Merhaba kâinat!
Çocukluğumuzda okuduğumuz romanlardaki maceraların gizemli mekânlarından Himalayalar’da böyle bir olayın geçebileceğini asla hayal edemezdik. Olay basit aslında, ama sahiden hayalgücünün sınırlarını aşıyor. Bilimadamları diyorlarmış ki, Himalayalar’da bulunan kırktan fazla sayıda göl taşmak üzereymiş ve bu durum ciddi bir sel tehdidi meydana getiriyormuş. Sıcaklıkların artması yüzünden göllerin çevresindeki buzullar erimeye başlayınca göllerdeki su seviyesi de yükselmeye başlamış. Bölgedeki sıcaklık 1 derece daha yüksekmiş 1970’lere nazaran. Bölgede çalışan BM yetkilileri, Nepal’de 20, Butan’da ise 24 gölün kritik durumda olduğu belirtiyorlarmış. Göllerde, ortalama olarak 30 metrelik bir su seviyesi düşürme operasyonun da gerekli olduğu ayrıca ifade ediliyormuş. Buzulların erime hızı da ürpertici; Butan’daki buzullar senede 30-40 metre geriye çekilirken Tradkarding isimli bir buzul ise sadece geçen sene 100 metre gerilemiş.
İsrail’in çekilme haberlerini izleyebiliyor musunuz, bilmiyoruz. Ama bu ağır ağır çekilmenin ardından gazetecilere gösterilen yerlerdeki manzaralar, yeni binyılın tarihine geçmiş bulunuyor, hem de çok fena halde... Reuters muhabirlerinin Cenin’de çektiği fotoğrafları görmelisiniz. Cenin’den, Ramallah’tan, Beytüllahim’den, Nablus’tan ulaşan tanıklıkları okumalısınız. Hiçbir şey söylenemez aslında, insanın nutku tutuluyor. Beytüllahim’deki Nativitas Kilisesi’nde iki haftadan uzun süredir kuşatma altında bulunan Filistinliler’e, sivillere ve kilise personeline sağır edici gürültüler dinletiliyormuş direnişlerini kırmak için. Ramallah’ta ise bir STK için adına 15 senedir şehirde bulunan Selwa Dheis’in bürosu, İsrail askerleri tarafından karargâh olarak kullanılıyormuş. Haftalardır elektrik ve gaz bulamayan insanların çamaşır makinelerinin içinde tahta tutuşturarak ekmek pişirmeye çalıştıklarını anlatıyor Dheis. Şu anda çatışma olmamasına rağmen kamu binalarının, özel öfislerin ve evlerin yağmalanmaya devam ettiğini de anlatıyor. Cenin ise tariflerin ötesinde bir yer (‘fotoğraflar’ı tıkladınız mı?). Başyazısında Cenin’i ‘cinayet mahalli’ne benzeten Guardian gazetesinden Suzanne Goldenberg, bir deprem sonrasını andıran şehirde gazetecilerin rehberler refakatinde gezdirildiğini söylüyor. Gazetecilerin girmesine en sonunda bir şekilde izin verilmiş olmasına rağmen yardım örgütlerinin girmesine hâlâ izin yok. Bu yüzden ölü ve yaralı sayısı tam olarak hesaplanamıyor. 150 ile 500 arasında değişiyor iddialar. Ancak İsrail ordusu, geçen hafta 200’den fazla olan ölü sayısının bu hafta 46’ya indiğini söyledi. Evet, Guardian’da aynen böyle yazıyordu. Bu arada, Ketziot gözaltı kampının yeniden açılmış olduğunu da ekleyelim hemen. Ketziot gözaltı kampı, ilk intifada sırasında binlerce Filistinli’nin kötü muameleye maruz bırakıldığı yer olarak kötü bir şöhrete sahip. Koruyucu Kalkan operasyonu sırasında tutuklanan 4 bin 2 yüzden fazla Filistinli buraya nakledilmiş. Haberler yağıyor, ama at izini it izinden ayırmanın güçlüğünden de bahsetmiştik. Bilhassa askeri sözcülerin ağzından çıkan, bükülmüş, çarpıtılmış haberler ise İsrail’in derin nefreti körüklemeye yarıyor, diye yazıyor Amira Hass Haaretz gazetesinde: “Kuşatma altında, insanlık dışı koşullar içinde bulunmasına rağmen kurşun işlemez takipçileriyle beraber ve gücünden hiçbir şey yitirmemiş bir yönetici. Ayrıca, misyonlarına mütemadiyen ihanet eden kurtarma ekipleri ile tıbbi personel. Askeri ve siyasi sözcülerin, İsrail kamuoyuna itinayla yansıttıkları tablo budur.”
