Toplumu ve Doğayı Meta Efsanesinden Korumak

-
Aa
+
a
a
a

 

Sosyal Politika Forumu'ndan

 

Ömer Madra: Hafta sonunda Boğaziçi Üniversitesi'nde bir konferans vardı, ondan söz edeceğiz.

 

Ayşe Buğra: Konferans iki yılda bir yapılan Karl Polanyi konferanslarının onuncusu idi. İlki 1986'da yapılmıştı. Çalışmalarında Karl Polanyi'nin düşüncelerini kullanan ya da Karl Polanyi'nin düşünceleri üzerine çalışan çeşitli akademisyenlerin bir araya geldiği ve kendi çalışmalarını tartıştıkları bir konferans. Her yıl belirli temaları oluyor. Bu konferansın teması, "Toplumu ve Doğayı Meta Efsanesinden Korumak"tı ve Boğaziçi Üniversitesi'nde yapıldı.

 

AB: Çok ruh şenlendirecek cinsten konulardan değildi bizimkiler, ama konferans en azından bu çok iç karartıcı konularla ilgili dünyanın her tarafında ciddi bir kaygı olduğunu ve buna karşı ne yapılabilir diye düşünülmeye başlandığını gösteriyordu. Bu açıdan ümit verici sayılabilir.

 

Bu meta efsanesi fikri Karl Polanyi'nin kullandığı bir fikir ve "insanla bağdaşamaz" dediği piyasa ekonomisinin önemli özelliklerinden biri olarak bu meta efsanesini gösteriyor. Yani piyasa toplumunun, emeğe, toprağa, doğaya ve paraya meta olarak bakılan bir toplum olduğunu söylüyor. Emek, toprak doğa veya siyasi olarak kontrol edilmesi gereken paraya meta, yani piyasada değiş tokuş edilebilir, satılabilir şeyler muamelesi yapmak, insan toplumu ve doğa üzerinde yıkıcı bir etki yapıyor diyor. "Emeğe meta muamelesi yaparsanız, yoksulluk ve ekonomik güvensizliğin yarattığı davranış bozuklukları, asosyal davranışlar toplumu yaşanamaz hale getirir" diyor ki, bunun üzerine konuşup duruyoruz.

 

"Doğaya meta muamelesi yaparsanız, doğanın buna katlanamaması ve doğal felaketlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır" diyor ki, işte, bunlarla karşı karşıyayız. Ekonominin mantığının, ekonomik büyümenin, etkinliğin, doğanın korunması amacının, doğayla birlikte huzur içinde yaşama amacının önüne geçtiğini ve bunun sonuçlarının ne olduğunu her gün görüyoruz. Paranın alınır satılır bir meta muamelesi görmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik krizlerin etkilerini çok yakın zamanda Türkiye'de yaşadık. Polanyi bütün bunlara dikkat çekiyor. Bu meta efsanesinin ortaya çıkışı, bunun bıraktığı hasar ve buna karşı direniş, konferansın konularından biriydi.

 

ÖM: Evet, katılımın da gayet yüksek olduğunu söylüyorsun.

 

AB: Katılım çok yüksekti ve asıl güzel olan dünyanın her yerinden katılımcının olmasıydı.

 

ÖM: Evet.

 

AB: Brezilya'dan, Meksika'dan, Şili'den, çeşitli Asya ülkelerinden ve tabii Avrupa'nın her tarafından gelenler vardı. Yani çok geniş bir katılım vardı ve bizi asıl sevindiren doktora öğrencilerinin varlığıydı. Tezlerinde, çalışmalarında Polanyi ile ilgilenen ve onunla ilgili konuşma yapmak üzere gelmiş çok sayıda genç vardı ki bu bizi çok sevindiriyor.

 

Polanyi, "insani öğeleri, doğal öğeleri, siyasi öğeleri metalaştıran ve bütün bunları ekonomi mantığının egemenliği altına sokan bir toplum yaşayamaz" diyor, böyle bir toplum varlığını sürdüremez ve kendini koruma içgüdüsüyle toplumun her kesiminden tepki gelir" diyor. Bu tepki, bir çözüm arayışı şeklinde, -bu konferansa katılanların çözüm arayışları gibi- kendini gösterirse, o zaman kendini kurtarma ümidi oluyor.

