29 Ocak 2007Tarık Ziya Ekinci
13-14 Ocak 2007 günleri Ankara'da toplanan "Türkiye Barışını Arıyor" konferansında pek çok Türk ve Kürt demokrat aydın ve akademisyen söz aldı. Türkiye'nin vesayet demokrasisi eleştirildi. Köklü bir anayasa değişikliği istendi. Eşit haklı vatandaşlık temelinde, insan haklarına saygılı, özgürlükçü, laik, çokkültürlü, çoğulcu, katılımcı, ırkçılık karşıtı, antimilitarist, sosyal devlet ve özerk yerinden yönetim ilkelerine bağlı, dayanışmacı, emek eksenli, antifeodal, demokratik bir hukuk devletinin kurulup işletilmesi istemi dile getirildi. Sonuç bildirgesinde, savaşın son bulması, akan kanın durması, genel af çıkarılması ve dağdakilerin legal siyaset yapması istendi. Doğu ve Güneydoğu'nun ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasının sağlanması ve bölgeler arası dengesiz kalkınmaya son verilmesi talep edildi. Kürtlerin, kimlik, dil, kültür ve anadilde eğitim haklarını özgürce kullanabilmelerinin önündeki engellerin kaldırılması önerildi. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması, 301. maddenin kaldırılması istendi. Ama hiç kimse, milliyetçiliğin alabildiğine yükseldiği bugünkü ortamda bu köklü dönüşümleri kimlerin ya da hangi siyasal güçlerin gerçekleştireceğini söylemeye gerek görmedi. Kimi sorunları dile getirmek ve bunlara çözüm önermekle her şeyin yoluna gireceği, toplumun barışa ve huzura kavuşacağı düşünülüyor olmalı... Ya da gerekli mesajları vermekle aydın sorumluluğunun yerine getirildiği sanılıyor. Oysa 30 yıldır devam eden 'düşük yoğunluklu' savaşı sonlandırmak, akan kanı durdurmak ve toplumsal barışı sağlamak için pek çok konferans toplandı, yazılı ve sözlü açıklamalar yapıldı, yüzlerce imzalı bildiri dağıtıldı. Ama hiçbiri devlet katında ilgi görmedi, kale alınmadı. Her seferinde, suçlamalar eşliğinde, "Türkiye'de Kürt sorunu yoktur, terör vardır!" yavesiyle şiddet ve baskı politikasına hız verildi. Görkemli biçimde yapılan son barış konferansı da aynı kayıtsızlıkla karşılandı.
Yığınların talebi Yaşamı boyunca insan hakları, özgürlük, demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklı vatandaşlık için savaşım veren gazeteci-yazar Hrant Dink'in 19 Ocak 2007 günü fanatik bir milliyetçi tarafından güpegündüz cadde ortasında tabancayla vurularak katledilmesi, Türkiye'de büyük tepki topladı. Cinayeti işleyenlerle arkasındaki güçler şiddetle protesto edildi. Görsel ve yazılı medya olayı duyurmak ve protesto eylemlerini vermek için seferber oldu. Ülke derin bir matem içine girdi. Hrant Dink'in ölüm haberinin duyulmasından başlayarak defnedilinceye kadar geçen beş gün süreyle Türkiye kamuoyu ayaktaydı. Cenaze törenine yüz binlerce insan saatlerce yürüyerek, ellerinde "Hepimiz Ermeni'yiz, hepimiz Hrant Dink'iz!" pankartlarıyla katıldı. Törende yurdun her tarafından gelenler gibi yurtdışından gelen heyetler de vardı. Bu görkemli gösterinin ve benzeri görülmemiş yığınsal tepkinin amacı ırkçılığı ve ayırımcılığı protesto etmek, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, dayanışma ve demokratik hukuk devleti özlemini dile getirmekti. Barış arayan aydınlarımızın ve Hrant Dink'in cenaze törenine katılan on binlerin taleplerini, kimler ya da hangi siyasal kadrolar gerçekleştirecek? Bunun yanıtı yok. Yığınların umut bağladığı sözde sosyal demokrat CHP'nin yöneticileri ırkçı milliyetçiliğin bayraktarlığını yapıyor. Sayın Baykal TCY'nin 301. maddesinin kaldırılmasına ya da değiştirilmesine Türk milliyetçiliğinin korumasız kalacağı iddiasıyla karşı çıkıyor. Parlamentoya girmeleri muhtemel diğer partilerden söz etmeye gerek yok. Hiçbirinin eşitlik, özgürlük, barış, dayanışma, insan hakları ve hukukun üstünlüğü temelinde demokratik bir hukuk devletini kurup işletmek gibi bir derdi yok. Bölgeler arası dengesiz kalkınmaya son vermek, Kürt sorununu eşit haklı vatandaşlık temelinde çözmek ve barışı sağlamak gibi bir sorunları da yok. Tümü birden milliyetçilik yarışında öne çıkma savaşımı veriyor... Önümüzdeki Meclisin, kaçınılmaz olarak, milliyetçilerin, demokrasi ve AB karşıtlarının yarıştığı bir meclis olacağından kuşkum yok. DİSK adına başlatılan ve yığınların bel bağladığı yeni oluşum da umut yerine umutsuzluk yarattı. Hareketin sözcüleri, eşitlik mücadelesi veren DTP'yi etnik milliyetçilikle suçlayıp dışlarken, ırkçı ve ayırımcı CHP ulusalcılığı ile işbirliği yapmaya hazır olduklarını açıklamakta hiçbir sakınca görmediler. Gerçek demokratlar aydınlarımıza gelince, onlar da, evrensel boyutlu ileri bir demokrasi programını yaşama geçirecek örgütlenme yetenek ve cesaretinden yoksun ya da neme lazımcı bir aymazlık içinde. Bu koşullarda 2007 seçimlerinden sonra statükonun devamından, ırkçı ve ayırımcı uygulamaların artmasından ve yeni siyasal cinayetlerden başka ne beklenir?