22 Eylül 2014
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon iklim değişikliğiyle mücadele için “söz vermelerini” sağlamak amacıyla dünya liderlerini topluyor. Yarın (23 Eylül) New York’ta yapılacak olan zirvenin gündemi, 2015’de Paris’te yapılacak olan 21. iklim konferansında üzerinde anlaşmaya varılacak (ve Kyoto’nun yerini alacak demek yanlış olmaz) yeni iklim protokolüne yönelik olarak dünya ülkelerinin devlet ve hükümet başkanlarından kararlılık göstermelerini istemek.
Toplantıya 120 ülkenin devlet ve hükümet başkanları katılacak ve ülkelerinin iklim değişikliğiyle mücadele için ne yapacağını açıklayacaklar. Ban Ki-moon’un beklentisi, kendilerini bağlayacak taahhütlerde bulunmaları. Liderleri bu tür bir zirveye çağırmasının asıl nedeni de, her yıl aralık ayında yapılan asıl hükümetler arası iklim zirvelerinin liderlerin katılmadığı, alt düzey bürokratlar arasında geçen bir pazarlığa dönüşmüş olması.
Ban, liderlerin liderlik etmelerini sağlamaya çalışıyor. Ban Ki-moon’un 2015’de Paris’te işe yarar bir anlaşma çıkması için samimi olarak mücadele ettiğinden şüphe etmemiz için de pek sebep yok. Her ne kadar konumu, durumu belli olsa ve iklim zirvelerinde orta yoldan ayrılmasa da, dün New York’ta bu liderler zirvesine yönelik olarak yapılan 400 bin kişilik dev Halkın İklim Yürüyüşü’ne katılması önemli bir jest olarak kabul edilebilir.
Erdoğan New York’ta
Ban Ki-moon’un bu özel zirvesine Türkiye adına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan katılıyor. Yani Türkiye zirveye en üst düzeyde katılım göstererek baştan olumlu bir mesaj vermiş oldu. Üstelik Çin, Hindistan gibi iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının salımında üst sıralardaki ülkelerin bu düzeyde katılmadıklarını düşünürsek bu mesaj gerçekten önemli.
Gerçi Erdoğan’ın zirveye katılmasında Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yapacağı ilk ABD ziyareti için bunun güzel bir vesile olduğunu düşünmesinin payı bayağı fazla olabilir. Cumhurbaşkanı’nın New York programının yoğunluğu da bunu gösteriyor. Erdoğan iklim zirvesini çok sayıda ikili temas ve ticari görüşme için kullanacak, Obama’nın yemek davetine katılacak, vb. Ama yine de BM Genel Sekreteri’nin özel iklim zirvesinde Erdoğan’ın da bir konuşma yapacağı ve Türkiye’nin iklim değişikliğiyle ilgili resmi pozisyonunun anlatacağı anlaşılıyor. 2015 Paris zirvesine kadar bu kadar üst düzeyden bir daha bu sözleri duyma şansımız olmayabilir. Bu nedenle Erdoğan’ın söyleyecekleri önemli. Olumlu mesajlar vermesi önemli bir şans olabilir.
Peki Erdoğan neler söyleyebilir? Bunu tahmin etmek için biraz geçmişe bakalım.
Davutoğlu ve Erdoğan daha önce neler dedi?
Türkiye’nin iklim politikalarının tarihi 12 yıllık AKP iktidarıyla bir hayli örtüşür. İlk yıllarda, yani önceki hükümetler döneminde yapılan bazı ön çalışmalardan sonra, Türkiye Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC) ve Kyoto Protokolü’ne AKP döneminde taraf oldu. İklim değişikliği konusunda kamu kesimi tarafından yürütülen bütün projeler, hazırlanan neredeyse bütün raporlar AKP iktidarında, Başbakan Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında gerçekleşti. Bu nedenle günahı sevabıyla Türkiye’nin iklim politikalarından büyük ölçüde Erdoğan ve hükümetleri sorumludur.
