No.106 - Tarih ve sorumluluk

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!

ABD Başkanı George Bush nasıl söyleyebildi bilemiyoruz, ama İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un bir barış insanı olduğunu söyledi. Şaron da, elhak yüzün kara çıkarmadı Bush’un ve Powell’la şakalaşıp gerginliğini attıktan sonra bir barış konferansı önerdi. ABD önderliğinde bir bölgesel konferans. Ama önemli bir şartı var Şaron’un: Yaser Arafat katılmayacak bu konferansa. ABD evsahibi konumunda İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Fas, Filistinli temsilciler ve diğer ilgili taraflarla görüşecek ve barış gelecek.

Filistinli temsilci Saab Erakat ise söz konusu önerinin tamamen hileden ibaret olduğunu ve şu anda önemli olan meselenin içinde bulunulan krizi önlemek olduğunu söylemiş.

‘İçinde bulunulan kriz’in ismi, sembolü: Cenin!

Batı Şeria’daki Cenin kasabasında bulunan Cenin mülteci kampında, tam anlamıyla bir muharebe yaşandı. Bunu, kampın sınırlarına yaklaşabilen gazetecilerin kamptan kaçabilenlerden duyduklarına dayanarak söylüyorduk. En son, Independent gazetesinde, kampa sızan bir Reuters fotoğrafçısının çekebildiği iki kare hakkında anlatılanları okuduk: Salonu ve odaları battaniyelere sarılı cesetlerle dolu, bir evin fotoğrafını çekmiş muhabir, İsrail askerleri tarafından kovalanıncaya kadar...

Bütün bu anlatılanlar, İsrailli barış girişimcisi ve gazeteci Uru Avneri’nin söylediklerini haklı çıkaracak gibi görünüyor. Avneri, Şaron’un bu yaptıklarıyla Filistin devletini yıkmak bir tarafa, aslında kurmuş bulunduğunu yazıyor: “Uluslar, efsaneler üzerine inşa edilir. (...) Jenin ile Arafat’ın Ramallah’taki karargâhı efsaneleri, yeni Filistin ulusunun bilincini şekillendirecek. (...) İnsanlar, Cenin’deki savaşçılarının tanklarının içinde güvencede bulunan İsrail askerlerinden daha büyük kahramanlar olduğu inancını taşıyacaklar. Liderlerini televizyonda gördüler; titrek bir mum ışığının altında, kuşatılmış bir büroda ve her an ölüme hazır olarak. O lideri, muharebe meydanından uzakta, koruma çemberi içinde oturan keyif içindeki İsrailli bakanlarla karşılaştıracaklar. Ulusal gurur böyle büyür. (...) Sonunda bir tek şey hatırlanacak: Bizim dev savaş makinemiz küçük Filistin halkına taarruz etti; küçük Filistin halkı ile liderleri direndi. Filistinliler’in gözünde, hatta başkalarının gözünde de, görkemli bir zafer olarak kalacak bu; çağdaş Davud’un Calut’a karşı zaferi.”

İsrail’de büyük çoğunluk Avneri gibi düşünmüyor elbette. Mesela, İsrail’in ciddiyetini gösterebilmesi için sivilleri de öldürmesi gerektiğini söyleyen Amotz Asa-El de var o çoğunluğun içinde. Filistinliler’in bütün intihar saldırılarını, İsrail’in sivillere aynı şeyi yapmayacağı mantığı üzerine kurduğunu söyleyen Asa-El, bunun tersinin gösterilmesinin zamanı geldiğini belirtiyor (cidden!). Halbuki, İsrail tarafının da sivilleri öldürmeye çoktan başladığı bilinmiyor olabilir mi?

Mamafih, Robert Fisk de Independent gazetesinde dünyanın ahlâk pusulasına ne olduğunu soruyor, Powell ile Şaron’un buluştuklarında şakalaşmalarını falan gördükten sonra. Bir de, Avrupa ne zaman ağırlığını koyacak, diye sormuş. Mütemadiyen soruyor bunu Fisk. Peki, Radikal gazetesinde okuduğumuz haberler, Avrupa’nın ağırlık koyduğuna mı işaret? “Almanya, İsrail’e silah yedek parçası satışlarını askıya aldığını resmen açıkladı. Britanya ve Fransa da İsrail’e fiilen ambargo uygularken İsviçre hükumeti benzer bir karar alıp almamayı tartışıyor.”

Aklımıza takılan bir soru var: Bu yaptırımların bir ciddiyeti varsa neden yabancı basında yankılarını göremiyoruz? Neyse...

Hafta sonunda bir askeri darbe oldu ve sonra olmamış gibi oldu. Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, askerler tarafından istifaya zorlanışının üzerinden 2 gün geçmeden tekrar başkanlık görevine geri döndü. Bu tuhaf ring seferi sadece bizi değil, haberi takip eden herkesi şaşırtmış görünüyordu. Ancak, Chavez’in başkanlığa geri dönüşündeki temel faktörün Venezuela halkının demokrasi aşkından ziyade ordunun alt kademelerindeki subayların eski asker Chavez’e bağlılığı olduğu belirtiliyor. Şimdi, iktidara geldiği üç sene öncesine nazaran çok daha düşük bir popülaritesi olan Chavez’i zor günler bekliyor. Dünyanın dördüncü büyük petrol ihracatçısı bir ülkenin halkının yüzde sekseni yoksulluk sınırında yaşarken Chavez’in sorunları nasıl ele alacağı merakla bekleniyor. ABD Güvenlik Danışmanlarından Condoleezza Rice da, Chavez’in bu fırsatı iyi kullanacağını umduğunu söylemiş. Rice’ın biraz buruk olduğunu tahmin edebiliyoruz esasında. Küba sempatizanı Chavez’in iktidardan uzak olmasını ABD de tercih ediyordu büyük bir ihtimalle...

