20 Aralık 2004
Nablus'ta paraşütçü olarak hizmet veren A.L. adlı bir asker Küçücük Çocuklara Eziyet Edin başlıklı yazımın (Ha'aretz Magazine, 3 Aralık) ardından bana bir mektup gönderdi. Makaleyi, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) askerlerinin Nablus eski şehir bölgesinde (Nablus casbah*) dört çocuğa açtığı ateş sonucu, üçünün ölmesi ve 3 yaşında olan dördüncüsünün de yaralanmasıyla ilgili olarak yazmıştım. Cevap mektubunun tamamına yakını aşağıda:"Cuma günü, Ha'aretz'deki köşenizde yazdığınız yazıyı okudum ve IDF ile ilgili şikâyetinizi anlamak zorunda olduğumu düşündüm. Nablus mıntıkasını tutan Paraşüt Birliğinde görev yapıyorum; Hawra kontrol noktasında nöbet tutuyorum, ardından da geceleri diğer görevlere katılıyorum. Her günüm böyle geçiyor. Birkaç aydır bu mıntıkadayım ve her gün müthiş bir tatmin duygusu yaşıyorum: Sabahları kalktığımda, işlerine güven içinde gidebilmeleri, çocuklarını okula güven içinde gönderebilmeleri için, bölgede onlar adına savaşan IDF askerlerine güvenen İsraillilerin savunmasına ne kadar katkım olduğunu biliyorum. İşte bu nedenle askerler müthiş bir motivasyona ve 19 yaşındaki çocuklardan beklenmeyecek bir ciddiyete sahipler.
"Ben de sizin gibi yerleşimcilerin bölgeden çıkartılmasını savunan sol görüşe sahiptim; ama teröristlerin saldırdığı bu dönemde İsrail topraklarına yönelik terörist saldırıların kaynağı olan böyle bir mıntıkayı terk etmek imkânsız. IDF askerlerinin Filistinli çocukları kasten öldürdüğünü nasıl söylersiniz anlamıyorum. Askerlerin, kasaba sokaklarında dolaşan masum çocukları öldürmekten hoşlandığına gerçekten inanıyor musunuz? 20 yaşındaki bir çocuğun Paraşütçü Birliği'ne çocukları öldürmek için katıldığına mı inanıyorsunuz? Hayır, devleti korumak için katıldı, bu kadar, nokta. "Bu zorlu bölgedeki durum, her zaman âdil olmayan bedeli zorunlu kılıyor. Sizin sorununuz, onların söylediği her kelimeye inanmanız. IDF devriye ve görevlerinde yanımızda olsaydınız, bunların yalnızca teröristlere zarar vermek amacıyla yürütüldüğünü ve ateş edecek birimlere, alanda kurallara aykırı davranmamalarını söylediklerine birinci elden tanıklık ederdiniz. İnanın bana, görüş alanında 12 yaşında bir çocuğu gören hiçbir asker asla tetiği çekmeyecektir. Sonuçta, kendisi de daha birkaç yıl önce o yaşlardaydı.
"Eğer orada olsaydınız ve neler olup bittiğini tam olarak görseydiniz, nasıl yalan söylediklerini anlardınız. Eğer 12 yaşındaki bir çocuk patlayıcı atıyorsa, IDF'nin yapabileceği tek şey ona saldırarak etkisiz hale getirmektir. Bunu da bölgede ilerisi için caydırıcı etkisi olsun diye yapar. Bölgede her gün bazı hataların olduğu açıktır, ama IDF bu tip hataların olmaması için elinden gelen her şeyi – inanın bana her şeyi – yapıyor. O çocuklar masum değiller. IDF'nin nasıl çalıştığını çok iyi anlıyorlar.
"Subayların öne sürdüğü 'savaşta hatalar olur' mazeretine sığınmayacağım. Ama sivil halkın arasında karmaşık operasyonlar yürütürken, teröristlerin yanında dolaşan masum sivillere zarar vermemek çok zor. Sizi temin ederim, bölgede görev yapan yüzlerce askerle görüşseniz, size masum sivillere zarar vermek istemediklerini ve bunun olmaması için her şeyi yapacaklarını söyleyeceklerdir. Tabii ki bölgede görev yapan ve intikam duygusuyla masum insanlara kasten zarar veren askerler hariç. Ama bu gibi şeylerden söz etmek mümkün değil; çünkü, onlar orduyu temsil etmiyorlar.
