Meğer küfür olmuş o analar

-
Aa
+
a
a
a

22 Ekim 2006Radikal Gazetesi

Günümüzün yegâne demokratı Mehmet Ağar'ın devletiyle henüz akıl erdiremediğimiz bir pazarlık içinde olduğu anlaşılıyor. Birden liberalizmin bayrağına sarındığı gibi attı kendini ortalara. Örtbas edilmiş zulüm, kanla mühürlü evrak, dokunulmazlık akitleri olduğu sürece herkes bu topraklarda yepyeni arazilere yepyeni gecekondular oturtabilir. Hesaplaşmadan helalleşilen, yüzleşmeden unutulan insanlık halleri. Bunları çok yazdık. Her seferinde okutacak yeni bir dil bulma çabasıyla sınırlı kaldı yazarlık serüvenimiz. Ama döne döne en başa, daha da başa dönüveren bu memleketin tekâmül makinesi el vermiyor başka türlüsüne. Mehmet Ağar, sükunetini kaybetmeden, kıstırılmışlığından bildiğimiz nobranlığa, kabadayılığa sığınmadan kimi doğruları dile getirdi. Bu memlekette onun söylediklerini dile getiren çok insan var. Üstelik birçoğu şu ya da bu şekilde beyefendinin menzilinde az çekmemiştir. Lâkin Mehmet Ağar'ın söyledikleri savaş adreniliniyle zehirlenmemiş her beynin duruma bakınca söyleyebileceği şeylerdir. Evet, dağda savaşacaklarına ovaya inip siyaset yapsınlar. Evet, asker konuşmamalı. Akabinde Mumcu'sundan Baykal'ına bu memleketin giderayak milletin ayağına yapışmış, film kötüsü gibi 'hepiniz de benimle birlikte yok olacaksınız' diye haykıran dilli prangalarından tepkiler geldi. Panikleri ve asla doyurulmayacağını bildikleri hırsları hayal gücüne yetmediği için, Ağar'ı Kürtçülükle suçladılar. Öcalan'a mesaj yollamakla suçladılar. Durur mu, silahı burnunda Genelkurmay Başkanımız esti kükredi. Ağar'a haddini bildiriyor. Ondan 'o zat' diye söz ediyor. Onun sözünü ettiği annelerin ancak "Cumartesi Anneleri" olabileceğini belirtiyordu. Gerçi Ağar soğukkanlılığını sürdürerek ucuz polemiğe gönlü olmadığını belli etti. Ama 'aklı başında' basın Genelkurmay Başkanı'nın Ağar'ı özellikle 'Cumartesi Anneleri'yle bağdaştıran sözlerini 'büyük suçlama' olarak verdi. Böylelikle anlamış olduk ki; 1. Genelkurmay, her konuda olduğu gibi bu konuda da standartları belirlemiştir. Anneler borsasındaki son durumu hatırlatmış; annenin devlet tarafından kayıp edilecek çocuklar doğuranının çoktan değer kaybetmiş olduğunu, kendi emri altında ölenlerin analarının asıl anne olarak kabul edilmesi gerektiğini açıkça dile getirmiştir. 2. Kamuoyunun dili olduğu varsayılan basın da bu 'suçlama'nın gücünü fark etmiş, askere yakıştıramamaktan geçtim 'ulan, kavgada bile söylenmez' ağzıyla tarafları kışkırtmaya sıvanmıştır. Dolayısıyla, Cumartesi Annelerinin de resmi tarihimizden sivil belleğimize 'bölücü düşman karıları' olarak yerleşmiş olduğu anlaşılıyor. .................................................. Unuttuğumuz varsayılıyor. Cumartesi Anneleri, haftalarca coplanarak, gözaltında dayak yiyerek Galatasaray'da toplandı. Artık oraya ayak basmaları yasak. Artık kayıpları; gözaltına alındığı bilinen, görülen, ama yetkililerce reddedilen; nefretle parçalanmış bedenleri kim bilir hangi ırmak yatağına, hangi ormana, hangi çukura atılıvermiş olanları bize hatırlatacak kimse kalmadı sokaklarda. Ellerinde oğullarının- kızlarının çoğunluk yoksul bir fotoğrafçı dükkanında çektirilmiş soluk vesikalıklarından büyütülmüş suretleriyle, binlerce yıl yaşlanmış analar, babalar oturmuyor Galatasaray Lisesi'nin önünde. Onlar, belki hâlâ rüyalarında, kayıp evlatlarının bir akşam vakti hiçbir şey olmamış gibi kapıyı çalıverdiğini görüyor. Sevdiğinin ölümünün yasını bile tutmasına izin verilmemiş, kimseden hesap soramayacağını bilerek hayatta kalanlar. Cumartesi Anneleri, orta yerde dayaklar yiyerek, hakaretlere uğrayarak orada her hafta oturdukları için bu topraklarda ciddi bir 'gözaltında kayıp' sorunu olduğu anlaşıldı. Bu konuda bir bilinç oluştu. İnsanları tek tek alıp kayıp edenler, kiminin işkenceden morarmış bedenini bir koruya ya da kimsesizler mezarlığına gömüverenler, mesleklerini eski rahatlıkla sürdüremez oldu. Kayıp edilenlerin sayısında büyük düşüş oldu. O analara siyasi, askeri kimsenin, şimdi 'anneler arasında ayırım yapılmaz' diyen Ağar başta olmak üzere en ufak bir saygı beslediğini görmedik. Ama tarihe de böyle yazılmalarına izin vermemek zorundayız. Onlar, çocuklarını dikkatsizlikten kayıp etmedi. Onların çocukları kayıp edildi. Bizzat devlet ya da devletle çalışan aygıtlar tarafından. Oğullarını, kızlarını yok ettikten sonra hâlâ nefretini boşaltamayıp analarının adını da küfür kılmak nasıl bir duygudur acaba? Genelkurmay Başkanı, ayırımcılıktan, bölücülükten yargılanmayacak tabii. Onun görevi bölücülerle savaşmak. Bir de mürtecilerle. Yakında askerin bir siyasi parti başkanına cevap vermesinin tuhaflığı da unutulur. Biz, şanlı Türk ulusuyuz. Çocukları koruyabildik mi ki anaları koruyabilelim?