Bu yazıyı 20 Temmuz 2002’de yazmaya başladım. Bu tarihte ABD ve Büyük Britanya Hava Kuvvetlerine bağlı uçakların, Irak’ın güneyini bombaladığı haberi geldi… Iraklılara göre 5 sivil ölmüş. ABD ise askeri bir hedefi akıllı bir bomba ile tahrip ettiğini iddia ediyor. Büyük Britanya ise ABD’nin açıklamasına ekleyeceği birşey olmadığını söylemekle yetinmiş…
ABD’nin Irak yönetiminden son derece rahatsız olduğu açık. Bir ülkenin yönetimin bir başka ülkeninki hakkında bu kadar net ve açık olumsuz tavır aldığı örneklere tarihte pek rastlandığı söylenemez. Irak’ı dünyadaki terörist hareketleri desteklemekle suçluyor ABD, ayrıca kitle imha silahları üretmekle…
Kendi kendime düşündüm. Irak hakkında ne biliyorum? Çocukluğuma döndüm. 1953 olmalı… Annemin yakın arkadaşı Nezahat Hanım Bağdat’tan dönerken bana bir oyuncak itfaiye arabası getirmişti. O zaman pek oyuncak yoktu ortalıkta…Ya da var olanları alabilmek babam gibi bir hava subayı için bile epeyce zordu… Anısı büyüktü bu itfaiye arabasının benim için…İkişerli sırayla iki tarafta sırt sırta oturan dört itfaiye eri bile vardı arabanın. Merdiveni hem uzuyor hem de kaidesi etrafında 360° dönüyordu. İngiliz yapımıydı…
Bugün baktığımda bana daha önemli gelen Nezahat Hanım’ın niçin orada olduğu idi. Kendisi Kız Teknik Öğretmen Okulunda öğretmendi. Bağdat’a da benzer bir okulu kurmak için gönderilen öğretmenlerden birisiydi…
Bir de babamın çok üzüldüğü bir olayı anımsıyorum… 1958 yılında Irak’da darbe olunca zamanın başbakanı Adnan Menderes müdahale edip yakınlık duyduğu Nuri es Said’i kurtarmak istemişti. Ama NATO, Türkiye’nin bu örgüte tahsis ettiği kuvvetleri ve bu yolla temin ettiği silahları böyle bir harekâtta kullanamayacağını Türk hükümetine iletmek istemişti. Herhalde doğabilecek tatsızlığı enazlayabilmek için de bu mesajı bir Türk subayı ile iletmek istemişlerdi. Piyango da NATO’daki görevinden yeni Ankara’ya dönmüş olan babama vurmuştu. Askerlik yaşamında en onuruna dokunan görev olmuştu bu babam için… Genelkurmay’ın durumu bildiğinin farkında olmasına rağmen…
Açık Radyo için “Komşularımızdan Müzik” adlı bir program dizisi yapıyordum. Her ne kadar bu programda klasik batı müziği türündeki yapıtlar besteleyen sanatçılar üzerinde duruyorsam da ülkelerin kendi geleneksel müziklerinden de örnekler veriyordum. Klasik batı müziği alanında yapıt vermiş Irak'lı bestecileri saptayamadım. Ama Irak’ın dünyaca ünlü ud sanatçısı Münir Beşir’in iki CD’sine ulaştım. Birinde oğlu Ömer Beşir ile birlikte çalıyordu. Onların icralarından örnekler vermekle yetindim. Sonra birşey daha öğrendim. Münir Beşir ve kendisi gibi ünlü ud sanatçısı kardeşi Cemil Beşir (vefatı 1977) Bağdat Konservatuarı’nda Şerif Muhittin Targan’ın öğrencisi olmuşlar. Şerif Muhittin Targan 1934’de Bağdat’a gitmiş burada 14 yıl kalıp Bağdat Konservatuarı’nı kurmuş.
Bu ülkeyle yakın ilişkilerimiz vardı özetle… Sonra bozuldu. 1962’de Irak Hava Kuvvetlerine bağlı Ilyushin Il-28 tipi bombardıman uçaklarının Hakkâri’nin köylerini bombaladığını anımsıyorum. Türk Hava Kuvvetleri bu uçaklardan birisini düşürmüştü…
Sonra 1980ler geldi. Türkiye ile Irak arasındaki iktisadi ilişkiler gelişti, ama siyasi ilişkiler pek kaygan bir zeminde idi. Zaten anımsadığım hep savaştı. Sonra Körfez Savaşı oldu… Bu sıralarda Irak’ın muazzam silahlanma çabası gözler önüne serildi. İstanbul Gümrüğünde Irak’ın “cehennem topu"nun parçaları bulundu. Ne olduğunu bulup ortaya çıkaran Gümrükler Genel Müdürü Mustafa Göksan sınıf arkadaşımdı. O anlatmıştı. Allah rahmet eylesin. Erken kaybettik onu…
Irak nasıl bir ülkeydi? Neden silahlanmıştı o kadar? Nasıl silahlanmıştı?
Bu konuları birkaç yazı içinde ele almaya karar verdim. Kendi bilgimi toparlamak için. Sizlerle de paylaşabilirim diye düşündüm.
Bu yazımın konusu sorulardan ilki. Irak ne idi? Nereden nereye geldi?
Baştan bir noktayı vurgulamam gerek. Irak’a ilişkin i) veri bulma, ii) sağlıklı veri bulma ve iii) yansız veri bulma sorunları var. Doğal olarak sadece yayınlanmış bilgilere dayanıyorum. Bunların çoğu Batı kaynaklı. Önemlice bir kısmı da ABD’den. Ulaştığım bilgileri elimden geldiğince başka kaynaklarla denetlemeye çalıştım. Ama yine de hata, hatta sapma olabilir aktardığım bilgilerde.
