28 Ocak 2007Taha Parla*
1920'lerin başında Türkiye'nin nüfusu 13 milyondu. 1910'larda her biri (±) birer milyon olan Rum, Yahudi, Ermeni nüfus grupları 1930'lara doğru birkaç yüzer bine inmişti. Bugün ise birkaçar bine dayanmış durumda. Toplam nüfusu 13 milyondan 70 küsur milyona çıkan Türkiye'de, Türk Türkiyelilerin nüfusu geometrik olarak artarken, Rum-Yahudi-Ermeni Türkiyelilerin nüfusunun bu denli azalması, sizce normal bir demografik trend midir? Bu anormal azalmadan, örneğin, dün Hrant Dink'i öldürmeye azmettirilen ya da öldürmekle görevlendirilen tek bir talimli psikopat-kriminal yeniyetme gibi tekil bireyler sorumlu tutulabilir mi? Tabii ki hayır. 80-90 yıldır, Türkiyeli Türklerin etkin bir kısmı Türkiyeli diğer insan kardeşlerine bir şeyler yapıyor olmalılar ki, zaman içinde sayılar böyle bir seyir gösterebilsin. Tekil bireyler değil, çeteler de değil, ancak ve ancak geniş bir devlet bürokrasisi yapmasa da yaptırır, himaye eder ve seyirci kalırsa, görevinde ihmal ve kusur içinde bulunursa ve de bir toplumun baskın bir bölümü bunu onaylarsa ya da dert etmezse olabilecek bir şey bu. Hiç kimse kendini ve kamuoylarını avutmaya kalkışmasın. Olaylardan sonra usulen dökülen timsah gözyaşları, görevli-yetkililerin kınama ve lanetleme riyakârlıkları ve tutarsızlıkları, kamuoyunun suret-i haktan geçiştirmeleri (bunu bizden biri yapmış olamaz, kurşun Türkiye'ye sıkılmıştır, fail vatan hainidir gibi, üstelik kendini yine eleveren, yurtsever/milliyetçi retorikleri) şimdiye kadar can sıkmadıysa, artık sıksın. Cumhurbaşkanından Başbakanına ve bakanlarına, valilerinden emniyet müdürlerine, savcılarından diğer adliye yetkililerine kadar; görevleri, gözlemci bir üçüncü şahıs gibi ahkam kesmek değil, asgari bir hukuk devletinde her şeyden önce yurttaşlarının en temel hakkını, yaşam hakkını ve can güvenliğini korumak olan, seçilmiş ve atanmış yürütme ve yönetim memurlarının pişkinliğine toplumun (örgütlü, örgütsüz) artık son vererek rüşte erişmesi, bunların işlerini yaptığını denetlemesi (başta kendi seçtiği temsilcisi ve vekili olan yasama meclisi marifetiyle) gerekiyor.
O savcı mı? Yoksa, saydığımız kategoriler kolektif vicdani ve cezai sorumluluktan kurtulamayacakları gibi, yasal ve siyasal yaptırımlara uğratılmadan yollarına devam ederler. Çok örnekten yalnızca bir-ikisi olmak üzere, Susurluk'u örtbas etme faaliyetleri sırasında göreve davet edilen, dönemin cumhurbaşkanı Demirel'in arkasına yaslanıp "Ben savcı mıyım?" demesi yanına kâr bırakılmamalıydı. Ya da Hrant Dink konusunda Devlet Denetleme Kurulu dahil, devletin tüm organlarının isabetli ve uyumlu çalışmasını gözetmek anayasal görevi olan, halihazır Cumhurbaşkanı pasif kalırsa, bu yanına kâr kalmamalıdır. Halk bu zevatı yasama-yürütme-yönetim silsilesi içinde göreve getirdi. Vazifeleri kınamak, temennilerde bulunmak değil, iş yapmaktır. Aksi halde, görevi ihmal etmiş ya da görevde kusur işlemiş olurlar. Sorumluluktan, onu aşağılara havale ederek sıyrılamazlar. Nasıl ki toplum da, sorumluluğu devletin "derini"ne havale ederek kaytaramazsa, kaytarmaması gerekirse. Bu son suç tekerrüründe devletin (ve bu hükümetin) kendini aklayabilmesi için en az şunları yapması gerekir: Meclis hükümetten talep eder ya da başbakan res'en harekete geçer (anayasal formaliteleri de yerine getirerek, yani görevden alınmalarını cumhurbaşkanına önererek md.109) ve İçişleri ve Adalet Bakanlarını görevden aldırır. Hrant Dink'i makamına çağıran ve ona oradaki iki incognito devlet ajanı eliyle gözdağı veren vali yardımcısı derhal açığa alınır ve hakkında kovuşturma başlatılır. Keza, cinayet akşamı, bu vali yardımcısının yaptığını normal göstermeye çalışan İstanbul Vali'sine en azından uyarı cezası verilir. "Koruma istemediği için korunmadığını" söylemekte beis görmedikleri Hrant Dink'i ortada her türlü gerekçe olduğu için zaten kendiliklerinden korumaları gerekirken korumayan İstanbul Emniyet Müdürü ve ilgili personeli için uygun idari-yasal işlem hemen başlatılır. Bu idarî-adlî tasarruflar silsilesini denetlemez iseler, yürütmenin sırasıyla birinci ve ikinci başları olan Başbakan ve Cumhurbaşbakanı, Meclis tarafından hesaba çekilir. Meclis bunu yapmazsa, kamu vicdanı ve seçmenler, başta genel seçimler olmak üzere, bu devlet ricalini vekaletten/görevden azledecek demokratik mekanizmaları işletir.