"Nablus'a giren her devriyenin amacı varlığımızı hissettirmek değil, teröristleri ve aranan silahlı kişileri bulmak ve tasfiye etmek, ya da gece operasyonlarının rahat yapılması için gereken ortamı sağlamaktır. Vatandaşlar bu devriyeleri İsrail'in işgal amacıyla başvurduğu bir başka araç olarak görüyor ve bu yüzden askerlere ateş açıyor, yangın bombaları atıyorlar. IDF de karşılık veriyor. Oradaki herhangi bir çocuk patlayıcı ya da yangın bombası atarak IDF'ye bulaştığı takdirde, IDF onu yakalamaya çalışacaktır. Teröristlerle karşılıklı çatışmalarda çocukların zarar görmesinin bir sorun olduğunu kabul ediyorum, ama yine de bu, her gün Nablus'tan terörist saldırılar yürütmeye çalıştığı için peşinde olduğumuz kişilerin etkisiz hale getirilmesi için gerekli.
"Konuyla ilgili tavrınızı net olarak açıklamanızı bekliyorum, çünkü gerçekten de bu tip yazıların on yıllardır yayınlanan Ha'aretz'de nasıl yer alabildiğini anlamak istiyorum. Umarım ne kadar yanlış düşündüğümü bana kanıtlarsınız."
Sevgili Asker,
Bölgede yaptıklarınızı, sizin gibi düşünmeksizin yapmak imkânsız. Senin gibi "müthiş tatmin" duymadan her gün kendini riske atmak imkânsız. Sen ve arkadaşların, yaptığınızın son derece gerekli ve doğru olduğuna ikna olmasaydınız, size verilen görevi yapamazdınız.Sizin için mümkün olanların onlara yasak olduğu, onların ve bizim aynı olmadığımız ve güvenlik uğruna, çoktan aşılan çizgiler olmadan, yani çocuklara ateş etmemek konusundaki kırmızı çizgi dahil, kırmızı çizgiler olmadan istediğiniz her şeyi yapabileceğiniz fikri size aşılanmasaydı, en azından bazılarınızın belli ilkelere sahip olmasından dolayı, şu an yapmakta olduklarınızı yapmanız kesinlikle mümkün olmazdı.
İşte bu yüzden, karmaşık bir eğitim, istihbarat, iletişim, beyin yıkama, insanlıktan çıkarma ve şeytanlaştırma sistemi yaratılmış. Bu öyle bir sistem ki, en iyileri bile, ne yaptığının asla farkında olmaksızın dehşet verici şeyler yapan mükemmel genç nesiller yetiştiriyor. Sistem, toprağın sahibinin biz olduğumuzu ve Filistinlilerin, hiçbir koşul altında bizim hak ettiklerimizi hak etmeyen aşağılık insanlar olduğunu; işgalin haklı olduğunu ve terörizmin tırmandığı şu durumda zorunlu olduğunu, Filistinlilerin öldürmek için doğduklarını, terör saldırılarının tek nedeninin onların kana susamış karakterleri olduğunu aşılıyor. Ve tüm bunlar her şeye, ama her şeye mazeret olarak sunulan güvenlik kaygıları ile ambalajlanıp sunuluyor.
Askerler 623 çocuk ve genci öldürdü. Ve sen bir tane askerin bile namlunun ucundaki çocuğu görmediğini mi söylüyorsun? Refah'taki kız çocuğunu öldüren asker onu görmedi mi? Kasaba'da Amar Banaat ve Muntasar Hadada'yı tek kurşunla öldüren de görmedi mi, bilmiyor muydu? Ve 9 yaşındaki Halid Osta'yı öldüren, göğsünde koca bir delik açan da mı fark etmedi? Ya Gazze'de, evleri bombalayan, görüş mesafesinde çocuk görmeyen, ama ne olursa olsun o binalarda çocukların yaşadığını bilen ama buna rağmen düğmeye basıp bombayı atan? Peki ya düğmeye basıp, kalabalık bir mahalleye bomba atan pilot? O da mı ölenler arasında çocukların olacağını bilmiyordu?