I. IRAK: KISA BİR TANITIM
Güney Doğu komşumuz Irak’ın yüzöçümü 437072 km2, nüfusu ise, ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) Temmuz 2001’de açıkladığı tahminine göre, 23.3 milyon kişi. Nüfusun % 75-80’i yakın kısmı Arap, % 15-20’si Kürt ve geri kalan %5I ise Türkmen, Süryani gibi etnik gruplar. Ülke nüfusunun % 97’si müslüman, %3 kadarı ise Hıristiyan. Şiiler nüfusun yaklaşık %60-65’ini, Sünniler ise % 32’sini oluşturuyor.
Ülkenin en önemli doğal kaynağı petrol. Hemen hemen dışsatım gelirinin tamamı petrolden geliyor. CIA’nın tahminlerine göre 2000 yılında ülkenin dış satım geliri 21.8 milyar ABD$, dışalımı ise 13.8 milyar ABD$. Ülkenin muazzam bir dış borç yükü var, 139 milyar ABD$… Nedeni de büyük ölçüde savaş harcamaları…
CIA, satın alma paritesi ile hesaplandığında 2000 yılı için ülkenin gayri safi yurt içi hasılasının 57 milyar ABD$ ve adam başına gelirinin de 2500 ABD$ olduğunu tahmin ediyor. Bir karşılaştırma yapmak için CIA’nın Türkiye tahminleri ise sırasıyla 444 milyar ABD$ ve 6800 ABD$.
CIA nüfusun % 58’inin okuma yazma bildiğini, bu oranın erkekler için % 70 e ulaştığını tahmin ediyor. Irak’ın verdiği bilgiler ise, 15-45 yaş grubunda herkesin okuma yazma bildiği ve toplam nüfus içinde okuma yazma bilme oranının % 89 olduğu biçiminde…
II. IRAK’IN YAKIN TARİHİ
Irak’ın tarihini özetlemek gibi bir işe kalkışmayacağımı tahmin edersiniz herhalde… Mezopotamya’da ilk insan topluluklarının bıraktıkları izler, M.Ö. 50000 yılından kalma. Şanidar mağarasında…Sonra Sümerler, Asurlar, Babil, Helen dönemi, Abbasiler, Moğollar, Osmanlılar buralara hükmetmişler. Irak insanları da yaşamaya devam etmiş. Yüzyıllar boyu süren, ilginç bir serüven. Bilmeyen anlatamaz. Bilen de herhalde bu zenginliği birkaç sayfa içinde özetlemeyi kabul edemez… Ben bu bölümde |
II.1. Kral Yönetimi (?) Dönemi
Irak Osmanlı Devleti’nden İngiliz yönetimine geçtikten sonra 1932’de kurulan krallık ile bağımsızlığına kavuşmuş. Aynı yıl, Milletler Cemiyetine kabul edilmiş. Ülkenin siyasal yaşamını kuruluşundan itibaren etkileyen iki büyük sorun var. Bunlardan birisi Sünni-Şii çekişmesi. Osmanlı Devleti’nin yönetimde Sünni’lere ağırlık veren yaklaşımı Irak bağımsız olduktan sonra da devam etmiş, Sünni’ler yönetimi elde tutmuşlar. Güney Irak’da yoğun olan Şii’ler de bundan hep tedirginlik duymuş. İkinci en önemli sorun ise Irak’ın Büyük Britanya tarafından keyfi bir biçimde çizilen sınırlarının doğurduğu belirsizlik. Bu Irak’ı İran, Kuveyt ve Suudi Arabistan ile sınır anlaşmazlıklarına hatta çatışmalarına itmiş.
Irak modern Arap tarihindeki ilk hükümet darbesinin yapıldığı ülke. 1933 Eylülünde Irak politikasında bir istikrar unsuru olan Kral Faysal vefat ediyor. Yerine 21 yaşındaki oğlu Gazi geçiyor. Ancak bu insan Irak’ın bir yandan Büyük Britanya’nın baskıları, öte yandan kabileler arası çekişmeleri dengeleyecek yeteneği yok. Kraliyet giderek Büyük Britanya’nın bir kuklası olarak görülmeye başlanıyor. Bu sırada ulusçu ve Arap yanlısı Yasin El-Haşimi hükümeti iktidarda. Ancak bu hükümetin baskıcı tutumu ona karşı olan muhalefeti de güçlendiriyor.
1936 yılında Kürt kökenli General Bekir Sıtkı bir hükümet darbesi yapıyor. Yeni yönetimde iki de politikacı ortağı var. Bunlardan birisi Türkmen olan Hikmet Süleyman ötekisi ise Şii olan Ebu Timman. Bu darbe, Irak politik yaşamındaki pek çok dengeyi alt üst ediyor. Bir kere ordunun siyasal yaşama darbe yoluyla karışmasının yolunu açıyor. İkinci olarak bu hükümet Arap yanlı tutumu terkedip, Türkiye ve İran’a yanaşıyor. Üçüncüsü de bu hükümet oldukça geniş bir yelpazedeki reformcuları kapsamaya çalışıyor.
Bu hükümet İran’la Şattül Arab’daki sınır anlaşmazlığını sona erdiren bir anlaşma imzalıyor. Ancak Irak’ın iç sorunları bitmiyor. 1937 Ağustos’unda yeni bir darbe yapılıyor. General Bekir Sıtkı öldürülüyor. 1939’da ise Kral Gazi bir otomobil kazasında ölüyor. Oğlu II. Faysal henüz bebek olduğu için yönetim Kral Naibi Emir Abdülilah ile Nuri es Said’in eline geçiyor. Osmanlı eğitimi almış bu iki Arap ulusçusu ülkenin yönünü değiştiriyor. Büyük Britanya karşıtı Arap ulusçuluğu da yükselmeye başlıyor.