 

Toplumun, insanın, doğanın, dünyanın, hepsini birden kurtarma ümidi doğuyor. Fakat bu tepki sadece bu şekilde ortaya çıkmıyor, terörizm olarak da kendini gösterebiliyor, faşizm olarak da kendini gösterebiliyor, kökten dincilik olarak da kendini gösterebiliyor. Bir tepki olacak, bu tepkinin aklı başında insanların çözüm önerileriyle ortaya koydukları bir tepki olması çok önemli.

 

ÖM: Jared Diamond'un birkaç ay önce çıkan Collapse (Çöküş) adlı kitabında da, özellikle üstünde durduğu konu da bu. George W. Bush'un 11.Eylül'den hemen sonra söylediği, bizim de radyoda bir bölümünü kullandığımız bir konuşması var; "Her ulus, her insan bir seçimle karşı karşıya" diyor. Tabii Bush'un bu sözünün çok aksine bir kaygıyla, Jared Diamond da diyor ki; "Bu katiyen böyle gidemez, herkes bir seçim ya. Ya yok olmayı seçecek ya da kurtulmayı diye, net olarak da vurguladığı bir şey var. Çok tartışılan bir kitap ama önemli yankı da yarattı Jared Diamond'unki.

 

A. Buğra: Birlikte yaşamayı öğrenmek, bizden farklı insanlarla, gelir düzeyi bizden farklı insanlarla, doğayla birlikte yaşamayı öğrenmek son derece önemli. Son zamanlardaki gelişmeler, insanın doğayla birlikte yaşayamadığını gösteren gelişmeler. Kyoto Protokol'ü ekonomik etkinliğe, ekonomik büyümeye karşıdır diye direnmek bunun çok büyük bir tezahürü. Ama başka ufak tefek tezahürleri de oluyor.

Mesela dün bir haber verdiniz, içime oturdu, ikide birde aklıma geliyor; sokak hayvanlarını toplayıp, "doğaya iade etmek" fikri. Bu tam birlikte yaşayamamanın bir örneği. Adı da" doğaya iade etmek" oluyor.

 

ÖM: Bunun "doğaya iade etmek"le ilgisi yok.

 

AB: Hayvanlarla birlikte yaşayamamakla, dili, dini, rengi bizimkinden farklı insanlarla birlikte yaşayamamak arasında, yani ırkçılıkla, hayvan düşmanlığı arasında da bir ilişki olduğunu düşünüyorum.

 

Polanyi, piyasa toplumunun, piyasa ekonomisinin önemli temellerinden biri olan meta efsanesinden bahsederken, piyasa ekonomisini tanımlayan özelliklerden biri olarak emekten, topraktan ve paradan bahsediyor. Biz bir dördüncü meta efsanesini ekledik buna. O da bilgi, yani bu fikri mülkiyet haklarının bugün aldığı biçim. Ve bunun hem bilimsel araştırmaya, hem bilginin kullanımına etkileri, yansımaları, toplumu ve doğayı kendisinden korumamız gereken meta efsanesinin bir yönü olarak tartışıldı. Bu yeni bir şeydi. Polanyi'nin çalışması ilk defa fikri mülkiyet hakları bağlamında gündeme geliyor. Bu konferansın bence bilimsel olarak önemli bir yanıydı.

 

ÖM: Buna ilaç patent haklarını da katabiliriz.

 

AB: O da tartışıldı, o konuda da tepkiler vardı. Orada patlayacak gibi görünüyor. O meta efsanesinde bu işin sonu gelecek gibi görünüyor. Sağlıkla, fikri mülkiyet haklarını bağlayan tebliğler vardı.

 

Ayrıca, Virginia Brown Keyder'in bir hukukçu olarak yaptığı bir konuşma vardı ki, son derece önemliydi. Amerikan hegemonyasının ve ekonomi mantığını bütün dünyaya hakim kılmanın, kılma amacının en önemli temel taşının fikri mülkiyet olduğunu söylüyordu. Yani Amerika'nın elindeki gücün ve bu fikri savunurken kullanabildiği enstrümanların en önemlisinin fikri mülkiyet olduğunu söylüyordu. Bu çekildiği anda bu dünyadaki eşitsizliklerin, adaletsizliklerin büyük bir kısmının dayanağı ortadan kalkacak, çökecek gibi görünüyor. Dolayısıyla entelektüel mülkiyet konusu, üzerinde çok düşünülmesi gereken bir şey.