Ve bir çocuk, zırhlı araca taş hatta yangın bombası ya da patlayıcı atarsa, ölmeyi hak ediyor mu demektir? Caydırıcılığı sağlamak için o çocuğa saldırmak zorunda olduğunu söylüyorsun. Bu korkutucu. Caydırmak için bir çocuğu öldürmek mi? Ve eğer caydırmak için bir çocuğu öldürdüğünüzde ya da yaraladığınızda, caydırabiliyor musunuz?
Bu çocukların neden sizle savaştığını hiç düşündünüz mü? Ya da yetişkinlerin? Haklı bir neden uğruna savaşıyor olabilecekleri hiç aklınıza geldi mi? Nihayetinde, hayatlarından sizin baskıcı varlığınızı çıkarıp atmayı istiyor olabilirler mi? Kendinizi bir an için bile olsun onların yerine koydunuz mu? İşgal altında doğmuş bir Filisitnli olsaydınız ne yapardınız? Ehud Barak'ın birkaç yıl önce söylediği şeyi söyleme cesaretiniz var mı?: "Bir terör örgütüne katılırdım" demişti. Bundan daha net, cesur ve doğru bir cevap yoktur.
Sizler, dünyanın en haklı nedeni için, çok yetersiz olan güçleriyle mücadele eden çocuk ve yetişkinlere karşı muazzam bir güçle savaşıyorsunuz. Onlar işgale karşı savaşıyor. Bu savaşta patlayıcılar ve yangın bombaları haricinde bir seçenekleri de yok. Onlar işgalle, bizim anne ve babalarımızın ve onların da anne babalarının diğer bir işgale karşı mücadele ettiği şekilde mücadele ediyorlar. Hiç bunu düşündünüz mü?
Tarih buna benzer mücadele ve savaşlarla dolu. Sizin yaşınızdaki gençler, kendilerine kesinlikle gerekli, ölüm kalım meselesi olduğu söylenen sebepler için ölmeye gönderildiler ve bir gün savaş sona erdiğinde, sanki hiç yaşanmamış gibi çatışma barışçıl bir biçimde sonuçlandığında herkes aynı şeyi sormaya başlar: Neden? Tüm bunlar ne içindi? Siz, ve kesinlikle çocuklarınız da, orada ne yaptığımızı anlamayacaksınız. Aynı, Lübnan'da ölen askerlerin akrabalarının bugün orada ne aradıklarını sordukları gibi. Ne için öldürüldüler? Ne için öldürdük?
Size ait olmayan bir yerde, Nablus'ta, hayatınızın en güzel yıllarında, kendinizin ve başkalarının hayatlarını tehlikeye atarak ne yaptınız? Oradaki halka hangi hakla zulmettiniz? Nasıl yaşayacaklarına, ne zaman evde oturacaklarına ve ne zaman evlerinden çıkabileceklerine, ne zaman çalışıp ne zaman boş oturacaklarına, ne zaman hastaneye gidebileceklerine, ve ne zaman evlerinde acı çekeceklerine hangi yetkiyle karar verdiniz? Hem biz kimiz? Bize bu hakkı kim tanıyor? Sadece gücümüz, çok büyük bir gücümüz var diye, her şeyi yapabilir miyiz?
Senin ve arkadaşlarının orada bulunmak, hele oradaki halka yapmakta olduğunuzu yapmak için hiçbir ahlaki nedeniniz yok. Halkı hapsetmek, gecenin bir yarısı evlerine girmek, duvarları yıkarak evden eve geçmek, keyfinize göre insanları gözaltına almak, ateş etmek, zulmetmek ve öldürmek için hiçbir ahlaki nedeniniz yok.Bir gün farklı bir gözle baktığında Hawara ve Nablus arasında ne yaptığını anlayacaksın ve eğer gerçekten vicdanın varsa, günler, geceler ve yıllar boyu uykuların kaçacak. O zaman, güvenliği sağlamak için yapılan her şeyi, şimdi yaptığın gibi, mazur göremeyeceksin. Tel Aviv sakinleri için gerçek güvenlik ancak Nablus sakinlerinin de güvenliği sağlandığında sağlanabilecek, bir dakika önce değil. Güvenlik, özsaygı ve özgürlük… onların da bunlara sahip olmaya bizim kadar hakları var. Ve inanıyorum ki ondan sonra senin hissettiğin o "müthiş tatmin" yerini derin bir suçluluk duygusuna bırakacak ve görmeyi reddettiğin, orada yaptığın şeyler nedeniyle büyük bir utanç duygusu kaplayacak benliğini.