Geçen sürede Türkiye her yıl yapılan iklim zirvelerine birkaç kez bakan seviyesinde katıldı. Zamanın Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, hatta Kopenhag zirvesinde zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül konuştu. Ancak Erdoğan’ın da bazı konuşmaları var. O halde gelin hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hem de Başbakan Davutoğlu’nun (tabii Dışişleri Bakanı olarak, ki iklim değişikliği uluslararası bir müzakere konusu olduğu için Dışişleri Bakanlı önemlidir) zamanında iklim değişikliği konusunda neler dediklerine kısaca bir bakalım:
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu – 25 Eylül 2010 New York (İklim Değişikliği konusunda o zamanki iklim konferansının ev sahibi olan Meksika tarafından düzenlenen Danışma Toplantısı):
“(…) Küresel bir tehdit olan iklim değişikliği birlikte çözmemiz gereken en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. İklim değişikliği ile mücadele kalkınma, üretim ve enerji alanlarında bir paradigma değişikliğini gerektirmektedir. İklim değişikliği konusunda öncelikle kamuoyunun bilincini artırmalıyız. Ayrıca, küresel ısınmanın olumsuz etkileriyle mücadelede hepimiz, küresel düzeyde taahhüt altına girmeliyiz. Bunu yapamazsak somut bir sonuca ulaşamayız. (…) Tartıştığımız mesele ulusal bir sorun değildir. İnsanlığın var oluşuyla ilgili bir meseledir. Hepimiz bu meselenin çözümünde bir dünya vatandaşı gibi davranmalıyız. Dışişleri Bakanları olarak, vicdanların sesi olmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Sadece ulusal kapasitelerimizle konuşursak, müzakereler uzayıp gider ve ortak bir sonuca varamayız. Var olamayacağımız bir dünyada siyaset yapmanın anlamı kalmaz. İnsanlığın geleceği yoksa, zaten siyaset de yoktur. İklim değişikliği ile mücadelede 2012 sonrası dönemde yeni bir rejime ihtiyaç vardır. Bu rejimin ana unsurlarını doğru tespit etmeliyiz. Meselenin köklerine inmeliyiz. Yeni rejim şeffaf, herkesi kapsayıcı, adil ve eşitlikçi olmalıdır. (…) Yeni iklim değişikliğiyle mücadele rejimi esnek olmalıdır. Bu bağlamda, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin salım azaltım ve sınırlama taahhütleri üstlenmek durumunda olan ve gelişmiş ülkeleri içeren, Türkiye’nin de OECD üyesi sıfatıyla yer aldığı Ek-I listesi gözden geçirilmeli ve yeni rejime ilişkin anlaşma kapsamında yapılacak yeni gruplandırma bugünün ekonomik gerçeklerini yansıtmalıdır.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan – Rio+20 Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi konuşması, 21 Haziran 2012:
“Bakın şu anda, dünyanın belli bir bölümü fosil yakıtları gerçekten son derece müsrif şekilde tüketiyor. Çok büyük hacimli motorlara sahip arabalarla, lüks tüketimle, bir yandan insanlığa ait olan bir kaynak tüketilirken, aynı zamanda insanlığın ortak mülkü olan dünya ciddi şekilde kirletiliyor. Bir kaynağın, sadece belli kesim tarafından sınırsızca kullanılması, dünyanın sadece belli kesimler tarafından ciddi şekilde kirletilmesi, yeryüzünde eşitsizliği, adaletsizliği, bunun arkasından hukuksuzluğu körüklüyor. (…) Bencilliğin, ekonomik sisteme, özellikle de küreselleşen dünyada küresel ekonomik sisteme sirayet etmesi, küresel ekonomi üzerinde bu kadar etkin olması, sürdürülebilir büyüme önündeki en büyük engeldir. Sürdürülebilir kalkınmayı güçlendirmek için, bencil toplumları, bencil devletleri, en önemlisi de bencil ekonomik sistemi, bu paradigmayı sorgulamak, gelecek nesillere karşı üzerimizdeki emaneti muhafaza etmek zorundayız. (…) Birileri zenginleşirken, birileri fakirleşiyorsa, bu büyüme sağlıklı değildir, sürdürülebilir değildir. Böyle bir büyüme yönteminin kalkınma olarak sunulması, bu büyüme modelinin hızla yaygınlaşması, sürdürülebilir kalkınmanın önündeki en büyük engel ve tehdittir. Birlikte büyüme, birlikte kalkınma, birlikte refaha erişme paradigmasının acil bir şekilde dünyamızın önüne bir alternatif olarak konulması, her zamankinden çok daha hayatidir ve önemlidir.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan – BM Genel Kurulu konuşması, 25 Eylül 2007:
“İklim değişikliği bugün insanlığın karşı karşıya bulunduğu en büyük çevre tehdidi. En büyük nedeni sera gazları emisyonu. En adaletsiz yönlerinden biri, sorunun olumsuz sonuçlarından en fazla etkilenen ülkelerin, sorunun ortaya çıkmasında en az sorumluluk sahibi ülkeler olmaları. (…) Sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde ekonomik gelişmesini devam ettirmeye büyük önem veren Türkiye, ‘hakkaniyet’ ve ‘ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar’ ilkeleri temelinde, iklim değişikliğine karşı mücadeleye devam etmek konusunda kararlıdır”
Bu konuşmalara bir de Türkiye’nin resmi pozisyonundaki son durumu ekleyelim.