II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı Büyük Britanya karşıtı eğilimleri istismar etme girişiminde bulunuyor. Bu bir dereceye kadar da başarılı oluyor. 1940’da Nuri as Said’in yerine geçen Irak ulusçusu Reşit Ali, Büyük Britanya’ya güçlük çıkaran, Nazi Almanya’sına göz kırpan bir politika izliyor. Bunun üzerine 1941Nisan’ında Büyük Britanya Basra’ya asker çıkarıyor ve bu birlikler kuzeye doğru yöneliyor. Reşit Ali ve hükümeti Mısır’a kaçıyor. Abdülilah tekrar yönetimin başına geçiyor. Bu olayın Irak tarihinde çok önemli bir yeri var. Çünkü artık bundan sonra Irak’da ulusça hareket güç kazanıyor ve monarşi Büyük Britanya uşaklığı ile özdeş tutuluyor. Büyük Britanya ise aslında Kral Naibi Abdülilah’a değil Nuri es Said’e güveniyor.
Irak 1947’de Birleşmiş Milletler kararı ile Filistin’in ikiye bölünmesine şiddetle karşı çıkıyor. 1948’de Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki savaşa Irak 10.000 dolayında asker gönderiyor. Ancak bu birliklerin iyi eğitilmemiş olması ve donanımlarının yetersizliği başarısızlıklarına yol açıyor. Ülkelerine dönen bu askerlerin düş kırıklığı, hoşnutsuzluğu daha da artırıyor. Bu arada Irak Filistin’li mültecilere kaynak aktarırken, Hayfa petrol boru hattının kapanması, ülkenin petrol gelirini yarı yarıya azaltıyor. Nihayet Irak’lı bir Yahudi iş adamının asılmasıyla 120.000 Yahudi bu ülkeyi terk edip İsrail’e göç ediyor. Bütün bu faktörler Irak ekonomisini son derece olumsuz etkiliyor.
1955’de Nuri es Said’in Iran, Pakistan, Türkiye ile Bağdat paktına katılacağını açıklaması, Irak’da bardağı taşıran son damla oluyor. Büyük Britanya’nın girişimiyle kurulan ve açıkça Mısır devlet başkanı Cemal Abdül Nasır’a karşı bir ittifak niteliği taşıyan Bağdat Paktı’na katılma kararı Irak’da Arap milliyetçilerini çileden çıkarıyor. Nasır’da fırsatı kaçırmıyor ve Irak’lı ulusçu subayları darbe yapmaya çağırıyor. 1956’da İsrail, Büyük Britanya ve Fransa’nın Mısır’a yaptıkları ortak saldırı, Nuri es Said rejimini daha da yalnızlığa itiyor.
1958 yazında ise Orta Doğu’da önemli olaylar oluyor. Bu gelişmelerin öyküsü kısaca şöyle:
Önce 1 Şubat 1958’de Mısır ve Suriye Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında bir araya geldiklerini ilan ettiler. 14 Şubat 1958’de ise Irak ve ürdün Krallıklarını birleştiren antlaşma Amman’da imzalandı. 8 Nisan 1958’de Yemen, Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne katıldı. Arap dünyası iki kutuplu bir yapıya doğru gidiyordu.
Bu sırada Lübnan’da olaylar başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle başlayan siyasal gerilim 1958 yılının Mayıs ayında iç savaşa dönüştü. Olayları denetim altına alamayan Lübnan Cumhurbaşkanı Kâmil Şamun ABD’den yardım istedi. Bunun üzerine 15 Temmuz 1958’de ABD bu isyanı bastırılmasına yardım etmek üzere Lübnan’a 5000 deniz piyadesi çıkarttı. Ertesi gün de ABD’nin Avrupa’da konuşlandırdığı 24. Piyade Tümenine bağlı 11.000 kişilik bir birlik İncirlik’e geldi. Bu birlik de Lübnan müdahalesine katıldı. (Anımsatayım, Türkiye’nin bu olaydan sonra Arap dünyasıyla ilişkileri iyice soğudu. Bu ilişkilerin yeniden kurulmaya başlaması 1967 Arap-İsrail savaşından sonra Türkiye’nin Tel Aviv’deki büyükelçisini geri çekme jestini yapmasından sonra olabilmiştir.)
Lübnan’daki olayların ülkesine sıçrayacağından korkan Ürdün Kralı Hüseyin Irak’dan yardım istedi. Albay Abdülselam Arif komutasındaki 19. Tugay bu amaçla görevlendirildi. Ama Arif, Tugayı Ürdün’e yönlendireceğine Bağdat’a girerek hükümet darbesi yaptı. Darbenin iki lideri vardı. General Abdülkerim Kasım ve Albay Adülselam Arif.
Darbe direnişle karşılaşmadı. Ama kanlı oldu. Kral II. Faysal, Naib Abdülilah ve Nuri es Said öldürüldü. Ancak darbeyi yapan Özgür Subaylar hareketi içinde de fikir farklılıkları vardı. Baas partisince desteklenen Albay Abdülselam Arif, Nasır’cı idi. Mısır-Suriye birliğine Irak’ın katılmasından yanaydı. Buna karşılık General Abdulkerim Kasım ise bu birliğe girilmesine karşı idi ve Komünistlerce destekleniyordu. Mücadele sertleşti. General Kasım, Albay Arif’i tasfiye etti. Ocak 1959’da idama mahkum edilen Albay Arif Aralık 1962’de affedildi.
II.2 Irak’da Cumhuriyet ya da Askeri Diktatörlükler Dönemi
General Kasım’ın diktatörlüğü sırasında Irak, Sovyetler Birliğine yanaştı, Petrol şirketleri ile yaptığı anlaşmaları kendi lehine değiştirdi. Bu Kuzey’de Kürt’lerle olan anlaşmazlık büyük ölçekli bir savaşa dönüştü. Irak, İran’ın Şattülarab sorununu canlandırması üzerine 1937 anlaşmasını feshetti. Öte yandan General Kasım 1961’de yeni bağımsızlığını kazanan Kuveyt’in topraklarında hakları olduğunu ilan etti. |
General Kasım 1961’de komunistlerin fazla güçlendiğini görüp, onlara karşı kampanya başlattı. Bu onun hem ulusçular ve hem de Komunistlerden uzak kalmasına yol açtı. Kürt isyanının da bastırılamaması buna eklenince, beklenen sonuç 1963 Şubatında gerçekleşti. General Kasım Baas partisinin arkasında olduğu bir darbeyle devrildi.
