesi nadir de olsa çatışmalarla, doğal afetlerle, gerilimli atışmalarla gündemimize gelir. Ama Digor'u bir açık yara haline getiren olay 1993 yılında, 17 kişinin ölümü, 63 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan gösteridir. Anılmaz. Büyük basın tarafından yok sayılır. O uğursuz günü anmanın zamanıdır. 14 Ağustos 1993 günü, Kağızman ve ilçelere bağlı köylerden Digor'a gelen yaklaşık 3 bin kişi yürüyüş yapmak istedi. Kent merkezi girişinde toplanan kalabalık yürüyüşe geçeceği sırada polis ve jandarmanın 'Dur' ihtarıyla karşılaştı. 3 bin kişilik grup ilçe merkezine doğru yürüyüş yapınca, özel timcilerin konumlandıkları tepeden kitlenin üzerine ateş açıldı. Sekiz yaşındaki Gülcan Çağdavul, 13 yaşındaki Yeter Kerenciler, 14 yaşındaki Nejla Geçener, aynı yaştaki Selvi Çağdavul, 15 yaşındaki Zarife Boylu, 17 yaşındaki Erdal Buğan, 19 yaşındaki Zeynep Çağdavul, 20 yaşındaki Tuncer Hacıoğlu, 21 yaşındaki Suna Çidemal, 22 yaşındaki Fatma Parlak, 27 yaşındaki Faruk Aydın, 39 yaşındaki Cemil Özvarış, 41 yaşındaki Gıyasettin Çalışçı, 43 yaşındaki Hasan Çağdavul, 47 yaşındaki Süleyman Taş, 50 yaşındaki Nurettin Orun ve 66 yaşındaki Tütiye Talan hayatını kaybederken, 63 kişi de yaralandı. Üstüne ateş açılan 'terörist' kalabalıktan oracıkta düşüp ölenlerin ve yaralananların dökümü budur. Özel harekât polisleri besbelli şirazeden çıkmış, oracıkta bir savaş başlatmıştır. Olayın hemen ardından ölen ve yaralananların yakınları güvenlik kuvvetleri hakkında 15 Ağustos günü suç duyurusunda bulunurken, göstericilerle ilgili de 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na muhalefetten soruşturma açıldı. Olay kaçınılmaz olarak yargıya intikal edecektir. Yüce Türk Adaleti devreye girer. Ama bu topraklarda yaşayan herkes şunu iyi bilir: Yüce Türk Adaleti, zanlılar polis ya da jandarma olduğunda fazlasıyla isteksiz ve yavaştır. Nitekim Digor Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan hazırlık soruşturması üç yıl sürdü. Ardından dosya Kars Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderildi. Kars Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı Özel Harekât Şube Müdürlüğü'nde görevli polis memurları Tuncay Yasa, İsmail Yıldız, Mustafa Demir, Yunus Alper, Sezai Özyurt, Atilla Yıldız, Suat Kaymak ve Sıraç Birol hakkında 'kasten adam öldürmek' ve 'kasten adam öldürmeye teşebbüs' suçlarından açılan davaların sonuçlanması da hayatımızın 10 yılını aldı. Sekiz özel timcinin Kars Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davada 40'ın üzerinde duruşma yapıldı. Nihayet karar duruşmasında mahkeme, çıkan olaylarda 'meşru müdafaa' şartlarının oluştuğu gerekçesiyle tutuksuz yargılanan polis memurları hakkında beraat kararı verdi. Kahraman polisler olaydan sonra Cumhuriyet Savcılığı'nda ifade vermiş ve başka illere tayin edilmişti. 10 yıl boyunca hiçbir duruşmaya katılmadılar. Son duruşma gününde alınan karar sanıkların avukatı Kahraman Özçağın'a iletildi. Polislerden Tuncay Yasa, savcılığa verdiği ifadesinde, "Olay sırasında ölenler ve yaralananlar, yürüyüş yapan grup içerisinde bulunan silahlı terörist veya milislerin silahından çıkan kurşunlarla yaralanmış veya ölmüşlerdir. Biz ateş ederken yürüyüş yapan grubun önüne veya yana doğru ateş ettik" deyiverdi. Oysa olaydan sonra, polise ateş açtığı öne sürülenlerden kimse, her nasılsa, yakalanamamıştı. Eylemciler hakkında izinsiz gösteri düzenlemekten açılan dava ise takipsizlikle sonuçlandığına göre Digor'da o gün ölen 17, yaralanan 63 kişi mevsim koşulları sonucu telef olmuştu. Belki de hiç yaşamamış, hiç sağlıklı olmamışlardı.