 

ÖM: Evet. Thomas Freedman'ın "Dünya Düzdür" diye bir kitap yazıp, "iletişim ve teknolojiye bağlı olarak, dünya aslında olağanüstü bir yere geldi, mükemmel bir yer haline geldi, son devrim budur" demesi bana çok arkaik gözükmeye başlıyor artık.

 

AB: İnsan hayatıyla bu kadar bağdaşmayacak bir şeyi bu kadar inançla savunursa insan sonunda saçmalıyor. Hakikaten saçmalığa varıyor. Fakat maalesef Amerika'daki düşünce biçimi hakikaten farklı gibi geliyor. Ben de bu konuda çok fazla sistematik olmayan bir şeyler düşündüm. Söylemek istiyorum. Dediğim gibi uluslararası bir katılımcı grubu vardı konferansta. Amerika'dan gelen akademisyenler de vardı. Sanki Amerika'dan gelenlerin yaklaşımıyla, Avrupa'dan, Latin Amerika'dan veya başka yerlerden gelenlerin yaklaşımı arasında bir fark varmış gibi geldi bana. Amerika'dan gelenler, sanki kavramlarla oynama merakı içinde çalışıyorlar. Yani o kavramı alacaksın, o bağlamdan çıkaracaksın, başka bir bağlamda başka türlü tanımlayacaksın. O tanımlarla oynayacaksın. Halbuki başka yerlerden gelenler, aynı zamanda yaptıkları işin toplum üzerinde, mevzuat üzerinde, politikalar üzerinde etkisi olabileceği inancıyla iş yapıyorlar.

 

Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunların çözümü üzerine düşünürken, fikir üretirken Polanyi'nin kullandığı kavramlar gerçekten çok yararlı kavramlar. Şimdi bu kavramları kullanmak ve bunları topluma anlamlı bir şekilde dönüştürmek için kullanma amacı herkesin çalışmasına hakim olan amaç. Amerika'dan gelenlerin amacı ise "bunlarla oynayıp makale konusu çıkarayım, bir makale daha yazayım, bir yayın daha yapayım"mış gibi. Bu bir oyuncak sanki ve "bir makalem daha çıksın" amacına yönelik olarak o oyunun sürdürülmesi fikri beni rahatsız etti. Özellikle gençlerde gözlemlediğim zaman biraz rahatsız etti. Ama öteki taraftan, yani Avrupa'da yapılan işlerin toplumla ilişkisi ciddi bir biçimde kuruluyor, Latin Amerika'da da öyle.

 

ÖM: Terimler icat edip üzerinde oynamak gibi...

 

AB: Terim icat etmek bizim yaptığımız işin bir parçasıdır, bakın Polanyi'nin "meta efsanesi" kavramı bugün bazı şeyleri problematize etmek için ne kadar işimize yarıyor. Ama bunun ne amaçla yapıldığı, nasıl yapıldığı çok önemli. Amerikalı meslektaşlarımız, sanki toplumu etkileyebilme ümidini kaybetmişler gibi geldi bana. Yani o ümit kaybedilince akademik çalışma da oyuna dönüşüyor ister istemez. İçi boşalıyor. Bir ümitsizlik var ortada. AmaLatin Amerika'dan gelenler, Avrupa'dan gelenler müthiş. Nasıl ifade etmek gerekir bilmiyorum ama can havliyle düşünüyormuşuz gibiydi.

 

ÖM: Çok yerinde bir terim kullandın.

 

AB: Hayatımızı kurtarmak için düşünüyormuşuz gibi.

 

ÖM: Valla biz de akademik alanda değil, ama radyo yayıncılığı alanında böyle biraz can havliyle yayın yapıyor gibiyiz. Bu terimi çok beğendim.

 

AB: Evet, öyle bir hava vardı. Bu fikri mülkiyet konusu gerçekten çok önemli bir konu. Sağlık konusunda söylenenler de çok önemliydi. Bir kısmını yayınlayacağımızı umuyoruz.

 

(19 Kasım 2005 tarihinde Açık Radyo'da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)

* AIDS tedavisinde kullanılan ilaçlar, ilaç firmalarının patent hakları yüzünden çok pahalı, bu yüzden Afrika'da hastalığın tedavisi çok imkânsız bir hal alıyor. 2001 yılında, Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünün de desteklediği, ucuz ve erişilebilir jenerik ilaçların yapılmasına olanak tanıyan yasaların çıkarılması ve uygulanması için uluslararası alanda baskı yapmayı amaçlayan "Lives Before Profit" ("Kârdan Önce Yaşam") kampanyası oldukça başarılı olmuştu.