Bu irade gösterilmeli Önerilenlerin hiçbiri ütopik ya da naif değil. Hepsi basit ve gerçekçi. Yok eğer bu iradenin gösterilmemesi seçilirse, benzer suçların tekerrürüne ve suçluların ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşmaya devam etmelerine hazır olalım. Gerçek sanık aday adayları ile resmî-kurumsal görev kusurluları ortada. Polisiye spekülasyonlara da gerek yok. 18-20 yaşındaki sapkın genci bulsanız ne olacak? O, özgür ajan değil ki! Azmettirenler ve himaye edenler hiyerarşisinde yukarılara çıkmamız lazım. Nasıl tescilli faşist milliyetçilikler ve açık vahşetleri kolay lokma ise ve asıl çetin ceviz bunların içinde yeşerdikleri tarihsel-kültürel ortam, yani toplumun ve devletin saygın kesimlerinin zihniyetine değişen derecelerde sinmiş olan "iyi milliyetçilikler" ise burada da maşalar, tahrikçiler, hatta ocaklar ve partiler kolay lokmadır. Yüzleşmemiz (ve arınmamız) gereken, "necip millet", "yüce devlet" vs.'dir, vurdumduymaz kamuoyudur, kışkırtıcı siyasetçiler ve akademisyenler, fıkracı gazeteciler ve patronları, emekli ve muvazzaf generaller ve büyükelçiler vd. siyasi elitlerdir. Son tahlilde, üçü çok büyük olmak üzere 20 küsur Kürt tenkili, bugüne katlanarak gelen servetlerin ilk birikiminin azınlıklardan müsadere edilmiş olması, iskan kanunları, cumhuriyette de süren göçerme dalgaları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, seferberlikte azınlık taburları, hizmet angaryaları, köy boşaltma ve yakmalar, korucu sistemi, hapisler ve işkenceler, vs., vb., vd. ... Birkaç maşanın ya da sapkın istisnanın işi değildir. Bütün bunlar, esas itibarıyla, merkezi yönetimin (organlarının) iradesi ve kasdi ile, yazılı ve sözlü emirlerle, yasal ya da yasadışıama herhalükârda hukuk ve insanlıkdışı tasarruflarla ve ulus-devlet toplumunun "anasır-ı asli"sinin (asal unsurlarının) ve hâkim sınıflarının talimatı ve/veya tasvibiyle gerçekleşti. Ne zaman dürüstçe nedamet getireceğiz? Başkaları da yaptı demek bizi aklamaz. Kötü örnek, örnek değildir. Ona dayanmak, suça iştiraktir. Belirtilerin ve sonuçların değil, nedenlerin ve tarihsel belirlenimlerin üstüne gidelim. Hiç değilse bir süredir kendi içlerinde böyle şeyler yapmayı bırakmış ülkelere bakalım. (Dışarıda emperyalist şiddet/savaş koalisyonlarına girmeye devam ediyorlarsa, onlarla silah arkadaşlığı yapmayalım). Bir de, "iyi milliyetçiliğin" dahi aslında yavaş işleyen, kümülatif bir "etnik temizlik" ideolojisi işlevi görebileceği olasılığını gözden ırak tutmayalım. * TAHA PARLA: Boğaziçi Üni., öğretim üyesi