Baas partisi 1940larda iki suriyeli öğrenci Mişel Eflak ve Selahaddin Bitar tarafından kuruldu. Amaçları sosyalizm, özgürlük ve Arap birliği idi. Parti kısa zamanda ilgi gördü. 1952’de Parti liderliğine gelen Fuad Rikabi zamanında parti çok güçlendi. Özellikle de Irak aydınları arasında itibarı çok arttı. 1958’den itibaren Irak ordusu içine sızmaya başlayan Baas partisi Kasım’ın devrilmesine kadar zor bir dönem geçirdi.
Darbe sonunda Baas partisi Devrimci Komuta Ulusal Konsey’ini oluşturdu. Abdülselam Arif devlet başkanlığına getirildi. Başbakan ise Özgür Subaylar hareketi üyelerinden Ahmet Hasan el Bekir idi.
Ancak Baas partisi’nin hazırlıksızlığı kısa zamanda ortaya çıktı. Burada en önemli gelişme Suriye’nin oradaki Baas partisinin liderliğinde, Mısır-Suriye birliğinden çekilmesi oldu. Bunun üzerine Mısır Devlet Başkanı Abdül Nasır, Suriye be Irak Baas partilerini, Arap Birliği’ni bozmakla itham eden bir kampanya başlattı. Öte yandan Baas rejimi de Kürt isyanını denetim altına alamamıştı. Bütün bu gelişmeler Abdülselam Arif’i harekete geçirdi. 1963 Kasım’ında kansız bir darbe ile Baas partisi iktidardan uzaklaştırıldı.
Abdülelam Arif bir Arap birliği yanlısı olarak Nasır’a yanaştı. Nasır’cı bir millileştirme programını uygulamaya koydu. Ancak Nasır’dan birleşme yönünde beklediği desteği göremeyince, Nasır’cıları tasfiyeye yöneldi. 1966 Nisan’ında Abdülselam Arif’in bir helikopter kazasında ölmesi üzerine yerine kardeşi General Abdürrahman Arif geldi.
General Abdürrahman Arif’in yönetimi 1968 Temmuz’una kadar sürdü. Bu dönemde Irak’da kargaşa devam etti. Mevcut sorunlara bir de Suriye ile petrol boru anlaşmazlığı eklendi. 1968 Temmuz’unda ise Albay Abdürrazzak Enneyif ve İbrahim ed Daud bir darbeyle General Abdurrahman Arif’i görevden uzaklaştırdılar. Bu defa uyanık davranan Baas partisi 15 gün içinde güçlü bir tabanı olmayan darbecilerden yönetimi devraldı.
Bu dönemde iki isim ön plana çıktı. Bunlardan birisi Ahmet Hasan el Bekir ötekisi ise onun akrabası olan Saddam Hüseyin idi. Her iki kişi de Sünni Arap olmanın dışında Irak’ın Kuzeybatısındaki Tikrit kentinden olmak gibi bir ortak özellik taşıyorlardı. Darbeden iki ay sonra Nasır yanlıları, Arif destekçileri ve ordudaki tutucular bir darbe teşebbüsünde bulundular. Bu Ahmet Hasan Bekir ve Saddam Hüseyin ikilisinin 1973 yılına kadar sürecek temizleme kampanyasını başlatmaları için bir gerekçe oldu.
Yeni yönetim üç kişi üzerine kurulmuştu. Bunlar Ahmet Hasan Bekir, Saddam Hüseyin ve General Adnan Hayrullah Talfa idi. Her üçü de Baas partisi üyesi olmasının ötesinde Tikrit kentinden Talfa ailesi mensubuydular. Bu üçlü arasındaki ilişkiler evlenmeler yoluyla da güçlenmişti. Saddam Hüseyin Adnan Hayrullah Talfa’nın kızkardeşiyle, o da Ahmet Hasan Bekir’in kızıyla evlendi.
1969 yılına gelindiğinde yeni yönetimin güçlü isminin Saddam Hüseyin olduğu anlaşılmıştı. Ancak Saddam Hüseyin mevki edinmek için acele etmedi. Ahmet Hasan Bekir’in 16 Temmuz 1979’da istifasından sonra Saddam Hüseyin cumhurbaşkanı, Baas Partisi Bölgesel Yönetimi Genel Sekreteri, Devrimci Komuta Konseyi Başkanı ve silahlı kuvvetler başkomutanı sıfatlarının hepsini birden ele geçirdi.
Saddam Hüseyin’in tek başına iktidarı ele geçirmesinin Irak için ilk trajik sonucu 8 yıl süren Irak-İran savaşı oldu.
III. İRAN –IRAK SAVAŞI
İran-Irak savaşı niçin çıktı? Bu konuda üzerinde herkesin anlaştığı tek bir konu var. O da Saddam Hüseyin’in savaşı başlattığı. Ama bu nokta dışında görüşler farklılaşıyor. Kimilerine göre İran, Irak’ı tahrik ettiği için çıktı, kimilerine göre ise bu Saddam Hüseyin ile Ayetullah [Seyyid Ruhollah Musevi] Humeyni arasındaki kişisel düşmanlığın sonucu idi… Okuduklarımdan çıkarabildiğim kadarıyla bu iki ülke arasında savaşa varan gelişmeleri şöyle özetlemek olanaklı: Şubat 1979’da İran devrimi Saddam Hüseyin yönetimi için hem bir fırsat hen de bir tehdit idi. Fırsattı, çünkü Batının bölgedeki muhafızlığına soyunan, kağıttan da olsa bir kaplan görünümündeki |
Ama İran’daki yeni rejim aynı zamanda bir tehditti. Ayetullah Humeyni Şii’ler tarafından sayılıyordu, bu Irak’daki Şiiler için de doğruydu. Bu durumda İran devrimi, Irak’ın iç kalımlılığını (istikrar) da etkiliyebilirdi. Üstelik İran düşmanca bir konuma geçerse Basra Körfezinde Irak’ın güvenliğini tehdit edebilirdi.
