28 Ocak 2007Ümit Kardaş
Hrant Dink, ruh halini son yazısında "ürkek güvercin" benzetmesiyle anlatıyordu. Bu ruh halini anlamaya çalışırken bile yüreğim acıdı. Vicdanım yara aldı. Sadece uzlaşmanın, farklılıklarımızla birlikte barış içinde yaşamanın, gerçek bir demokrasinin yollarını arayan, bu konularda düşünen, yazan, konuşan, vicdan sahibi, insaniyet değerlerine bağlı, topluma ışık tutan, değerli bir aydını hedef tahtası haline getirmeye kimin ne hakkı vardı? Orhan Pamuk, Elif Şafak, Perihan Mağden gibi değerli yazarların duruşmalarında yapıldığı gibi Hrant Dink'in duruşmalarında da aynı faşist saldırılar yapıldı. Amaçları çok açık belli olan bu saldırganların hakaretleri, tehditleri, fiili tecavüzleri, savcı ve hakimleri tehdit edip baskı altına almaları seyredildi. Hatta bu grup medyada sivil toplum örgütü olarak tanıtıldı ve görüşleri önemsendi. Sanki suç duyuruları ve müdahil olma talepleriyle hukuk yoluyla hareket ediyorlarmış gibi bir izlenim yaratıp, mahkeme salonlarını bir arenaya çevirip demokrasinin, ifade özgürlüğünün ve hukukun canına okuyarak suç işlemeleri sorgulanmadı. Medya olayı çıkarı doğrultusunda kullanırken, baro sessiz kaldı. Hükümet, özellikle Adalet ve İçişleri Bakanları bu saldırıların ve gerisindeki oluşum ve zihniyetlerin üzerine gitmedi. TCK 301., maddenin psikolojik linç ve saldırıların aracı olarak kullanılması, kaldırılarak bu madde derhal engellenmedi. Göstere göstere gelen tasarlanmış bir cinayete siyasi iktidar, bürokrasi, medya tarafından göz yumuldu ve cinayet çok kolay ve basitçe işlendi. Suçlu ayağa kalk dendiğinde herkesin, hepimizin ayağa kalkması gerekiyor. Bu cinayet Türkiye'nin kaldırabileceği bir cinayet değildir. Çok önemli bir kırılma noktasıdır. Hükümet cinayete giden süreci değerlendirmeyerek, büyük bir aymazlıkla izleyip tavizkâr bir tutum takındı. Türklüğü, cumhuriyeti aşağılamak gibi soyut, ifade özgürlüğünü yok eden, faşist uygulamaların aracı durumuna gelmiş, daha önce de 159. madde olarak aynı anlayışla kullanılan bir maddeyi "hele bir uygulamayı görelim", "sivil toplum örgütleri anlaşamıyor" gibi samimiyetsiz gerekçelerle kaldırmayan hükümet, ayrıca açık hedef haline gelmiş, sürekli yoğun tehditler alan Hrant Dink'i koruyamayarak ağır bir hizmet kusuru işledi. Bu gerekçelerle hükümetin hem hukuki hem siyasi sorumluluğu doğdu.
İstifa etmeliler Ayrıca bu hükümetin iki bakanı olan Adalet ve İçişleri Bakanlarının olay sonrasında istifa etme basireti göstermemeleri hayret vericidir. Bu bakanların toplumun içine çıkabilecek durumda olmamaları gerekirken görevlerinde tutuluyor olmaları demokrasi kültüründen ve etik değerlerden ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. Yine Hrant Dink'in Valiliğe çağrılıp bir vali muavininin yanında iki istihbarat görevlisi tarafından tehdit edilmiş olması tam bir skandaldır. Bu işin içinde olanların tamamı suç işlediler. Vali, söz konusu vali muavini, istihbarat görevlileri görevlerinden alınmalı ve yargı önüne getirilmelidirler. Bu bürokratların herhangi bir yurttaşı böyle bir sorgulama için çağırma yetkileri yoktur. Bu yetkiyi kötüye kullanmak suçunu oluşturur. Hükümetin bu skandallar zinciri üzerinde oturması, muhalefetin bu skandallar üzerine gitmemesi rejimin çürüdüğünün en önemli göstergesidir. Hrant Dink kimliğini büyük harflerle yaşamayan bir insandı. Evet bir Ermeni olarak kendi toplumunun yaşadığı acıları içinde duyumsuyor, uğranılan insani, hukuki haksızlıkları dile getiriyordu. Ama demokrasiyi, özgürlüğü bir etnik temel üzerinden değil, insani bir eksen üzerinden savunuyordu. Kimliğine ve toplumuna da eleştirel bakabilen bir anlayışı sergiliyordu. Önemli olan insandı. Kuşkusuz her kimlik kendi olumsallığı içinde kök salmıştır. Genetik ve ailevi etkenler, tarihsel gelenekler, yaşanan savaşlar, yitirilen aileler, kültürel değer ve yaşantılar kimliğin unsurları olup insanın içine kazınmışlardır. Tüm bunlar insanın doğası içindedir ve insan bu kimliğinden kopamaz. Ancak kimliği şekillendiren bu unsurların hepsi olumlu olmayabilir. Bir kimlik, diğer bir kimliğin unsurlarıyla çatışabilir. Bir kimlik kendini kusursuz, güzel ve ilkeli görse bile eğer kendi kimliğinin hakikate dayandığı konusunda ısrarcı olursa bu karşı tarafa saldırgan ve yıkıcı gelir. Baskın kimlik fethetmeye ve dönüştürmeye eğilimlidir. Diğer kimlikler de kuşkusuz bu kimliğin daha alçakgönüllü olması için ısrarcı olacaklardır. Her kimlik kendisine yönelik ironiyi ortaya koymalı ve bu ironiler olumlanmalıdır. Kimlikler hep birlikte kendilerine gülmelidirler. Demokratik kimlik siyaseti, aşkın gerçeğe sahip olduğunu iddia eden bir komuta etiğine karşıdır. Kendisinin ve dünyanın belirsizliğinin farkında olan, tartışmaya açık, bu yüzden de kendisine belli bir mesafe ve ironiyle bakan, ötekine özen gösteren ve yaşamın zenginliğine saygı duyan bir etiğe dayanır. (William E. Connoly- 'Kimlik ve Farklılık') İşte Hrant Dink böyle bir demokratik kimlik siyasetinin bilincinde olan ve bunu yaşamında da gösteren bir gazeteciydi. Sevgili Hrant! İki şey yüreğime oturdu. Birincisi o son yazındaki aslında ruh halini anlattığın "ürkek güvercin" benzetmesi. Bu ruh halini anlamaya çalışırken bile içim burkuluyor. Bu senin ne kadar hassas ve duyarlı bir insan olduğunu ve nasıl insafsızca bir baskı altında tutulduğunu gösteriyor. Seni anlamamış olmak ve yalnız bırakmak nasıl bir vicdani yüktür?.. Yüreğimi çizen ikinci şey boylu boyunca uzandığın yerde görünen ayakkabının altındaki yırtıktı. O yırtık, toplumun vicdanında derin bir yara açtı. O yırtık özverinin, dürüstlüğün ve vicdanın bir simgesiydi. Seni vurduranlara bir şey söyleyemiyorum. Çünkü onlar için söylenebilecek bir sözün henüz söylenmemiş olduğunu biliyorum.