Bu arada, İsrail Başbakanı Şaron, Arafat’ın katılmayacağı bir bölgesel barış konferansı önerisinde bulunmuştu, hatırlayacaksınız. Şimdi de, “Kimin geleceğine ben karar vermiyorum. Onlardan kimin geleceğinin benim için önemi yok,” diyormuş. Şaron, mezkur konferansın Haziran ayında ABD’de toplanmasını da istemiş. Neden Haziran ve neden ABD? Bilemiyoruz. Ancak, Arafat’ın katılmaması konusundaki tavır değişikliğine ilişkin işaret bir yumuşama sinyali olarak algılanmış.
Sinyaller ve işaretler üzerinden yumuşuyoruz. Yumuşuyorsak...
Öte yandan, Britanya’nın eski İşçi Partili ve en kıdemli Yahudi parlamenterlerinden Gerald Kaufman, Şaron’un bir “savaş suçlusu” olduğunu belirterek Davud’un Yıldızı’nın sadece Şaron’a değil, bütün Yahudiler’e ait olduğunu hatırlatmış ve Şaron’a Yıldız’a kan bulaştırmaya son vermesi çağrısında bulunmuş.
RTÜK yasa tasarısıyla ilgili olara büyük basında büyük sessizlik sürerken Nazlı Ilıcak da Yeni Şafak gazetesinde bu muammaya değinmiş: “Radyo Televizyon Kanunu acaba ne getiriyor? Medya, kendisini yakından ilgilendiren böyle bir konuda neden yayın yapmıyor? Onlar, halkın doğru haber alma hakkını hiçe sayarak sussun. Biz yazmaya devam edelim.” Bu konuda, Radyo Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği (RATEM), Türkiye Bilişim Derneği, İnternet Servis Sağlayıcıları Derneği, İnternet Servis Sağlayıcıları Derneği ve İnternet Hukuk Platformu Temsilcileri bir basın toplantısı düzenledi. RTÜK yasa tasarısının medyada tekelleşmeye yol açacağını vurgulayan RATEM Başkanı Dursun Güleryüz, “Sorumluluk bilincinden uzaklaşacak bir medya, toplum yaşamını, ulusal güvenliği tehlikeye sokan bir güç durumuna gelebilir,” dedi. Basın toplantısında, böyle bir yasayla Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda ciddi bir geri adım atacağı da dile getirilmiş.
Bu arada, Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik görüşmeleri için bu yıl sonundan önce bir tarih belirlenmesi talebine, AB Dönem Başkanı İspanya’nın Dışişleri Bakanı Pique’den cevap gelmemiş. Pique, Cem’i haklı bulmakla beraber, reformların henüz Kopenhag kriterlerine uygun hale gelmediğini söylemiş.
Bu arada, Washington tedirginmiş. Neden derseniz, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’i yaklaşık iki gün kadar iktidardan uzaklaştıran askeri darbede CIA parmağı bulunduğu iddiaları ayyuka çıkmış.
Bir de, Hollanda birliğinin koruması altındaki Srebrenitsa’daki Sırp katliamında BM ile Hollanda hükumetinin sorumluluğu bulunduğunu bildiren rapor, Hollanda hükumetinin istifasına yol açtı. Avrupa tarihinde uzun bir süredir uluslararası bir sorun yüzünden hükumet istifası olmuyordu.
Devamı yarın...