Bir kayıp haberi de ABD’den. Oregon kentinde, ağaç kesimlerini protesto etmek için arkadaşlarıyla üç yıldır ağaçlarda oturma eylemi yapan Beth O’Brien, halatla başka bir ağaca geçmek isterken 45 metre yükseklikten düşüp öldü.

Türkiye’ye dönersek sayısı kırka yaklaşan yolsuzluk operasyonları nedeniyle ülkeyi ışıkları hiç kapanmayan bir ameliyathaneye benzettiğimizi daha önce de söylemiştik. Bugün yeni bir yolsuzluktan daha haberdar olmuş bulunuyoruz ki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan, bunun Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğu olduğunu söylemiş (Cumhuriyet). SSK’nın iyileştirici sarf malzemelerini ihale yapmaksızın aldığını ve bu durumu kendisinin 2 ay önce tesadüfen öğrendiğini belirten Okuyan, “Bu yolsuzluğun boyutu 1 katrilyonu aşabilir,” demiş (1 katrilyon mu?). Konuyla ilgili soruşturma, elbette, başlatılmış ve geriye dönük suç duyurularında da bulunulacakmış. Operasyona herhangi bir isim verilip verilmediğini bilmiyoruz, ama ‘Tampon 1’ denebilir mesela. ‘Tampon’, iyileştirici bir sarf malzemesi olduğu için. ‘1’ de, bu kadar büyük bir operasyonun tek adımda tamamlanması mümkün olmadığı için.

10 ay önce Türkiye’ye bir gece ansızın gelen Radyo-Televizyon yasası var tabii bir de. Sabahlara kadar uyumadan seyrettiğimiz için Meclis televizyonuna “rating” rekorları kırdırmıştı hani. Uyumadan seyretmiştik, çünkü belki bir daha hiç uyuma fırsatı bulamayacağımızı düşünüyorduk pek de haksız olmayarak. Ama, tefrikacılarınızdan daha da uyanık kalanlar yok değidi. 10 ay önce koalisyon liderlerinin, yani iktidarın uyanık bekçiliği sayesinde Meclis’ten rüzgâr gibi geçmişti o kanun. Ve Cumhurbaşkanı’nın 16 sayfa tutarındaki “hukuk risalesi”nde hukukun temel ilkelerine, başta ifade özgürlüğü olmak üzere bilumum temel hak ve özgürlüklere, eşitlik ve adalet ilkelerine, demokrasiye, ulusal güvenliğe, Anayasa’ya, ülkenin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, yargı bağımsızlığına, kamu yararına, serbest rekabet ilkelerine, haber alıp verme hak ve özgürlüğüne, internet âlemine egemen olan tüm ilkelere aykırı olduğu ortaya konan bu kanun gene uykuya yatmıştı. 10 gün kadar önce bir gece ansızın gene geldi. İki gün içinde Meclis Genel Kurulu’na çıkacak ve artık tefrikacılarınız, uzun bir uykuya yatabilecekler.

İnternet ve Hukuk Platformu (İvHP), “TBBM ve Kamuoyu’na” başlıklı açıklamasında, “TBMM’de bu amaçla verilecek her ‘evet’ oyu, halkın gerçekleri öğrenme hak ve özgürlüğünün ortadan kalkması, bilgi çağından uzaklaşarak gün ışığında yönetim/şeffaflık isteğinin terk edilmesi demektir,” diyor ve ekliyordu: “Tarih, sorumlulukları da yazar.”

Radyo Televizyoncular Yayıncıları Meslek Birliği (RATEM), gazete ve internet sitelerinde yayınlanan ilânlarında, “Tasarıya, başta tasarının muhatabı tüm radyo ve televizyon kuruluşları, tüm basın kuruluşları ve tüm internet yayıncıları ve bunun yanında çağdaş hukuk ve demokrasi ilkelerine inanan herkesin karşı koyması gerektiğinin haklılığı açık seçik ortadadır,” diyor ve ekliyordu: “Türkiye’de yayıncılığın geleceğini ilgilendiren yasa tasarısını, ilgili tüm çevrelerin ortak hareketle engelleme sorumluluğu açıktır.

Türkiye Bilişim Derneği (TBD) üyesi Mustafa Akgül, İnternet Haftası açış konuşmasında “RTÜK ve yeniden RTÜK ... taslakları... şimdi aynı hızla geçirilirken, tüm üniversiteler, tüm sivil toplum, İnternet Kurulu,, TBMM Bilgi ve Bilgi Teknolojileri grubu devre dışı kaldı... İnterneti bu toplumu birleştirmek, demokrasiyi geliştirmek, bilim ve teknolojiyi geliştirerek, rekabet gücünü arttırarak dünya ile bütünleşmek için kullanmak zorundayız...” diyor ve kekliyordu: “Bunu hayata geçirmek, derecesi farklı olmakla birlikte, hepimizin ortak sorumluluğudur.”

Tüm büyük televizyon kanallarının, tüm büyük radyo istasyonlarının, tüm büyük gazetelerin, akılları durduracak bir suskunlukla, haydi eski deyimle de söyleyelim, sükûnetle seyrettikleri bir tür yeni “takrir-i sükûn kanunu” (Ali Bayramoğlu/Yeni Şafak) bir gece ansızın gene geldi işte. Tefrikacılarınız tarih konusunda düşünüyorlar ve bir de, sorumluluk konusunda. Düşünüyorlar ve düşünüyorlar...

Devamı yarın...