Merhaba kâinat!..
Çılgın koşuya devam... Kopenhag Zirvesi’ne artık günler kala, sürpriz-şok-radikal öneri ve hamleler: Erdoğan Kıbrıs ve AGSP’nin, AB ile tek bir paket halinde çözülmesi önerisini getirdi. Bu, "yasak şehir” Ankara’nın politikasından bir kopuş anlamına geliyordu. Cumhuriyet gazetesi olayı “Türk diplomasisinde gelenekler yerle bir” üst başlığı ile verirken, “Türk tezlerine aykırı söylemlerin sürdürüldüğü”nü belirtiyordu. Yani, solcu/ilerici bir gazete, geleneklerin takipçiliğini yaparak sıkı muhafazakârlara özgü bir söylem getiriyor; kendisini muhafazakâr bir parti diye ısrarla tanımlayan iktidar partisinin lideri de, geleneklerden kimine (meselâ muhafazakâr sayılan Zaman gazetesine)göre radikal bir kopuşu ifade ediyordu.
Başbakan Gül de AB’yi “şoke edecek” ve Avrupa liderlerine artık söyleyecek birşey bırakmayacak çalışmalar içinde olunduğunu, Kıbrıs’n mutlaka çözüleceğini (meselâ Radikal’e) açıklarken, hatırlanamayacak kadar uzun bir zamandan beri “çözümsüzlük çözümü”nü benimsemiş o Ankara çizgisinden hayli keskince bir kopuşu da dile getirmekteydi. Tabii, tefrikacılarınız o geleneksel “türk tezleri”nin nerede, hangi türkler tarafından oluşturulduğu, ya da ezici bir seçmen oyu ile iktidara gelen partinin başındaki iki seyasetçinin “türklerin” bulunmadığı bir yerden mi geldikleri gibi absürd soruları sormayacaklar artık -- vakitleri yok çünkü.
Eski Cumhurbaşkanı ve darbe lideri Evren, 40 yıllık Kıbrıs sorununun artık çözülmesi zamanı geldiğini, toprak vermenin bile sorun olmayacağını “şok-sürpriz-radikal” bir şekilde CNN Türk ve Yunan Televizyonlarına açıklarken (Hürriyet), geleneksel “türk tezleri”ne aykırı davranıyordu tabii. Sonradan müzakerelerle verilmek üzere fazladan toprak verildiğini açıklayan kişinin, o toprakların alınması harekâtı sırasında Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı olan kişi olması ilginç: Bu meseleleri en iyi bilebilecek kişilerden biri olduğu konusunda tereddüt olamaz. Tabii, tefrikacılarınız, eski Devlet başkanının “türk tezleri”nin oluşturulduğu merkezlerden başka bir mahalde mi yaşayıp durduğu sorusunu sormayacaklar artık – malûm, zaman dar.
Muhafazakârlık/ilericilik/radikallik derken, bir de “köktencilik” meselesi var tabii. Erdoğan, bir yabancı gazetecinin “AKP İslamcı bir parti mi?” sorusuna, ilk bakışta insana çok çarpıcı gelmese bile, biraz düşününce bayağı “şoke edici” gelebilecek bir yanıt veriyor: “İslam leke, hata kabul etmez. Oysa, siyasi partiler ya da kurumlar hata yapabilir. İslam hiçbir kurumun sıfatı olamaz. Biz kendimizi muhafazakâr demokrat olarak değerlendiriyoruz.” (Zaman)
“Şok” meselesi şundan: Dünyada Avrupa ve ABD’yi en çok ilgilendiren “uluslararası terörle savaş” konusunda onlara ilginç bir mesaj olarak da yorumlanabilir bu. Yani, 11 Eylül, Bali vb. olayları üzerine çokça kurulan medeniyetler çatışması ya da Doğu (İslam)-terör ilişkisi çizgisinden radikal bir ayrılığı dile getirmiyor mu bu kısa cevap: Cemaat-i İslami, İslami Cihad, Hamas, Hizbullah gibi kuruluşların İslami sıfatlarını yekten reddetme, terörle İslam dinini birbirinden kopartma mesajını?
Şoklar-sürprizler-radikal kopuşlar ya da yeni açılımlar birbiri ardından peşpeşe geliyor yani. Aslında, inanılmaz temponun tozu-dumanı arasında belki de pek farkedemediğimiz bir olgu da, bu şoklarla sürprizlerin nice zamandır gelmekte olduğu idi. Belki de yarım yüzyılı aşkın bir zamandır diplerden gelmekte olan bir dalganın “şokları”nı şimdi kuvvetle hissediyoruzdur. Bakınız, 17 yıldır ülkenin ve belki biraz da dünyanın ekonomi politiğini dikkatle gözleyen bir derginin, İktisat, İşletme ve Finans dergisinin kurucusu ve yöneticisi Ali Bilge nasıl özetliyor bu süreci:
"Ben yeni bir merkez inşa edeceğim” diye geliyorsunuz, eğer bu merkezin inşasını gerçekten yapmak istiyorsanız, çürüyen merkezin ittifakları ile işbirliği içinde olarak mı bu işe kalkışacaksınız, yoksa gerçekten burada yeniyi yapabilecek misiniz?
Aslında Türk toplumu eskiyen kontratlarını yenileme aşamasına geldi. Bunu 60 yılda da alabilirsiniz, 30 yılda da... iktisadi kontratlar bunlar, siyasal kontratlar, sosyal kontratlar... Bunlar eskidi. Bir kontrat değişikliği dönemine geldik. Bize bütün bu dünyadan krize ilişkin, modernleşme sürecine ilişkin, entegrasyona ilişkin gelenler, bizim içerideki tepkilerimiz, eskiyen kontratların yenilenmesi. AKP bu eskiyen kontratları nasıl yenileyecek? Tabii 15 aylık genç bir parti, beklentileri de çok yükseltmeden değerlendirmenin gerektiğine inanıyorum, çünkü bir tarafta ‘öldük bittik kesimi’ var, bir tarafta ‘büyük bir devrim arifesindeyiz yaklaşımı’ var. AKP bunların içerisinde kendine, enerjisine, sermayesini hangi yönde harcayacak? Bunları bazı başlıklarda görebilmek mümkün ama, bundan sonraki ilk 6 aylık enerjisini nasıl harcayacağı, geleceği açısından belirleyici olacak diye düşünüyorum.
Türk insanı yeni bir devlet projesi ile, -ama bu AKP ile başlayan bir süreç değil, tıkanıklıklar bu noktaya getirdi- AB konsepti ile, Dünya Bankası ve IMF ile olan ilişkilerinde yeni bir kaynak dağılım ve bölüşüm mekanizması ile sosyal, iktisadi ve siyasal kontratlar arifesinde. Böyle bir sürecin gelişebileceğini düşünüyorum."
Toplumsal sözleşmenin yenilenmesi hayli ağır ve sancılı bir iş olmalı: Şokları da işte ondan bol...
Devamı yarın...