Pamuk eller ceplere Yaygın medyadan bu konuya ilgi gösteren yegâne gazete Radikal'den okuyoruz. Köylüler özel timcilerin beraat kararına tepki göstermiş. Güvenlik kuvvetlerinin kendilerine ateş açtığını söyleyip çaresizlik içinde yakınmışlar. Kars'ın Digor'undan olsa bile anlayabileceğimiz bir dille dövünüyorlar. "Varlı Köyü'nden yürüyüşe katılan ve olaylar sırasında yaralanan 66 yaşındaki Güzel Çalkınsın, 13 yıldır iki eli ve sağ ayağını kullanamadığını söyledi. Olay sırasında kendilerinin hiçbir şey yapmadığını ifade eden Çalkınsın, 'Üzerimize ateş açtılar. 13 yıldır ilaçlarla ayakta duruyorum. Polisler niye beraat etti?' diye konuştu. 21 yaşındaki kızı Suna Çidemal'i kaybeden anne Sefure Çidemal de, 'Ölmeseydi bir hafta sonra düğünü olacaktı. Yavrumun çeyizi bile gelmişti' dedi. Yürüyüşe katılan ve yara almadan kurtulan Ahmet Özboğanlı ise, 'Biz sadece yürümek istedik ancak izinsiz olduğunu söyleyip ateş ettiler. Birçok masum insan öldü ve yaralandı. Ama polisler serbest kaldı' diye konuştu." Yüce Türk Adaleti'nin ataleti elbette AİHM'ye taşınacaktı. Taşındı da. Ölen yedi kişinin ailesi adına dava açan avukat Tahir Elçi, üç yıl önce 'yaşam hakkının ihlali', 'etkin soruşturma yürütülmemesi' ve 'uzun yargılama' gerekçesiyle davayı AİHM'ye taşımıştı. Bundan sonrası da 'dostane çözüm'. Türkiye, olayda güvenlik güçlerinin orantısız güç kullandığını kabul ederek dostane çözüm teklifinde bulundu. Hükümetin AİHM'ye sunduğu deklarasyonunda şöyle deniyor: "Hükümet, mevcut Türk mevzuatına ve böylesi eylemleri önleme hususundaki kararlılığına rağmen aşırı güç kullanımı neticesinde ölümle sonuçlanan münferit olaylardan üzüntülüdür. Ölümle sonuçlanan aşırı ve orantısız güç kullanılması, sözleşmenin 2. maddesinin ihlalini oluşturduğu kabul edilmektedir. Hükümet gelecekte yaşama hakkına saygı gösterilmesi, soruşturmaların etkin bir şekilde yapılması yükümlülüğü dahil olmak üzere gerekli talimatları yayımlamayı ve tedbirleri almayı üstlenmektedir. Ayrıca bununla bağlantılı olarak şu ana kadar alınan yeni yasal ve idari önlemlerle meydana gelen ölüm olaylarında bir azalma ve daha etkin soruşturma yürütülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin başvuruculara belirlenen miktarı ödemeyi teklif ettiğini beyan ederiz." AİHM 2. Dairesi aracılığıyla hükümet ve ailelerin avukatı Tahir Elçi arasında yapılan görüşmeler sonucunda, ölen yedi kişininin ailelerine toplam 350 bin avro tazminat ödenmesine karar verildi. Dönemin Kars Cumhuriyet Savcısı Cevat Barutçu'nun olaydan üç yıl sonra hazırladığı iddianamede şöyle denilmişti: "PKK'nın silahlı eylemlere başladığı 15 Ağustos 1984 tarihinin yıldönümü olması nedeniyle teröristler, Digor ve Kağızman'a bağlı köylerden halkı silah tehdidiyle korsan gösteriye zorladı. Toplanan 3 bin kişilik topluluk, 14 Ağustos 1993 günü Digor'a doğru yürüdü. Güvenlik güçleri topluluğun dağılması için ikazda bulundu. Ardından kalabalığın içinden güvenlik güçlerine roketle ateş açıldı. Güvenlik güçleri, kalabalığın dağılması için buna cevap verdi. Karşılıklı ateş bir dakika sürdü. Ölen ve yaralananların tümü Digor ve Kağızman'a bağlı köylerde oturan köylü vatandaşlardan oluştu." Bu arada müdahil avukatı Kahraman Özçağın çırpınıyordu. Olayla ilgili emniyet kuvvetlerinin çektiği görüntü kayıtlarının çözümünün dahi yapılmadığını söyleyen Özçağın, "Üç aydır kasetler RTÜK'te bekliyor. Emniyetin görüntüleri olmasına karşın, o kasetlerde dahi olayın bir katliam olduğunu gösteren görüntü ve tanıklıklar olduğunu biliyoruz" demişti. Aradan 12 yıl geçmesine karşın hâlâ olay yeri keşfinin yapılmadığını belirten Özçağın, "Bugüne dek yapılan tüm duruşmalarda keşif talebinde bulundum yerine getirilmedi. Olayın üzerinden uzun bir süre geçtiğini belirterek, keşfe gerek olamadığını söylediler. O zaman niye bu kadar beklendi? Kitlenin içinden ateş edildiği söyleniyor. Grubun bulunduğu yer düzlük bir alan, kitlenin sağ tarafında ise askeri birlikler bulunuyor. Eğer kitle içinde ateş edilse askerlere yönelik ateş edilirdi. Öte yandan asker ya da polislerden bir tek kişi dahi yaralanmış değil. Olaydan sonra kitle denetim altına alınarak tek tek kimlik kontrolünden geçirildi. Madem silahlı PKK militanları vardı o zaman niye bulunamadı?" diyordu, ama ne gam. Sonuçta, Özel Timcilerimize dokunmadık. Digor'da hayatını kaybedenleri zaten hiç diriye saymadık. Nemene bir hukuk devleti olduğumuzu dünya aleme bir kez daha kanıtlamış olduk. Şimdi hepimizin cebinden çıkacak Cumhuriyetimizin dostane pişmanlık akçesi. Türkiye suçunu kabul etti. Bakalım yargı, beraat ettirdiği özel timcilerin kahramanlığının meşruiyeti konusundaki ısrarından vaz geçecek mi?