18 Şubat 2007Gündüz Vassaf
Adımız, dinimiz gibi doğduğumuzda terziye siparişi çoktan verilmiş aidiyetlerimizden biri de milletimiz. Çoğumuzun adıyla sorunu yok. Onu, bize verilmiş haliyle sahipleniyor, başkalarıyla paylaşıyor, ağaçlara, okul sıralarımıza, eski uygarlıkların tapınaklarına bile kazıyoruz. İstersek değiştirebiliriz de. Özgür irademiz dinimizle ilişkimizde de geçerli. Dinimize bağlılığımızı bin bir vesileyle başkalarının gözüne soka soka gösterebilir, sessiz kalıp Tanrı'yla aramızdaki ilişki benden başka kimseyi ilgilendirmez der, dinsiz olduğumuzu ilan eder, milyonlarca insanın yaptığı gibi dinimizi de değiştirebiliriz. Örneğin Türk'ün Müslüman'ı olduğu gibi Hıristiyan'ı, Yahudisi, Mani'si, Taoist'i, Budist'i, Şaman'ı da var. Millet bağımızda kimsenin böyle bir özgürlüğü yok. Neysen osun. Milli aidiyetlikle git gelli ilişkilerimizin farklı ruh halleri belki bu nedenden de kaynaklanıyor. Pasaportumuzu bürokrasinin gerektirdiği bir evrak olarak da taşıyabiliyoruz, onu ötekine karşı, hele bizi aşağılıyorsa, benliğimizin kalkanı diye de. Evrensel olan sanatta, bilimde bile milletimizle tanınıyoruz. Nobel ödülleri kimyagere, iktisatçıya, romancıya değil, ABD'li fizikçiye, Bangladeşli iktisatçıya, Türk romancısına veriliyor. Ödülü alan da, hiç de zorunlu olmadığı halde, ödülü milleti adına kabul ettiğini söyleyebiliyor. Türkiye'de Türkler için yayımlanan Hürriyet gazetesinin her gün birinci sayfasında 'Türkiye Türklerindir' ibaresi yer alması, milli kimliğin, kimlik belirtmek dışında amaçlarla kullanılmasının başka bir örneği. İster meydan okumak için deyin ister övünmek ya da sahiplenmek için, milletimize aitliğimizi belirtmekle milliyetçi olmak arasındaki çok ince çizginin alışa alışa aşılması örgütlü güçleri tetikleyip aynı milletten insanları bile kanlı bıçaklı olmaya, iç savaşlara götürebiliyor. 300 küsur yıldır milletler üzerine kurulu dünya düzeni kabuk değiştiriyor. Bağımsızlık anlayışımızın küreselleşen ekonomide temelden sarsılıp sorgulandığı, insan haklarıyla çokkültürlülük kavramlarındaki evrimle yeni tür bir vatandaşlığın benimsendiği, bu gelişmelere rağmen ulusal devlet olmamış milletlerin bağımsızlık mücadelelerini sürdürdüğü, uluslararası hukuku yadsıyan emperyalizmin yeniden şahlandığı günümüzde, yeni kuşaklarla birlikte bu değişim karşısında bocalamamız, neyi koruyup, neye ayak uydurup neye karşı çıkacağımız konusunda tereddütlerimiz ve tarihsel şaşkınlığımız kaçınılmaz olduğu gibi öfkeli bölünmüşlüğümüzün de ifadesi. Bu topraklarda 1000 yıla yakın bir arada yaşayanlar, üst kimlik, alt kimlik, Türk, Türkiyeli tartışmalarında birbirlerini, kendilerini nasıl çağıracaklarında bile bocalıyor. Devlet katında, üniversitelerde, sanatta ve sokakta, ülkemiz ve dünya tarihinin yeni bir dönemecinde, kendimizi yeniden tanımlamaya çalışıyoruz. Ülke olarak bu hassas ve belirsiz konumdayken, milliyetçilik adına yapılan 'milletin birlik ve beraberliği' çağrısının karşısında en büyük tehdit ve tehlike milliyetçiliğin kendisinden geliyor. Değişime karşı tetikte bekleyen bir ruh hali, içinde bulunduğu tarihsel süreçte yerini sorgulayacağına, saldırarak duygusal meşruiyetini bile yitiriyor, bindiği dalı kesiyor. Keserken ortalığı birbirine katıyor, tırmanan tedirginliğimizde ülkemizi yaşanmaz kılabiliyor. Sorun, kültürlüsü kültürsüzü, incesi kabası olan milliyetçiliği anlamak değil, milliyetçilik adına hareket edenlerin kendilerini denetleyememelerinde, denetlenmemelerinde, toplum olarak yıllardır sorgulamadan sürdürdüğümüz söylemlerde.