Merhaba kâinat!..
Şaşıracaksınız, ama bugünkü tefrikamızın ana konusu, savaş. Komşumuz Irak’ta korkunç Saddam rejimini değiştirip insanlık camiasını tehlikeden korumak için yapılacak ve muhtemelen ülkemizdeki üslerden yapılacak bombardımanla başlatılacak topyekûn istilâ savaşının tefrika okurlarını ilgilendireceğini düşündük nedense.
Önce, bu savaşın tarihi: Savaş meselesini en yakından biliyor olması gerekenlerden biri, TC Hükûmetinin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı, “Aralık ayından da yakın bir tarihte olabilir,” demiş tarihi açıklamasında (Zaman). Ulusal marş şairi Mehmet Âkif’i anmamak elde değil bu noktada: “...Doğacaktır sana vaad ettiği günler hak’kın, Belki yarın, belki yarından da yakın.”
Tabii, şairin kasd ettiğinden ötede bir anlam da yüklememiz mümkün: Hak’ın vaadettiği günler kadar, kudretin vaad ettiği günler de sözkonusu olabilir bu arada. Eh, “kudret” kelimesinin son derece dünyevî olan “güç” anlamının yanı sıra, semavî ve tanrısal bir anlamı olduğunu da akıldan çıkarmıyor tefrikacılarınız. Artık Lingua Franca, yani evrensel dil olan İngilizce söylemeye çalışırsak: “Might makes right” diyebilir miyiz? “Kudret, haklı mıdır?
Bu arada, iki arada bir derede kalmış gibi gözüken bir Türkiye: ABD’nin kendi topraklarını rampa yaparak böyle bir yıkıma girişmesine – büyük riskleri dolayısıyla haklı olarak – karşı çıkan, ama aynı zamanda bu savaşı tutkuyla kovalayan ABD ve İsrail gibi iki müthiş kudretli müttefikine nasıl karşı koyacağını – gene İMF borçları ve belki tank modernizasyon ihaleleri dolayısıyla – pek bilemeyen bir Türkiye. ABD’nin üzerlerinde epey hesap yaptığı Irak muhalefetinin önemli parçasını oluşturan Kürtlerin Kuzey Irak’taki otonomi tasarılarına da bir yandan – kendi bütünlüğü adına – karşı çıkan Türkiye. Çok karmaşık ve çetrefil bir durum var yani ortada. Başbakan ve yardımcısı, K.Irak’ta federasyon öngören yeni anayasa taslağını ve Erbil’de yapılan Kürt parlamentosunu izledikten sonra, hem taslakta hem de parlamento toplantısında “ölçünün kaçmış” olabileceğini, Sevr’e müphem de olsa atıf yapıldığını, federe devlete de bağımsızlığa yakın bir statü öngörüldüğünü söylemişler. Böylece, ölçü kaçınca da Türkiye’nin kendi açısından “gerekli gördüğü önlemleri alacağını” ilân etmişler (Fikret Bila/Milliyet).
Bölgenin ve hatta dünyanın denge ve haritalarını değiştirebilecek bir savaştan bahseden pek çok uluslararası yorumcudan biri olan Simon Tisdall da, Guardian’da "America’s great misleader” (Amerika’nın büyük yanıltıcısı [–ya da “kılavuz kargası]”) başlıklı yazısında bu “ölçünün kaçması” meselesine eğiliyor. Yalnız, onun “topu kaçan kantarı”, başka: Tisdall, ABD Başkanı Bush’un, Amerikan ulusuna hitaben yaptığı son konuşmasında, saldırı politikasının amaçlarına ulaşmak için artık çocukları bile korkutmayı denediğini, burada artık ipin ucunu kaçırdığını yazıyor. (“Irak, pilotsuz hava araçları ile ABD’yi hedef alan biyolojik ve kimyasal saldırılar düzenleyebilir” sözleriyle, siyaset alanından “dehşet ve korku filmleri” alanına kaydığını söy lüyor. Bağdat'tan havalanan pilotsuz uçakların ABD topraklarına ölümcül mikroplar saçması ihtimali, düşündürücü belki de, inandırıcı mı, onu saf tefrikacılarınız bile hâlen çözebilmiş değil.)
Tisdall’ın yazısı, çok ilginç bir saptama ile başlıyor: ABD’nin en büyük üç televizyon kanalı da, Bush’un mezkûr konuşmasını ekranlarında canlı olarak yayınlamayı reddetmiş! “Amerika’da ‘savaş’ tartışmasının nasıl geliştiği hakkında ilginç ipuçları veren bir durum bu.”
Aynı yazı, daha da ilginç bir öneri ile son buluyor: “Bu Amerikan tartışması geliştikçe, Bay Bush münazarayı kaybetmeye başlıyor. Belki [uyarılara] kulak verir. Ama belki de, burnun dikine gider. İşte bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda, rejim değişikliği zorunluluğu gerçekten ön plana çıkacaktır. Washington’da bir rejim değişikliği yani!”
“Ortadoğu’dan kalkıp ABD’yi vuracak insansız uçaklar”...
Sivil kalabalığın ortasına roketler atıp insanları öldüren insanlı helikopterler...
Sivil kalabalığın ortasına roketler atıp insanları öldüren insanlı helikopterlerin faaliyetini “başarılı ve zor bir operasyon” diye nitelendiren eski general ve yeni başbakanlar...
Dev şirket yolsuzluk ve sahtekârlıklarını soruşturmak üzere kurulan “temiz eller” komisyonunun başına getirilen dev şirket yolsuzluk sanıkları;
Saldırmaya hazır ABD ordusundan sorumlu Bakan olarak göreve getirilen eski yolsuzluk sanıkları...
Türkiye'de "düzenlemelerin ardından Türkiye'de düşünce suçlusu kalmamıştır" diyerek Avrupa Birliği'ne "posta atan" çok yetkililer...
varsa eğer:
Başbakan’ın “ölçü kaçtı” şeklindeki beyanında ne kadar haklı olduğunu kabul etmemek mümkün mü?
Devamı yarın...