26 Kasım 2006Hüseyin Akyol
Ülkemizde şu ya da bu şekilde çözülmesi gereken bir Kürt sorunu var. Bu sorunu, son yıllara kadar inkâr etmiştik. Geldiğimiz aşamada ise "kökünü kazıma" anlayışı kendini halen dayatsa da, iyi niyetli birileri sorunun demokratik yoldan çözümünü tartışmaya çalışıyor. Ancak bu eğilimde de asıl muhatapları dışlayan bir çözüm arayışı söz konusu olabiliyor. Omlet yapmak isteniyor ama yumurtasız! Yani Kürt sorununu, işe Kürtleri karıştırmadan çözmek isteyenler de var. Bu mümkün mü? Nasıl yok etmeci anlayış, çözüm değilse, muhatapları işe dahil etmeden tartışmalardan çözüm çıkarmak da mümkün değil. İşte bu yüzden, meselenin en azından "Özgür Gündem gazetesi gibi bir gazete olur mu?" tartışmasına -muhatap biri olarak- katılmak istedim. Medyamızda baş döndürücü bir süreç yaşıyoruz. Dünyanın kullandığı en son teknolojileri kullanıyor, onlardan daha hızlı bir şekilde medya tekellerine sahip oluyoruz! İşte böylesi bir ortamda bizim kısaca "özgür basın geleneği" dediğimiz gazetecilik deneyimimiz 1990'dan bu yana sürerken, ben çıkarılan tüm gazetelerde düzeyi ve yeri değişik olsa da, hep yer aldım. 'Kendi hikâyem' biraz daha eski. Neredeyse 30 yılı aşkın bir süre bu sektördeyim. 1970'li yıllarda dergi yayınladım, iddialı bir yayınevini yönettim, şimdiye dek yayınlanan çeviri ve telif eserlerimin sayısı 30'u buldu. 1990 yılının başında ise Halk Gerçeği ve Yeni Ülke isimli haftalık haber dergileriyle başlayan geleneğimizin kurucuları arasında bulundum.
"Öteki" medya Bugüne kadar yayınladığımız Halk Gerçeği (1990), Yeni Ülke (1991), Özgür Gündem (1993), Özgür Ülke (1994), Yeni Politika (1995), Özgür Yaşam (1995), Demokrasi (1996), Ülkede Gündem (1997), Özgür Bakış (1999), 2000'de Yeni Gündem (2000), Yedinci Gündem (2001), Yeniden Özgür Gündem (2003) ve Ülkede Özgür Gündem (2004) gazete ya da dergileri, basın alanında adeta bir buzkıran gibi çalıştı ve sürekli varolma kavgası verdi. Gazetelerimiz Kürt sorunuyla ilgili gelişmeleri, haber olarak vermek üzere yola çıktı. Kürt kelimesine bile tahammül edilemeyen bir ortamda yaptığımız habercilik, gerçekten ölümcül bir saldırı altında önce yaşamak, sonra da geliştirilmek zorunda kaldı. Maalesef 30'a yakın köşe yazarı, gazeteci ve dağıtımcı arkadaşımız faili meçhul saldırılarda öldürüldü. Onlarca arkadaşımız hapislere atıldı. Yüzlerce arkadaşımız Avrupa'ya sürgün gitmek zorunda kaldı. Müthiş ileri bir teknolojiye ve devletin ideolojik argümanına sahip bir medya evreni içinde, genel olarak 'öteki' muamelesi gördük. Kürt sorununun barışçıl çözümüne inanan kimi demokrat Türk aydınların, gazetecilerin desteğini zaman zaman almış olsak da, çoğunlukla kendi başımıza kaldık. Hazır-yetişmiş gazeteci arkadaşlarla pek çalışamadık. Hem onların haklı olarak talep ettiği ücretleri verecek mali gücümüz yoktu hem de can güvenliği bile olmayan bir mecraydık. O nedenle kendi muhabirimizi, kendi editörümüzü, hatta yazarımızı kendimiz yetiştirmeye çalıştık. Muhabirlerimiz önce Türkçe öğrendiler, sonra haber yazmasını. Ardından haber için kelle koltukta sokaklara çıktılar. Bugün Türkiye'de Kürtlerin varlığı kabul ediliyorsa, bunu sadece bizim sağladığımızı söylemek elbette abes olacaktır. Dünyadaki ve ülkemizdeki politik gelişmeler, bizi de bugünlere getirdi. Ancak biz de varlığımızı sürdürebilmek için -dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen büyüklükte- bedel ödedik! Dahası, bizim çıkardığımız gazeteler, Türkiye medyasında yeni bir mecranın açılmasına da vesile oldu. Saldırılar, hukuksal engellemeler yüzünden sık sık kapanmak zorunda kalan gazetelerimizi, başka patron ve yazıişleri müdürleriyle açabildiysek, bunun yegâne nedeni -en az gazetenin kendisi kadar- militan olan okurudur. Gazetelerimizin yerini keşke başkaları doldurabilse...