Devrim iki ülke arasındaki ilişkileri hemen bozmadı. Irak yetkilileri 1979 Ağustos’unda İran’daki yeni rejimin ilk başbakanı Mehdi Bezirgan’ı ülkeyi ziyarete davet bile etti. Ama Bezirgan hükümeti 1979 sonunda devrilince bu ziyaret gerçekleşmedi. Ama 1980 yılının Nisan ayında İran tarafından desteklenen Şii Ed Dava el İslamiye örgütünün Irak Dışişleri bakanı Tarık Aziz’e suikast yapmaya teşebbüs etmesi Irak yönetimi sert önlemlere başvurdu, İran uyruklu Şii’leri ülkeden çıkarttı. 1980 yılı yazında Saddam Hüseyin, Ed Dava el İslamiye örgütü lideri Ayetullah Seyid Muhammed Bekir ve kızkardeşinin idamını emretti.
1980 yılının Eylül ayında Kasr-ı Şirin yakınlarında İran ile Irak arasında sınır çatışmaları çıktı, karşılıklı topçu ateşi açıldı. Birkaç hafta sonra Saddam Hüseyin resmen 1975 Cezayir Antlaşmasının yürürlükten kaldırıldığını ve Şattül Arap suyolu üzerinde Irak’ın hükümranlığını ilan etti. Tabii İran bunu kabul etmedi.
Irak, İran’daki yeni yönetimin Şah’a bağlı olduğu kaygısıyla karşısına aldığı, kimi subayları hapis, kimilerini de idam ederek hallaç pamuğu gibi dağıttığı ordunun bu zafiyetinden de yararlanmak istedi. 22 Eylül 1983 tarihinde Irak hava kuvvetlerine bağlı MIG-23 ve MIG-21 tipi uçaklardan oluşan filolar, İstail’in 1967 Savaşında Arap ülkelerine yaptığına benzer biçimde, İran hava üslerine baskın yaptılar. Bu harekatta Irak uçakları Tahran yakınlarındaki Mehrabat ve Doshen-Tappen, Tebriz, Bahteran, Ahvaz, Dezful, Urumiye, Hamadan, Sanandaj ve Abadan hava üslerine saldırdılar.
İran’lılar gafil avlanmışlardı. Irak uçakları bu üslerdeki yakıt depolarını, cephanelikleri ve pistleri tahrip ettiler. Ancak korumalı hangarlarda saklanan İran uçaklarına fazla bir zarar veremedikleri gibi İran’ın devasa hava üslerini de kullanılamaz hale getiremediler. Birkaç saat içinde İran Hava Kuvvetlerine bağlı F-4 av bombardıman uçakları havalandı ve Irak şehirlerinin yakınındaki stratejik açıdan önemli hedeflere saldırdılar.
Aynı anda da 6 Irak tümeni İran topraklarına girmişti. Kısa zamanda Irak ordusu sınırdan 8 kilometre içeriye ilerlemiş ve yaklaşık 1000 Km2 İran toprağını ele geçimişti. İlk izlenim Irak’ın çabuk ve kesin bir zafer kazanacağı yönündeydi.
Oysa böyle olmadı. İran Irak ilerleyişini durdurduğu gibi, 1981 yılı Ocak ayından itibaren karşı saldırılar da düzenlemeye başladı. İran, Hava Kuvvetleri’nin yetişmiş personelini tekrar göreve çağırdı. Bunun sonucu olarak İran beklenmedik bir biçimde Irak’ın petrol sahalarına ve Irak hava kuvvetlerinin uzun menzilli Tu-22 ve Il-28 bombardıman uçaklarının konuşlandırıldığı El Velid hava üssüne başarılı hava saldırısı yaptı. Bu defa şaşırmak sırası Irak’a gelmişti. Çünkü bu hedefler İran’ın en yakın hava üssü olan Urumiye’den 800 km. uzaktaydı. Ama İran’lı pilotlar F-4 uçaklarına havada yakıt ikmali yapmışlardı. İran saldırıda Maverick tipi havadan yere füzeleri başarıyla kullandığı gibi, F-14 uçaklarıyla başarılı bir hava savunması da sağlayabilmişti.
Ancak, İran’ın yedek parça sıkıntısı vardı. İran hava kuvvetleri büyük ölçüde ABD yapımı modern savaş uçaklarından oluşuyordu. ABD ise bu ülkeye karşı silah ambargosu uyguluyordu. Bu nedenle İran hava üstünlüğünü bu savaşta hiç bir zaman sağlayamadı.
Irak, İran F-4 Phantom uçaklarının SA-2 ve SA-3 yerden havaya füzelerinden kurtulmayı başardıklarını da görmüştü. Irak hava savunmasında etkin olabilen silah SA-6 idi. Buna karşılık ABD yapımı Hawk ve Birleşik Krallık yapımı Rapier ve Tigercat füzelerine dayanan İran hava savunması Irak uçakları karşısında daha etkin görünüyordu.
Bu arada İran, Irak’ın Osiraq ya da Tammuz I adlı nükleer reaktörünü tahrip etmek üzere havadan saldırdı. Ancak İran bu denemesinde başarılı olmadı. Ama 7 Haziran1981’de İran’ı Irak’ın bir nükleer silah yapması tehdidinden kurtaran bir gelişme oldu. İsrail Hava Kuvvetlerine bağlı F-16 av-bombardıman uçakları, F-15 uçaklarının koruması altında bu nükleer reaktörü tamamen tahrip ettiler.
