Merhaba kâinat!..
Haftanın sonuna geldik ve tefrikacılarınızın gözünde bir haftalık bir tatil hasreti buram buram tütüyor doğrusunu isterseniz.
Johannesburg ya da delegelere daha cazip gelen ismiyle Joburg’daki Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi devam ediyor ve önümüzdeki hafta sona erecek.
Almanya Şansölyesi Gerhard Schroeder, zirve için kaleme aldığı konuşmasında, zengin ülkelerin gayreti olmaksızın fakir ülkelerin hiçbir adım atamayacağı tespitini tekrarlamış. Birbirimizden bir şey öğrenme fırsatını ve somut bir ilerlemeye ulaşma şansını kaçırırsak bu zirve boşa geçmiş olacaktır, diyor ve ABD’nin üzerine düşeni mutlaka yerine getirmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Ama ABD aynı fikirde değil. Onlar, bilhassa zirvedeki delegasyonun ifadesiyle, çevre konusunda bütün dünya ülkelerinin önünde gittiklerine inanıyorlar. Delegasyondan Paula Dobriansky bunu söylediği zaman bir kahkaha kopmuş salondan, ama olsun. Onlar inanıyorlar işte...
30 Ağustos Zafer Bayramı sebebiyle de olabilir, bitmeye yüz tutmuş bir yaz mevsiminin son demlerinin hareketsizliği de olabilir, hangi sebeple bilinmez, ama Türkiye gündeminde bir ağırlık, bir durgunluk var doğrusunu isterseniz. Bütün gazeteler farklı manşetlerle çıktığı zaman, bu ‘hiç haber’ demektir, malum. Birkaç gündür Türkiye’de durum bundan ibaret. Yabancı basını merak edecek olursanız onlar büyük bir ciddiyetle Zirve’yi, Ortadoğu’yu ve Irak’a açılacak savaşı izliyorlar.
Mesela, Fransa Başbakanı Jacques Chirac, sonunda dayanamayıp seslenmiş ABD’ye. Demiş ki tek taraflı hareket etmeniz ve uluslararası hukuku hiçe saymanız Fransa nezdinde asla kabul göremez.
Haberlere bakılırsa İşçi Partisi de Blair’i dürtüp duruyormuş, bu boyuneğme politikasından vazgeçmesi için. Blair’in bu desteğinin Britanya’ya bir şey sağlamadığını, hatta ülkenin itibarını azalttığını söylüyorlarmış, ama galiba çok geç artık Blair için.
Ortadoğu’ya gelince, İsrail’in yeni saldırısında bu sefer bir oğlan çocuğu yaşamını yitirdi. Arafat, İsrail’i, barış çabalarını sabote etmekle suçluyor, İsrail ise bermutad güvenliğini sağlamaya çalıştığını ifade ediyor. Ancak, geçen gün Britanya başhahamı Jonathan Sacks’in, şiddet kültürü Museviliğin temellerini çürütüyor dediği, tayin edici yazısının ardından beklenen kızılca kıyamet kopmuş bulunuyor. İsrail sağı, ‘istifa’ diye bağırıyor Sacks için, ama Jonathan Freedland, Guardian’da yayımlanan, ‘Şimdi Her Bir Yahudi Karar Vermeli’ başlıklı yazısında şunu söylüyor: “Barış yanlıları, başhaham konuşmakta çok geç kaldı diye homurdanmayı bırakıp bir an evvel onun yayında yer almalılar. Eğer bunu yapmazlar ve başhahamın düşmanları başarıya ulaşırlarsa bundan sonra hiçbir merkez lider sesini yükseltmeye cüret edemeyecek: farklı fikirde olmak sınırdışı edilecek, bir aforoz sebebi sayılacak. Bu destek, taktik bir destekten daha fazla bir şeydir, çünkü ahlakî bir prensip tehlike altında bulunmaktadır. Bana öyle geliyor ki tarih, Batı Şeria ve Gazze’deki İsrail işgalini, bunun aptallığını hangi İsrailli ve Yahudinin gördüğünü, hangilerinin görmediğine bakarak yargılayacaktır. Jonathan Sacks seçimini yaptı ve çizginin doğru tarafına geçti. Şimdi, Yahudi aleminin geri kalanı da nerede duracağına karar vermek zorunda.”
Tefrikacılarınızın tatili arifesinde vaziyet aşağı yukarı böyle. Gitmeden şunu da ekleyelim: Önümüzdeki hafta boyunca, okurken hayran olmaktan kendimizi alamadığımız ve bizce çizginin doğru tarafında yer alan yazılardan bir derleme sunmaya çalışacağız size...
Devamı 9 Eylül’e...