Kimi teknik hususlar Biz 1990 yılında yola koyulurken, bizim kısaca "sansür ve sürgün" (SS) kararnamesi dediğimiz bir Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmıştı. Hakkında dava açılacak ya da toplatılacak yayınları basan matbaalara da el koymayı ve 'sakıncalı' bulunan insanları başka illere sürgüne göndermeyi getiren bu kararname, Terörle Mücadele Kanunu'nun (TMK) ayak sesleriydi. Nitekim söz konusu yasa, bir yıl sonra çıkarılacaktı. Ancak daha kararname çıkarılır çıkarılmaz bizim gazeteleri basacak matbaa bulamaz hale gelmiştik. Sonra bir matbaa, yasakları göze aldı ve neredeyse tüm sol yayınları basmaya başladı. Söz konusu kişi -kimi para cezalarını da ödemek zorunda kalsa da- oldukça iyi para kazandı, kararname delindi ve süreç yeniden bildik mecrasında akmaya başladı. Söz konusu kararname, TMK ile yasa haline getirildi, ancak yasa bir türlü dikiş tutmuyordu. Nitekim söz konusu yasa, o günden bu yana tam 10 kez değiştirildi. Son 15 yılda gelip giden hükümetlerin her biri, ya içerdeki kimi gelişmelere kızıp hakları tırpanlayan maddeleri TMK'ya koydular ya da Avrupa Birliği üyeliği sürecinde kendilerinden beklenen adımları atma anlamında, aynı kanunda iyileştirmeye gittiler. Özellikle de hapisteki gazeteci sayısında hassas olundu. Yani fikir özgürlüğü demek, hapiste gazeteci olmaması demekti onlara göre. Bu yüzden, gerek basın yasasında, gerekse TMK'daki hapis cezaları, yüksek para cezalarıyla değiştirildi. Aralarında günlük gazetelerin de bulunduğu birçok yayın organı, çarptırıldığı para cezalarını ödeyemediği için kapanmak zorunda kaldı. Ancak iktidara göre, demokrasi adım adım geliyordu: Öyle ya içerdeki gazeteci sayısı, adı anılamayacak kadar azalıyordu... TMK bu yaz başında yeniden değiştirildi. Her yayını kolayca kapatabilecek hale getiren yeni düzenleme sonrasında ilk icraat, Ülkede Özgür Gündem'i kapatmak oldu. Özgür Halk ve Genç Bakış'a yönelik gözaltı ve tutuklamalardan sonra Atılım gazetesine yönelik operasyona şahit olduk. Şimdi onlarca gazeteci yeniden hapiste. AB'nin eleştirdiği liste yeniden kabardı. Bu arada, tuhaf bir şey yaşandı. TMK'ya onay veren Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, "Anayasa'nın tanıdığı basın özgürlüğünü, yasalarla geri almak anlamına geldiği" gerekçesiyle yasanın gazeteleri kapatmaya yönelik maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Bu gelişme ardından, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne yaptığımız itiraz başvurusu -ki kapatma kararını veren mahkemedir- kabul edildi ve gazetemiz yayınına devam etti. Ancak gazetemizin yayınına devam ediyor olması -her nedense- birilerini rahatsız etti. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın 10 Kasım günü -gazetemizi kastederek- "PKK'nın günlük gazeteleri yayımlanıyor. Bunlara müsaade edilmemesi gerek" demesinin ardından, İstanbul 10 No'lu Ağır Ceza Mahkemesi gazetemiz hakkında 15 günlük kapatma cezası verdi. Ancak bu konuda evrensel normlar açısından da büyük bir sorun var. Gazetelerimiz hakkında verilmiş kapatma davaları için daha sonrasında başvuruda bulunduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde en az üç kere haklı bulunduk. Yani Türkiye'deki mahkemeler, illegal örgütlerin herhangi bir açıklamasını yayınlamayı suç olarak görürken, AİHM söz konusu demeç, "şiddet kullanmayı" içermiyorsa, basın özgürlüğü kapsamında görüyor ve salt bu nedenle gazetemiz kapatıldığı için Türkiye'yi mahkum ediyor. Sözün özü, konu "Özgür Gündem" olunca, tartıştığınız sadece bir gazete değil, aslında bir sistemdir!
* HÜSEYİN AKYOL: Ülkede Özgür Gündem Gazetesi Genel Yayın Yön.