Özetle Irak’ın İran ordusunun çözüleceği ve yedek parça eksikliği nedeniyle etkisiz olacağı varsayımı tutmamıştı. 1982 yılının Mayıs ayında İran Hürremşehir’i geri aldı. Saddam Hüseyin, İran savaşa son vermeye razı olursa uluslararası sınırlara çekileceğini açıkladı. İran bunu kabul etmediği gibi insan dalgaları halinde Irak’a saldırılar düzenlemeye başladı. Bu inanılmaz saldırılar 1945’den bu yana dünyada en çok insanın yer aldığı kara savaşlarıydı. İran büyük kayıp verdi, ama Irak’da aldığı toprakların bir kısmından daha çekilmek zorunda kaldı. 1983 yılı yine çok yoğun ve kanlı savaşlarla geçti.
!984 yılına gelindiğinde artık Irak’ın savaş stratejisi İran’ın Irak içerisinde ilerlemesini engellemeye yönelikti. Irak, İran’ın cephedeki asker sayısındaki üstünlüğüne karşı bir yandan modern silahlar temin etme yoluna giderken öte yandan da kimyasal silahlar kullanmaya başladı. İlk Irak füzeleri Tahran’a ve diğer önemli İran şehirlerine düşmeye başladı. Ama bütün bu olanlar Mecnun adaları’nın İran’ın eline geçmesini engelleyemedi.
1984 yılı Nisan ayında Irak lideri Saddam Hüseyin Ayettullah Humeyni ile tarafsız bir yerde buluşup barış görüşmesi yapmayı önerdi. İran yine red etti. Bunun üzerine Irak süper güçleri bu savaşın içine çekmeye yöneldi.
Saddam Hüseyin’in süper güçleri bu savaşın içine çekmek için bulduğu yol Basra körfezinde seyreden tankerlere saldırmaktı. Irak aslında bu yolu 1981’de denemişti. Ama 1984’de Irak’ın bu tür bir saldırıyı yapabilme açısından gücü daha fazla idi. Irak’ın Fransa’dan kiraladığı, Exocet füzeleri ile donatılmış, Super Etendard uçakları 1984 Mart’ında bir Yunan tankerine saldırdı. Irak, İran’ın petrol dışsatımını engellemek istiyordu. Ama İran yanıt vermekte gecikmedi. İran, Irak’ın bu saldırısına göz yumulduğu takdirde Basra Körfezindeki her ülke için tehlike olduğunu göstermek istercesine bir Kuveyt tankerini vurdu. Bu gelişmeler sonunda süper güçler Basra Körfezinde tanker trafiğinin güvenliğini sağlamak için harekete geçmeye başladılar. İlk |
Süpergüçlerin bu savaşa katılması da garip bir biçimde oldu. Sovyetler Birliği 1982’de İran’ın Tudeh partisini kapatıp yöneticilerini idam etmesi üzerine Irak’a modern silah satmaya başlamıştı. ABD ise sonradan tam bir siyasal skandala dönüşen gizli yollarla İran’a silah vermişti. 1987 ilkbaharında süpergüçler İran’ın zafer kazanması ve Basra’yı ele geçirmesinden iyiden iyiye korkar hale gelmişlerdi.
1988 yılı tarih “şehirler savaşı” olarak geçti. İran ve Irak birbirlerinin başkentlerine füze yağdırdılar. Irak’ın Scud-B füzesinden türettiği El Hüseyin füzesi isabet gücü zayıf olmasına rağmen halk arasında büyük tedirginlik yaratmayı başarmıştı. 20 Eylül-28 Aralık 1988 arasında Irak 6 İran şehrine 189 El-Hüseyin füzesi attı. Bunlardan 135 tanesi Tahran’a düştü. Tahminlere göre bu saldırılarda 2000 kadar sivil yaşamını yitirdi, 6000 kadarı da yaralandı. Tahran’da yaşayanların % 30’u şehri terketti. Irak’ın kimyasal silah kullanmaktaki pervasızlığı ve dünyanın bu tutum karşısındaki vurdumduymazlığı da İran’ı korkutmuştu. Nihayet 1988 Ağustos’unda taraflar ateşkese razı oldular.
Sonuç tam bir facia idi. Iran’ın insan kaybı bir milyon dolaylarındaydı. Irak’a ise savaş 300.000 ölü ve yaklaşık 500.000 yaralıya patlamıştı.
Saddam Hüseyin zafer olduğunu iddıa attiği bu faciayı bir de anıtlaştırararak belleklere yerleştirmeye karar verdi. Bağdat’ta Anıt ya da Zafer Takı diye bilinen bir zevksizlik başyapıtı bizzat kendisinin yakın denetiminde Irak’lı heykeltraş Halid El-Rehal tarafından yapımına başlandı. El-Rehal’in ölümü üzerine bir başka Irak’lı heyeltraş Muhammet Gani bu projeyi tamamladı. Bu dev tak çifti, Saddam Hüseyin’in iki elinde tuttuğu kılıçların kesişmesinden oluşuyordu. Eller bronzdan yapılmıştı ve her birisi 20 ton ağırlığındaydı. Her bir kılıç çelikten yapılmıştı ve 24 ton ağırlığındaydı. Bu çeliklerin “Irak’lı şahitlerin silahlarından” elde edildiği söyleniyordu. Saddam Hüseyin’in iki kolunun topraktan çıktığı yerlerde bulunan torbalardan da 2500’er Iran askeri miğferi toprağa saçılıyordu. Kılıçların kesiştiği yerde ise Irak bayrağı bulunuyordu… Irak’ın İran karşısında kazandığı zaferi (!) anıtlaştırmayı amaçlayan bu ucubenin açılış töreni 8 Ağustos 1989’da yapıldı.
