Hayır demenin hayrı

-
Aa
+
a
a
a

15 Mayıs 2006Radikal Gazetesi

Albert Einstein, savaşı gözünden bilmişti. Fizikçi, en büyük yanılgısının, F. D. Roosevelt'i Nazi Almanya'sına karşı atom bombası üretimine teşvik etmişliği olduğunu ABD atom bombasını sivil nüfusun tepesinde patlattığında büyük bir acıyla anlamıştı. Hayatının kalanını silahsızlanma ve bir dünya hükümeti fikrini savunarak yaşadı. Etkin bir pasifist, bir antimilitaristti. ABD silahsızlanarak jeopolitik ve ekonomik hegemonyasından neden vazgeçsin, diye soranlara cevabı çok netti: "Amerika barış istemiyor mu?" Sonra da devam ediyordu: "Bir kişi ya da bir millet, silahlı kuvvetlerini uluslararası yetkelere devredip sınır dışındaki menfaatlerini güç kullanarak korumaya yeltenmeyeceğini ilan ettiği takdirde barışseverdir. Barış, tehditlerle korunamaz, ancak karşılıklı güveni oluşturmaya yönelik samimi bir çabayla korunur." Einstein, Yahudilerin topraklarına dönüşü hareketini desteklemesine rağmen sınırları olan bir Yahudi devletine karşıydı. Araplarla Yahudilerin birbirlerine saygı, güven ve şefkatle yaklaşmaları gerektiğini savunuyordu. Çaresizliğin öfkesi içinde haykırıyordu: "Milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır. İnsan ırkının kızamığıdır. Eğer bir adam bir marşa ayak uydurup, emir altında neşe içinde yürüyebiliyorsa, benim gözümde beş para etmez. Kendisine yalnızca bir omurilik yetebilecekken yanlışlıkla kocaman bir beyin sahibi olmuştur. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir. Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nasıl da nefret ediyorum. Ben savaşı öylesine tiksinti verici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi parçalayıp yok ederim daha iyi... Benim anlayışıma göre, savaşta adam öldürmek cinayetten başka bir şey değildir. Aynı zamanda hem savaşa hazırlanıp hem de savaşı önleyemezsiniz. Yalnız bir pasifist değil, militan bir pasifistim. Barış için savaşmaya gönüllüyüm. İnsanların kendileri savaşa gitmeyi reddetmediği sürece hiçbir şey savaşı durduramaz." Einstein, bu dünyaya anlı şanlı generallerin kattığından çok daha fazlasını armağan etti.

İHD'nin yeni komisyonu İHD, Vicdani Ret Komisyonu Deklarasyonu'nu basına sundu: "Vicdani ret en temel bir insanlık hakkıdır. Bu hakkı; inanç, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriyoruz.... Komisyon olarak; Savaşın insan kaynaklarını kurutmak için 'öldürmeyeceğiz, ölmeyeceğiz; kimsenin askeri olmayacağız' diyen vicdani retçileri destekleyeceğiz, yanlarında olacağız ve sorunlarının giderilmesi için çalışacağız; Militarizme karşı durmayı 'halkı askerlikten soğutmak' olarak suçlayan yasalara karşı çıkacağız ve kaldırılması için mücadele edeceğiz. Vicdani retçileri, emre itaatsizlikte ısrar suçlamasıyla yargılayarak, üç aydan dört yıla kadar hapis cezaları ile karşı karşıya bırakan Askeri Ceza Kanunu'nun 87. ve 88. maddelerine karşı çıkacağız. Askeri Ceza Kanunu'nun değiştirilmesi için mücadele edeceğiz. Şiddetin sorunları çözmede bir yöntem olarak benimsenmesinin, dayatılmasının ve sunulmasının -'iyi-kötü', 'meşru-gayri meşru', 'haklı-haksız' ayrımı yapmadan-karşısında olacağız. Her türlü savaşa ve çatışmaya karşı çıkacağız; Dinsel tercihi, cinsel yönelimi, milliyeti ve politik görüşleri ne olursa olsun askerlik hizmetini reddeden ve reddettiği için mağdur olan herkesin yanında olacağız;......... Bütün silahlı bireylere, 'kardeşine ateş etme' diye sesleneceğiz;... Bu çalışma süreçlerinde heteroseksist ve erkekçi-cinsiyetçi anlayışlara karşı da mücadele edeceğiz. Bir yaşam savunusu olan vicdani ret itaatsizliğini, militarizmin yargılama konusu yapmasını ve cezalandırmasını kabul etmiyoruz."

