Merhaba kâinat!..
ABD’de Bush yönetimine endişeyle bakanların sayısında bir artış mutlaka vardı, ama bunu görebilmek pek mümkün değildi son zamanlara kadar. 11 Eylül saldırılarının ardından o kadar savunmaya çekildi ki Amerika, ismiyle özdeşleşen değerleri büyük ölçüde bir kenara bıraktığı gibi, azalacağına artan bir paranoyanın da esiri olmaya başladı. Bu paranoyayla beraber fütursuzlaştı (BİA’dan öğrendiğimize göre, Dr. Haluk Gerger’i, ‘vizeniz Dışişleri Bakanlığı tarafından iptal edildi’, diye havaalanından çevirmişler), emperyal dürtüler saklandıkları yerden fırladılar ve gezegenimizde en çok telaffuz edilen kelimelerden biri gene ‘savaş’ olmaya başladı.
Son günlerdeyse, eski özgürlük rüzgârından çok bir serbestlik meltemine benzer bir esintiyle yelkenlerini şişirir gibi olan savaş karşıtları, gitgide daha yüksek sesle konuşuyorlar. Hafta sonunda, Bizim Adımıza Olmaz hareketi tarafından düzenlenen gösterilerde, onbinlerce insan New York, Chicago, Los Angeles, San Francisco, Seattle gibi şehirlerde toplanarak, “Savaşa Hayır!” dediler. Bu seslere, Hollywood’un pırıltılı dünyasından isimler de destek veriyor: BarbraStreisand, Susan Sarandon, Jane Fonda, Jessica Lange... Bu arada, Steven Spielberg ile Tom Cruise, Bush’u destekliyorlarmış -ki bu tutum ‘azınlık raporu’ kapsamında ifade edilemiyor maalesef.
Savaş karşıtı gösteriler, ABD ile sınırlı kalmadı. İtalya’nın hem Milano, hem de Roma kentlerinden yaklaşık 1.5 milyon kişi yürüdü hafta sonunda. Kamuoyunun ‘oyu’nu pek dikkate almamasıyla maruf Berlusconi’nin, alışkanlığını gözden geçirmeyeceğini bilemiyoruz, ama Bush’a kayıtsız koşulsuz destek verirken arkasında yekvücut bir İtalya bulunmuyor galiba. Gösterilere sahne olan ülkelere Avustralya ile Yunanistan’ın isimlerini de eklememiz gerekiyor.
Savaş karşıtı gösteriler sürerken Başkan Bush da bildiğini söylemeye devam ediyor. Haftalık radyo konuşmasında tehlikenin büyümeye devam ettiğine ve savaşın kaçınılmaz olabileceğini dile getirmiş. Büyüyen bir tehdit elbette var, ama bunun kitle imha silahlarıyla birinci dereceden bağlantılı olduğunu söylemek zor. Neden derseniz; saygın İngiliz gazetesi Observer’ın yaptığı bir araştırmaya göre, ABD’nin bilhassa Rusya ile Fransa’yı ikna etme çabalarının ardında basbayağı petrol yatıyormuş. Daha doğrusu, bu iki ülkenin ayak diremelerinin ardında petrol yatıyormuş. Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2001 yılı Dünya Enerji Görünümü çalışmasına göre, Saddam’ın yabancı ülkelerle yaptığı petrol anlaşmalarının toplamı -sıkı durun- 1.1 trilyon dolarmış. Bu toplamın içinde Rusya’nın 70 milyar dolarlık anlaşmaları bulunuyor. Öte yandan, Fransa’nın kamuya ait petrol firması TotalFinaElf ile ABD arasında, petrol bölgelerinin savaş sonrasında dünyanın büyük şirketlerine nasıl dağıtılacağına ilişkin görüşmeler devam ediyormuş. Biz saf tefrikacılarınız da Fransa ile Rusya’nın insaniyet namına tereddüt gösterdiklerini düşünüyorlardı. Halbuki, hesap basit: ABD’nin günlük ham petrol ihtiyacı 20 milyon varil ve bunun yarısına yakınını karşılayabilecek tek ülke var. Irak.
Bütün bunları unutup meseleye tekrar ‘terörle savaş’ perspektifinden bakmayı -gene de- becerebilirsek göreceğiz ki bugün ‘Kalıcı Özgürlük’ tesmiye edilen Afgan savaşının başladığı günün sene-i devriyesi. Geçen bir sene içinde neler olup bittiğine şöyle bir bakalım:
En az 3 bin 600 Afgan sivilin öldüğüne inanılıyor. 10 bin ton bomba atılmış. ‘Ülke inşası’ için Batı’dan 15 milyar dolar yardım gerekiyormuş, ama 4.8 milyar dolar taahhüt edilmiş ve onun da henüz 1.8 milyar doları gelmiş. Bu paranın büyük bir bölümü, 7 milyon Afgan’ın açlıktan ölmemesi için seferber edilmiş. Çarpışmalar sırasında 16 Amerikalı ölmüş, uçak kazalarında ve diğer işlerde ölenlerin sayısı ise 23. İngiliz askerlerinden ölenlerin sayısı, 3. Biri arkadaşlarının ateşiyle vurulmuş, diğer ikisi kavga ederlerken... Sekiz yabancı gazeteci ölmüş. 1 milyon 700 bin mülteci dönmüş ki bu beklenenden yüzde 70 oranında daha fazlaymış. Bu fazlalık, Kabil’de sokak çocuklarının sayısının 38 bine yükselmesine neden olmuş. Mart ayında 1.5 milyon öğrenci için okullar açılmış ve bu çocukların çoğu 6 yıldır okula gitmiyorlarmış zaten. Öğrencilerin yüzde 30’u kızlardan oluşuyormuş ve okula gidemeyen çocukların sayısı 3 milyonmuş. Kızların yüzde 96’sı, erkeklerin ise yüzde 60’ı okuma-yazma bilmiyorlarmış. Taliban yönetimince yasaklanan afyon üretimi, 2001 yılında 185 tonken 2002 yılında 2 bin 700 tona yükselmiş...
Kalıcı Özgürlüğün birinci yaşında durum böyle. Ağustos sonunda ilk Britanyalı turistler de gelmişler Afganistan’a...
Ne için yapılmıştı bütün bunlar?... Usame bin Laden ortadan kaldırılsın, diye değil mi? Ama, El-Cezire televizyonunun yayınladığı yeni bir ses kaydına bakılırsa Bin Laden’in hayatta olduğuna inanılıyormuş.
Devamı yarın...