IV. KUVEYT’İN İŞGALİ VE KÖRFEZ SAVAŞI
Irak rejiminin, umduğu hiç birşeyi elde edemediği bu savaştan sonra ülkenin uğradığı muazzam kayıpları gidermeye, yaraları sarmaya yönelmesi beklenirken, Saddam Hüseyin yine dünyayı şaşırtmayı becerdi. 1990 yılında bu defa Kuveyte saldırdı. 2 Ağustos 1990 tarihinde Irak Kuvvetleri Kuveyt sınırını geçtiler. Kısa zamanda bu küçük ülkenin denetimini ele geçirdiler. ABD, bu işgali kabul etmediğini belirtti. |
ABD Kral Fahd’ın yardım talebi üzerine de 8 Ağustos 1990 tarihinde ABD’nin ilk av uçakları Suudi Arabistan’a geldi.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 29 Kasım 1990 tarihinde “Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılması için”, gerekli olan her yola başvurulması kararını aldı. Bunun üzerine 6 Aralık’da ABD’nin VII. Kolordusunun malzemelerini taşıyan ilk gemi Suudi Arabistan’a ulaştı. Öte yandan BM kararı Irak’a karşı çok sayıda ülkenin katıldığı bir koalisyonun kurulmasına da olanak sağladı. Bu koalisyon 37 ülkeden oluşuyordu. İçinde Birleşmiş Milletler Üyesi olmayan İsviçre bile vardı…
12 Ocak 1991 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı James Baker Cenevre’de Irak’lı meslekdaşı Tarık Aziz ile görüştü. Ancak bir sonuç alınamadı. 12 Ocak 1991’de ABD Kongresi hükümete Irak’I Kuveyt’ten çıkarmak için güç kullanma yetkisi verdi.
Bu arada koalisyon güçleri, Basra Körfezi bölgesine II. Dünya savaşından bu yana görülmemiş büyüklükte bir askeri güç yığdılar. Aşağıdaki tabloda bu güce ilişkin bilgiler Irak’ınkilerle kabaca karşılaştırma yapacak biçimde, ancak Koalisyon içinde ABD’nin büyük ağırlığı nedeniyle bu ülke ayrıca belirtilerek, verilmektedir.
Koalisyon Ülkeleri ve Irak’ın Karşılaştırmalı Askeri Güçleri
ABD | Koalisyonun Diğer Üyeleri | Irak | |
Asker | 500.000 | 205.000 | 545.000 |
Tank | 1200 | 1285 | 4230 |
Zırhlı Araç | 2700 | 1300 | 2870 |
Top | 3000 | 442 | 3110 |
Uçak | 1800 | 343 | 800 |
Helikopter | 1700 | 160 | 160 |
17 Aralık 1991 sabahı saat 2:38’de ABD Kara Kuvvetlerinin 101inci Hava İndirme Tümenine bağlı bağlı 9 AH-64 Apache saldırı helikopteri, ABD Hava Kuvvetlerine bağlı 3 adet MH-53J özel harekat helikopterinin eşliğinde Güney Irak’daki radar tesislerine Hellfire füzeleri ile ateş ederek saldırıyı başlattı. O gece ABD Hava Kuvvetlerinden bağlı 530, Deniz Kuvvetleri ve Deniz Piyade Kuvvetlerinden (Marines) 90, Büyük Britanya’dan 24, Fransa’dan 12 ve Suudi Arabistan’dan 12 adet olmak üzere 668 savaş uçağı Irak’a saldırdı. Bu uçaklara destek vermek için 160 tanker uçağı da Irak sınırları dışında bekliyordu. Denizden de savaş gemileri seyir füzeleri ile bu harekâta katıldı. Sabah saat tam 3:00’da bir ABD F-117, radara yakalanmayan saldırı uçağı Bağdat’a ilk bombayı attı. Hemen arkasından da seyir füzeleri önceden belirlenen hedefleri vurmaya başladı.
18 Ocak 1991 sabah saat 2:00 sularında Irak’ın korkulan yanıtı geldi. 8 adet El Hüseyin füzesi Tel Aviv ve Hayfa yönüne doğru ateşlendi. Bunlardan 5-6 tanesi Tel Aviv’i hedeflemişti. Saldırı 22 kişinin hafif yaralanmasına yol açtı. Irak bu savaş sırasında 93 El Hüseyin (bunlardan beş tanesi biraz daha uzun mezilli El-Hicara "Al Hijarah” idi) füzesi attı. Bunlardan 42 tanesi İsrail’e ya da yakınlarına, 46 tanesi de Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn ve Katar’a düştü. 5 füzenin ise Irak toprakları üzerinde iken parçalandığı tahmin ediliyor.
38 gün süren hava bombardımanından sonra 24 Şubat 1991’de kara savaşı başladı.
Irak’ın bu savaşı başlatması kadar sürdürmesi de sürprizlerle doluydu. İlk sürpriz Irak kara birliklerinin çok kısa bir süre içinde bozguna uğramasıyla geldi. 26 Şubat 1991’de Irak ordusu Kuveyt’ten çekildi.
Irak, ABD Hava Kuvvetleri’nin korumalı hangarları delip geçen bombalarının etkisini görünce bütün uçaklarını kaybedeceğini de anlamıştı. Bunun üzerine Irak Hava Kuvvetleri’nin uçaklarının önemli bir kısmını ülke dışına kaçırmaya karar verdi. Sürpriz, bu amaç için seçilen ülkeydi: Irak’ın eski düşmanı İran… 26 Ocak 1991’de 123 (bazı kaynaklara göre 117) Irak uçağı sığındı. Bunlardan 32si, nakliye uçağı idi. Aralarında 15 adet Il-76 dört jet motorlu ağır nakliye uçağı vardı. Bu uçaklardan birisi de Irak’ın bu tip bir uçağı dönüştürdüğü iki Adnan-1 AWACS uçağından birisi idi. İran’a kaçan savaş uçakları ise 24 adet Su-24, 7 adet Su 25 saldırı uçağı; 44 adet Su-22 av-bombardıman uçağı, 4 adet Mig-29, 4’er adet Mig-23/ML/BN/UB av önleme uçağı idi.
