Merhaba kâinat!
Gölgede olmak kaydıyla hafif, sulu ve yavaş bir yaşam sürmek gerekiyormuş bu günlerde. Nem oranının yüksekliği yüzünden yaz sıcaklarının cehennem sıcakları gibi hissedilmesine karşı buymuş tek çare. Hafif ve sulu yiyecekler tüketilecek ve hızlı bir tempodan uzak durulacak... da bu nasıl olacak? Oturduk, ne yazalım diye düşünürken haber merkezi avaz avaza: “Bir milletvekili daha istifa etti, bir tane daha...”
Sonunda, koalisyonun Meclis’teki sandalye sayısı 275’e düştü. Ecevit’in, istifa etmeyi düşünebileceğini belirttiği sınır!
Ecevit, malumunuz, kısa bir süre öncesine kadar istifa etmeyi düşünebileceğini değil, istifa edeceğini söylüyordu, ama birdenbire Devlet Bahçeli’nin ‘desteğini’ kazandı. Ecevit, NTV’ye yaptığı açıklama sırasında, hükumetten çekilmeyi Bahçeli’nin doğru bulmadığını bizzat söylemişti. Peki son olarak ne diyordu Bahçeli: “276’nın altına düşünce de çekilmeyiz. Anayasa’ya göre hükumetin düşürülmesi için muhalefetin 276 oyu bulması gerekiyor.”
Yerden göğe haklıdır Sayın Bahçeli. Partisi, Meclis’te çoğunluğu ele geçirmiş durumdayken ve hazır iktidardayken neden çekilmeyi tercih etsin ki? Hem böylelikle, Meclis’te dördüncü parti durumuna gerilemiş DSP’nin Genel Başkanı’nına itibar etmek konusunda da kusur etmemiş, bir anlamda ‘düşene vurmamış’ olacak. MHP’nin başına geldiği günden beri yüzünden bir an bile düşürmediği ‘ağırbaşlı, ciddi, düşünceli devletadamı’ ifadesine yakışır bir performans sergileyecek. Bahçeli’nin başka bir seçeneği olduğuna inansaydık bunları takdir edebilirdik belki, ama yok başka bir seçenek. Bahçeli’nin, Ecevit’ten de daha çok ihtiyacı var iktidara tutunmaya. Kamuoyunun büyük oranda desteklediği Avrupa Birliği’ne üyelik konusunda demagojik bir üslupla ayak direyen, ekonomiden kültüre hemen hiçbir alanda politika üretemeyen, sadece görünüşten ibaret bir ilkeliliğin dikişini tutturmaya çalışan, tabanını kaybeden, hatta tanımlı bir tabanı olduğu bile şüpheli bulunan Bahçeli’nin, TBMM çoğunluğu hazır eline geçmişken hükumetten çekilmeyi desteklemesinin ne anlamı olabilir ki? Velhasıl, yerden göğe haklıdır Sayın Bahçeli ve son derece parlak bir hamle yapmıştır. “İktidarda kalacağız. Bizim dışımızda kalanlar da AB konusunda samimiyseler Meclis’ten bu reformları geçirirler,” diyor. Sayın Bahçeli, bu hamleyi neden DSP dağılmadan yapmadı, sorusunu da sormayalım ve mızıkçılık etmeyelim isterseniz.
Şimdiii... Derviş, ekonomik programın her koşulda sürdürüleceğini, çünkü IMF’ye söz verildiğini söylüyor; Ecevit, göründüğü kadarıyla, herhangi bir sağlık sorunu işareti vermeksizin bir savaş hâli enerjisiyle icraatine devam ediyor; erken seçim konusunda sorun yok... O halde, yeni oluşumun bir ‘dirilme’ hareketinin yanı sıra bir ‘program’ hareketi olduğunu göstermesi gerekliliği de aciliyet arzetmeye başladı demektir. Haydi hayırlısı.
Bu arada, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz harıl harıl ‘Irak savaşı’ diplomasisi sürdürüyor. İstanbul’a geldi, sonra Afganistan’a uçtu, arkasından hemen gene döndü İstanbul’a. Aklıselim sahipleri Irak ile savaşın bölgeyi büyük bir felakete sürüktleyeceğini belirtiyor, Guardian gazetesi Britanya’nın neden savaşacağını soruyor, ama bütün bunlara cevabı siyasetbilimci Immanuel Wallerstein ta Nisan ayında vermiş zaten. Bush’un savaşmaktan başka şansı olmadığını söylüyor Wallerstein. Çünkü kendini bir “savaş başkanı” olarak tanımladığını anlatıyor Bush’un. Kamuoyundaki yüksek desteğinin nedeni de barıştan çok savaşa, şahinliğe yatırım yapmış bir başkan olmasından kaynaklanıyor. Hele bugünlerde, bilhassa şirket skandalleri yüzünden bu destek azalırken Bush’un Amerikan halkını etrafında toplayacağı bir davaya daha da fazla ihtiyacı varmış gibi görünüyor. Yoksa aylardır uykuya yatırılmış olan savaş konusu neden şimdi masaya sürülsün ki?
Ve neden bu kadar sıradanlaşsın ki bu ‘savaş’ kelimesi?..
Devamı yarın...