Söz Borchert'in Önemli oyun yazarı, şair ve öykücü Wolfgang Borchert 1947'de 26 yaşında öldüğünde ardında bir de 'Sonra Yapılacak Tek Şey Var' şiirini bırakmıştı. Askere alınıp gönderildiği Rus cephesinde 1942'de ağır yaralanmış, daha sonra da Nazizme karşı yazdıkları nedeniyle hapislerde çürümüştü. Ancak 1945'te ordudan kaçabildi. O şiiri Celâl Üster çevirisinden birlikte okuyalım: "Sen. Makinenin başındaki adam, atölyedeki adam. Yarın sana yarın su boruları ve yemek kapları yapmayı bırakıp miğferler ve mitralyözler yapmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Tezgâhı ardındaki kız ve büroda çalışan kız. Yarın sana el bombalarını doldurmanı ve keskin nişancı tüfeklerine dürbün takmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Fabrika sahibi. Yarın sana yarın talk pudrası ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Laboratuardaki araştırmacı. Yarın sana eski yaşamı yok edecek yeni bir ölüm keşfetmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Odasındaki şair. Yarın sana aşk şarkılarını bir yana bırakıp nefret şarkıları söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Hastasının başındaki hekim. Yarın sana cepheye gönderilecekler için sağlam raporu yazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Kürsüdeki rahip. Yarın sana cinayeti kutsamanı ve savaşa övgüler yağdırmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Gemideki kaptan. Yarın sana buğday taşımayı bırakıp tank ve top taşımanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Havaalanındaki pilot. Yarın sana kentlerin tepesine yakıp yok eden bombalar yağdırmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Dikiş masası başındaki terzi. Yarın sana asker üniformaları dikmeye başlamanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Cübbesinin içindeki yargıç. Yarın sana askeri mahkemeye gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Tren istasyondaki. Yarın sana cephane ve asker taşıyan trenlerin kalkması için sinyal vermeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Köydeki. Sen. Kentteki. Yarın askere alma belgeleriyle kapına dikilirlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de! Sen. Normandiya'daki ana, Ukrayna'daki ana, sen San Francisco'daki ve Londra'daki ana. Sen Hoang Ho ve Missisippi kıyılarındaki ana. Sen, Nepal'deki ve Hamburg'daki, Kahire'deki ve Oslo'daki ana; yeryüzünün dört bir yanındaki analar, dünyanın tüm anaları, yarın size askeri hastanelerde hemşirelik yapacak, yeni savaşlarda savaşacak çocuklar doğurmanızı emrederlerse, yapacağınız bir tek şey var: HAYIR deyin!....Analar, HAYIR deyin! Çünkü hayır demezseniz analar, eğer hayır demezseniz, işte o zaman, Pus çökmüş, gürültülü liman kentlerinde iniltiler çıkaran koca gemiler suskunluğa bürünecekler ve su almış dev mamut kadavraları gibi, rıhtımların yosun ve midye bağlamış, ölgün, ıssız duvarları önünde miskin miskin yalpalayacaklar; daha önce ışıltılar saçan o görkemli gövdelerden, bir balık mezarlığı gibi, çürük, sayrı, ölü kokular yayılacak... Tramvaylar, iç karartıcı, aynalı kuş kafesleri gibi eğrilip bükülecekler ve bombaların açtığı çukurlarla kaplı, yitik sokaklardaki damları delik deşik barakaların ardında, teller ve rayların şaşkın çelik iskeletlerinin yanı başında, patlamış taç yaprakları gibi öylece uzanacaklar... Çamur rengi, ağır, kurşun gibi bir sessizlik ortalıkta kol gezecek; tüm obuluğuyla büyüyerek, okullara, üniversitelere, tiyatrolara, spor alanlarına, çocuk bahçelerine ürkünç, açgözlü ve önlenemez bir biçimde çöreklenecek... Bunların hepsi olacak... Altın sarısı, sulu üzümler bakımsız yamaçlarda çürüylecek, pirinçler kıraç topraklarda kuruyacak, patatesler sürülmüş tarlalarda donacak, ölü sığırların kaskatı kesilmiş bacakları ters çevrilmiş süt sağma tabureleri gibi göğe dikilecek.... Enstitülerde, büyük hekimlerin dâhice buluşları çürüyüp küf tutacak.... Son un çuvalları, son çilek reçeli kavanozları, balkabakları ve vişne suları mutfaklarda, odalarda, kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda bozulup heba olacak; devrilmiş masaların altındaki, paramparça tabaklardaki ekmek küf bağlayacak, eremeş tereyağlar arap sabunu gibi kokacak; tarlalardaki ekinler, paslanmış sabanların yanı başında bozguna uğramış bir ordu gibi boyunlarını bükecekler; fabrikaların çimenle örtülü tüten bacaları un ufak olacak.... Sonra, deşilmiş bağırsakları ve zehirlenmiş ciğerleriyle son insan, ışıldayan güneşin ve yanıp sönen takımyıldızların altında bir başına dolanıp duracak; bir deri bir kemik kalmış, çılgına dönmüş son insan uçsuz bucaksız mezarlar, dev beton blokların soğuk putları ve ıssız kentler arasında yalnız başına bir küfür gibi dolanırken şu korkunç soruyu soracak: NEDEN? Ve bu soru bozkırlarda hiç duyulmadan yitip gidecek, yıkıntılar arasında sürüklenip kiliselerin molozları arasında yok olacak, girilmez yer altı sığınaklarına çarpıp parçalanacak. Son hayvan-insanın son hayvansı çığlığı hiç duyulmadan, hiç yanıtlanmadan kan göllerinde boğulacak.... Bunların hepsi olacak, yarın, belki bu gece, eğer...eğer...eğer...HAYIR demezseniz!"