28 Şubatta fiili ateşkes yürülüğe girdi. 3 Mart 1991’da harekâtı yöneten ABD’li General Schwarzkopf, Irak’lı generallerle buluştu ve ateş kes imzalandı.
Bu kadar kısa süren bir harekât sonunda dünyanın dördüncü en büyük ordusu olarak tanımlanan Irak ordusu büyük bir bozguna uğramıştı. Aşağıdaki tablo Irak’ın muazzam kayıplarının dehşet verici büyüklüğü konusunda bir fikir verebilir:
Irak’ın Kayıpları | |
Asker | 100.000 Ölü,300.000 Yaralı |
Tank | 4000 |
Zırhlı Araç | 1856 |
Top | 2140 |
Uçak | 240 |
Helikopter | 7 |
V. KÖRFEZ SAVAŞI SONRASI
3 Aralık 1991’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu 687 sayılı ateş kes kararında Irak’ın hiç bir koşula bağlı olmaksızın kitle imha silahlarını (kimyasal, biyolojik, nükleer silahlar ve 150 km. den daha uzun menzilli balistik füzeler), uluslararası denetim altında imha etmesini zorunlu kıldı. Bu amaçla da Birleşmiş Milletler bir gözetim komisyonu (UNSCOM) kurdu. Aynı karar ile Irak’a konulan ambargonun uzatılması kararı alındı.
19 Eylül 1991 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ambargoyu kısmen kadırarak Irak’ın petrol satmak karşılığında insani gereksinim için dışalım yapmasına olanak sağladı. Bu düzenleme arada çeştli Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyi kararları ile gözden geçirilerek bugüne kadar devam etti.
Bütün bu olup bitenlerden sonra Irak’da Saddam Hüseyin yönetiminin sona ereceğini düşünenler ise büyük bir yanılgıya düştüler. Saddam Hüseyin Kuzeydeki Kürt ve Güney’deki Şii ayaklanmalarını şiddete başvurarak bastırdı.
Bundan sonra da UNSCOM ile ilginç bir köşe kapmaca oyununa başladı. Irak, bu kuruluşa kitle imha silahları hakkındaki bilgileri vermemek, yanlış bilgi vermek hatta bu silahları saklamak yoluna gitti. Bu köşe kapmaca oyunu 1998 yılında Irak’ın UNSCOM heyetini ülkesine sokmayı red etmesiyle sonuçlandı.
Irak bir yandan bu oyuna devam ederken bir yandan da komşuları ile arasını düzeltmeye çaba gösterdi. Kuveyt’in toprak bütünlüğünü kabul ettiğini açıkladı. İran’la anlaşma ortamı aradı. Öte yandan da Arap dünyasında Filistin-İsrail sorunu nedeniyle Batı’ya ve özellikle ABD’ye karşı artan hoşnutsuzluğu da bir kalkan olarak kullanmayı denedi.
Irak'ı Şark'ın Prusya'sı yapmaya çalışan Saddam Hüseyin rejimi, Ne Prusya'nın saygınlığını sağlamış, ne de onun askeri, iktisadi başarılarına benzer sonuçlar almış durumda. Ülkesinin insanına devamlı acı çektirmiş. Komşu ülkelerin halklarına da… Ama bunun Irak'lı insanlar için bir teselli olmuş olduğunu sanmıyorum.
Sonuçta bugünlere geldik.
KAYNAKLAR
Al-Khalil, Samir (1991): The Monument-Art, Vulgarity and Responsibility in Iraq, University of California Press, Berkeley.
CAPRE (1997): Airpower in Gulf War, Essays on Air and Space Power, Vol. II, Air University Press, Maxwell Air Force Base, Alabama, s. 69-83.
Cordesman, Anthony H. (2001a): The Military Balance in the Middle East, Center for Strategic and International Studies, 31 January.
Cordesman, Anthony H. (2001b): Weapons of Mass Destruction in the Middle East, Center for Strategic and International Studies, July.
Cordesman, Anthony H. (2001c): Iraq’s Military Capabilities: Fighting A Wounded, But Dangerous, Poisonous Snake, Center for Strategic and International Studies, 3 Decmber.
Cordesman, Anthony H. (2002a): Proliferation in the "Axis of Evil", Center for Strategic and International Studies, 31 January.
Cordesman, Anthony H. (2002b): Iraq: A Dynamic Net Assessment, Center for Strategic and International Studies, 12 July.
Fomin, Andrei, Andrei Yurgenson & Alexander Ponamaryov(2001): Russian Aircraft in the Middle East and North Africa, Air Fleet, November-December.
Lewis, George N., Steve Fetter & Lisbeth Gronlund (1993): Casualties and Damage From Scud Attacks in the 1991 Gulf War, DACS Working Paper # 93-2, Massachussets Institute of Technology, March.
Pike, John (1999): Iran-Iraq War (1980-1999), Federation of American Scientists, http://www.fas.org/man/dod-101/ops/war/iran-iraq.htm
Segal, David (1986): The Air War in the Persian Gulf, Air Chronicles, March-April.
Xavier, Francis V. (1997): Iran and Iraq:A Prediction For Future Conflict, The Research Department, Air Command and Staff Collage, March.
YKY(2002): Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt II, 1941-1960, Yapı Kredi Yayıncılık, İstanbul.
________________________İlk Taslak 20 Temmuz 2002Son Gözden Geçirilme Tarihi 5 Ağustos 2002