Merhaba kâinat!
Tam 63 gün aradan sonra Başbakan parti grubuna katıldı. Çalıştığımız büroda televizyonun başına toplandık ve Ecevit’in her fırsatta dile getirdiği sıhhatliliğinin izlerini aradık konuşmasında, hareketlerinde...
Başbakan’ın aksamadan yürümeyi becerdiğini ciddi ciddi iş edinip yazan gazetecilerimiz olduğu gibi, kısa konuşmasındaki dil sürçmeleri de uzunundan kısasına yer buluyordu basında. Hürriyet gazetesinin mütevazı derlemesini aktaralım:
“Başbakan hastalığından bu yana Oran Şehri’nde nöbet tutan gazetecilere teşekkür ederken Oran yerine “Koran’daki evimiz”dedi. İdam cezasının kaldırılması yerine “kullanılması”sözcüğünü kullandı.IMF Başkan Yardımcısı Ann Kruger’in adını söylemedi, IMF Genel Başkan Yardımcısı olarak takdim etti.İyiliğe kelimesini iyilişkiye, kaburga kelimesini de kas, kaşır gibi kelimelerle tekleyerek söyleyebildi.Değerlendirmelerinizi, kolaylıklarımızı ve sağlayabilecek kelimelerinde dili kısa bir süre tutuldu.Bazı cümleleri tamamlamak için sesi yetmedi. Bazı cümlelerin sonunu tamamlayamadı.Başbakan, yanlış söylediğini düşündüğü bazı kelimeleri tekrarlarken de yanlışlara düştü. “Muhabirinde muhabirlik taslayan, gazeteci yapan gençlerimiz, gazetecilerimiz her zaman tarafsız davrandılar”gibi cümleler kuran Başbakan, grup uzmanlarındaki uzmanları sözcüğünü ikinci kez tekrarlarken de “uzanları”dedi."
Ecevit’i dinlerken, hayır; daha çok seyrederken birdenbire birbirimize ne kadar rahatsız olduğumuzu itiraf etmeye başladık. Bakmamamız gereken, ama bakmak zorunda bırakıldığımız bir görüntüye bakar gibi bakıyorduk ekrana. Bunun, bize bir hastayı rahatsız ediyormuşuz hissini verdiğini konuştuk kendi aramızda. Başbakan Ecevit genellikle iddia ettiğinin aksine pek de sağlıklı görünmüyor, halkın iyiliği için sağlıklı gibi görünmesi gerektiğini düşünüyor, bu düşünceyle riskler alıyor, doktorlarını da, halkını da üzüyordu. Sıradan bir grup toplantısı sonu gelmez bir tedbirler silsilesine, korumalar koridoruna, akıl almaz bir ihtiyat gösterisine ve en nihayetinde herkesin bir aksaklığa neden olurum endişesiyle neredeyse nefes almaya çekindiği bir gerginlik atmosferine dönüşüyordu. Siyasetin yürümesi, istikrarın korunması için gerekli görülen Başbakan’ın mevcudiyeti, siyaset ya da istikrarla hemen hiç ilgisi olmayan bir ‘thriller’ halini alıyordu. Sonra oturup tartışıyorduk; erken seçim dedi mi, demedi mi, yanlış mı anlaşıldı, anlaşılmadı mı, piyasalar neden sarsıldı, Hüsamettin Özkan neden yoktu, sahiden eşi mi hastaydı, başka bir mazereti mi vardı...
Hemen her gün dolar ile borsanın hareketini okuyoruz, dinliyoruz. Bunların yeni bir tarafı var mı? Dolar ile borsanın, piyasaların, ‘kişileştirme sanatı’na örnek teşkil edecek şekilde inip çıkmasının, dalgalanıp durması sinirini bozmuyor mu kimsenin? Piyasalar bunu hep yapıyor da biz ne yapıyoruz? Yeni Şafak gazetesi “Milli Trajedi” manşetinin altına, “Hasta olduğu halde zorlanarak ‘aktif’ görünmeye çalışan Ecevit’in hali artık sadece üzüntü veriyor” diye yazmış.
Belki bir diğer milli trajedi de, erken seçim kararının istikrarsızlık getireceğinden çekinmek ve istikrarın ancak hasta Ecevit’in hükûmetin başında kalarak korunacağına inanmaktır. Milli trajedi belki de, ‘istikrar’ diye, tarifi giderek bulanıklaşan bir hâl uğruna, ekrana bakarken rahatsız olmayı içe sindirmektir.
Devamı haftaya...