Varşova’da 2013 Kasım ayında yapılan son BM İklim Zirvesi’nde Türkiye adına konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar: “İklim değişikliği dünyamıızı ciddi bir şekilde tehdit ediyor. Bu küresel bir sorundur ve küresel çözümler gerektirir. Ve şimdi yeni bir çağ inşa ediyoruz. Bu yeni çağ hiçbir tarafın dışarıda bırakılamayacağı, kapsayıcı bir çağ olmalıdır. Bu yeni çağ bütün ülkelerin ulusal sorumluluları ve kapasiteleri ölçüsünde katılmak zorunda olduğu esnek bir çağ olmalıdır. Bu yeni çağ, ulusal katkıların zaman içinde değişebildiği esnek bir çağ olmalıdır. Bu yeni çağ, küçük ada devletleri ve en az gelişmiş ülkelerin haklarının korunduğu güçlü bir çağ olmalıdır. Bu yeni çağ azaltımla birlikte adaptasyon, finans, teknoloji transferi ve kapasite geliştirmeyi de içeren kapsayıcı bir çağ olmalıdır. Bu yeni çağ mevcut gerçeklileri ve şimdiki ve gelecek kuşakların ihtiyaçlarını dikkate almalıdır. Varşova’da bu yeni çağın temellerini atmalı ve Paris’te bu işi nihayete erdirmeliyiz.”
Türkiye’nin iklim pozisyonu
Bütün bu sözlerden ve Türkiye’nin burada anamadığımız bildik iklim politikalarından yola çıkarak neler söyleyebiliriz? Erdoğan New York’ta neler diyecek?
1- Başbakan Davutoğlu da, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, iklim değişikliği, gezegenin durumu, küresel adaletsizlik gibi konularda retorik olarak çok güçlüler. İklim değişikliği ve çevre meseleleri Batı uygarlığını, BM’yi eleştirme bağlamında da önemsedikleri konular.
2- Türkiye resmi düzeyde iklim değişikliği konusunda gayet net. Söylemi açık. Konunun dünyanın en büyük sorunu olduğunu bile söylüyor. Kendini gelişmekte olan bir ülke olarak konumlandırıyor. (Sözleşmede Gelişmiş Ülke olarak görünse de, “özel şartlarını” kabul ettirmenin rahatlığını yaşıyor.) Müzakerelerde neler konuşulduğuna hakim olduğu mesajını vermeye de özen gösteriyor.
3- İklim değişikliği konusunda yeni bir dönemin açıldığı konusunda da Türkiye net. Paris’te “bütün ülkeleri kapsayan” bir anlaşma çıkması gerektiğini yıllardır ilan ediyor. Gerçi esnek, dinamik gibi kavramlar kullanarak katı yükümlülüklerden uzak (bu nedenle de aslında zayıf olabilecek) bir anlaşma tarif ediyor, ama bu Türkiye’ye özgü bir görüş değil. Türkiye mevcut durumu tarif ediyor denebilir.
4- Türkiye “özel durumunu”, “zengin ülkeler kadar sera gazı almadığını” hâlâ vurguluyor, ama eskisi gibi “biz masumuz, hiçbir şey yapmamız gerekmez” demiyor. Yıllık emisyon artış hızının yüksek olduğunu kısmen kabul ediyor.
5- Türkiye, Paris anlaşmasına “kritik kütleye ulaşılırsa”, yani yeterince sayıda ülke (özellikle de hem gelişmiş ülkeler, hem de Çin gibi büyük gelişmekte olan ülkeler) taraf olursa katılacak ve emisyon indirim hedefi alacak. Zaten böyle herkesi kapsayan bir anlaşmaya varılırsa eskiden Kyoto’da olduğu gibi hedef almadan taraf olmak diye bir şey olamayacak.
6- Türkiye yeni süreçte anlaşmaya taraf olursa, hedef alırken iki şeye dikkat edecek: Birincisi, eskisi gibi Çin, Hindistan, Endonezya, Brezilya gibi diğer hızlı büyüyen “gelişmekte olan” ülkelerden daha fazla sorumluluk almasını gerektirecek bir konumda olmamaya. İkincisi mevcut hızlı kalkınma politikalarıyla çelişmemesine. Bu pek mümkün değil, ama deneyecek.
7- Türkiye hükümeti küresel düzeyde ve Türkiye’de sokaktan gelen baskıyı önemseyecek.
Erdoğan ne diyecek?
Bu durumda Erdoğan’ın yarın New York’ta yine iklim değişikliği en önemli sorun diyen, meselenin küresel adaletsizliklerle bağını kuran, bunları kendi önemsediği konularla (Filistin gibi) özellikle ilişkilendiren, belagatli bir dil kullanacağını; Paris zirvesinin çok önemli olduğunu söyleyeceğini, “kritik kütleye ulaşılması halinde biz de üzerimize düşen sorumluluğu alacağız” diyeceğini, Türkiye’nin ağaç diktiğini, çevreye çok önem verdiğini, 2023’te %30 yenilenebilir enerji hedefi koyduğunu anlatacağını (ama bunların çoğunun zaten mevcut barajlar olduğundan pek söz etmeyebileceğini), tabii Türkiye’nin herhangi bir emsiyon indirim hedefi alacağını söylemekten, bir rakam telaffuz etmekten, Türkiye’nin sorumluluğunun ne olduğunu tarif etmekten özellikle uzak duracağını tahmin edebiliriz.
Yarınki konuşmadan sonra tekrar değerlendirelim.