Yüreğinde, Nablus'taki fiillerinle, Tel Aviv'de bizim güvenliğimiz arasındaki bağlantının senin tanımladığından çok daha gevşek olduğunu bildiğini düşünüyorum. Sen ve arkadaşların bir terör eylemini engellerken 100 yeni saldırıyı tetikliyorsunuz. Bir kişiyi etkisiz hale getirirken onun yerini alacak üç kişiyi yaratıyorsunuz. Umutsuzluktan doğan halk mücadelesi böyle olur. Gecenin köründe evini harabeye çevirdiğiniz ve gözlerinizin önünde ailesini aşağıladığınız çocuk bunu asla unutmayacak; tıpkı biri size ve sizin ailenize aynısını yaptığında sizin unutmayacağınız gibi. Askerlerin öldürdüğü Amar, Muntasır ve Halid'in arkadaşları sizi affetmeyecek. Bizim ektiğimiz nefretle büyüyecekler. Onlar geçmişleri ve gelecekleri olmayan üç çocuktu. İkisinin – Amar ve Muntasır'ın babaları yoktu. Amar tek erkek çocuktu. Onlar ölmeyi hak etmemişti. Evet, doğru, ölümlerine sebep olan şeyi kendi gözlerimle görmedim, ama öldürüldükten sonra onlardan arta kalanları gördüm.
Ya sen? Oradan hangi anılarla döneceksin? Bu askerlik hizmeti kişiliğini, psikolojini nasıl etkileyecek? Çocuklarına ne söyleyeceksin? Babalarının Tel Aviv'i Nablus'tan koruduğunu ve mektubunda da itiraf ettiğin gibi, insanları neredeyse rasgele etkisiz hale getirdiğini mi? ("Nablus'a giren her devriyenin amacı varlığımızı hissettirmek değil, teröristleri ve aranan silahlı kişileri bulmak ve etkisiz hale getirmektir.") Kuvvet kullanımı, şiddet, insanları etkisiz hale getirmekle ilgili ne biliyorsun? Eğer orada kabul edilebilirse, burada da neden olmasın?
Genç yaşta eline bu kadar yetki verilen biri ruhunun yaralanmasını engelleyemez. Yaşlı insanları beklettikten, hastaların hastaneye gitmesini engelledikten, hastaneye giden çocukları ve doğum yapmak üzere olan kadınları durdurduktan sonra, bu vahşi anılar hiçbir zaman aklından çıkmayacak. Sen askerlerin en insancılı da olsan ve onları bekletmemiş olsan da, şehirlerinden geçmek, evlerine girmek için senin iznini almak zorunda olmaları bile içinde iz kalması için yeterli. Tüm bunlardan sonra evine döndüğünde nasıl bir insan olacaksın?
IDF askerlerinin çocukları öldürmekten zevk alıklarını bir an için bile düşünmedim. Ama çocuklar öldürülüyor. Birçok çocuk, yüzlercesi… Ve IDF bu suçu önlemek için yeterince çaba göstermiyor. IDF askerlerine göre başka seçenek olmadığı ve çocukların da ölüyor olmasının çok korkunç olmadığını aşılıyor. Asıl olan bizim güvenliğimiz.
Bu çocukların kanı yerde kalmaz. Kanları ellerimizde. Kanları sizi Nablus'a gönderenlerin ellerinde, ateş edenlerin ellerinde, Nablus sokaklarında silahlı dolaşarak halka zulmedenlerin ellerinde ve sessiz kalanların ellerinde. Sen benim adıma da orada bulunuyorsun ve bu yüzden, hepimiz ağır bir sorumluluk, taşınamayacak kadar ağır bir sorumluluk taşıyoruz. Sen kendi işini yap, kendini ve beni koru; ben de aynı şeyi yapmaya devam edeceğim.
Çeviren: Özlem Dalkıran
*Nablus casbah (Nablus eski şehir bölgesi) için Türkçe metin boyunca Nablus kullanılmıştır.