Sosyal Politika Forumundan - 1
Ömer Madra: Günaydın Ayşe.
Ayşe Buğra: Günaydın.
ÖM: Sosyal politika ve Sosyal Politika Forumu nedir? Ve bundan böyle Açık Gazete içinde neden 15 günde bir bu programı yapacağımızı anlatalım.
AB: Peki. Sosyal politika nedir? Tabii, bu uzun bir cevap isteyen bir soru ama ben şöyle tanımlıyorum sosyal politikayı: sosyal politika, insanların özgür ve eşit haklara sahip bireyler olarak topluma katılmalarının yollarını araştıran bir alandır. Bu açıdan Sosyal politika konuları, hayır işlerinin ve enformal dayanışma biçimlerinin dışında konulardır, onlardan farklı konulardır. İnsan ihtiyaçlarına, insanın topluma katılmasının koşullarına bu hayır işi mantığından farklı bakar sosyal politika. Piyasa mantığından da farklıdır sosyal politikanın mantığı.
Piyasa ya da meta ilişkilerinin mantığı içinde emeğini satarak hayatını kazanamayan, topluma katılamayan mülksüz insanların sorunları sorun edilmez. Yani piyasa bununla ilgilenmez. Bir insan yaşlı olduğu için, sakat olduğu için, hasta olduğu için ya da iş bulamadığı için çalışıp hayatını kazanamıyorsa, iktisat politikasının konusu olmaz. İktisadın konusu değildir. Ama sosyal politikanın konusudur. Dolayısıyla, hem geleneksel dayanışmanın, geleneksel hayır anlayışının, hayır hasenat anlayışının dışında insan ihtiyaçlarıyla ilgilenen bir alan, hem de piyasa mantığının dışında insan ihtiyaçlarıyla ilgilenen bir alan. Ve bu şekliyle de entelektüel olarak çok çekici bir alan. Entelektüel olarak çok çekici bir alan, çünkü doğası gereği disiplinler arası bir niteliği var. İktisadın, sosyolojinin, antropolojinin, tarihin, siyaset felsefesinin kesiştiği bir yerde ortaya çıkan bir çalışma alanı. Bunun içinde çok çekici, entelektüel olarak.
ÖM: Evet, yani sosyal politika denince, çeşitli fakültelerde, böyle dersler de vardır; insana soğuk ve gerçekliklerden kopuk bir disiplin gibi gelir. Şimdi aslında çok net bu iki ayrımı yaptıktan sonra, hayır işi ile ilgisi yoktur, üstelik de piyasanın genel rasyoneliyle hiçbir ilgisi yoktur diye, iki temel ayrımı koyduktan sonra şimdi çok daha iyi anlaşılıyor konumuz.
AB: Türkiye’de sosyal güvenlik mevzuatı, iş hukuku, endüstri ilişkileri; bunlarla ilgili bir alan olarak ortaya çıkmış. Bu alanda da çok önemli şeyler yapılmış. Önemsiz konular değil ve gerçeklikle çok ilgili, çok yakından bağlantılı konular ama biraz -dediğin gibi- tozlu bir alan. Tozlu, sıkıcı... Bizim öğrencilik yıllarımızı düşünürsen hep iktisat politikasının ayağı altında kaldı sosyal politika. Parlak işler, önemli görünen, akıllı öğrencileri çeken alanlar hep iktisat alanlarıydı.
Daha sonra yine bir şanssızlık oldu. 1980’lerden sonra iktisada olan ilgi kısmen gerilerde kaldı. Yani iktisat böyle Dünya Bankası gibi, IMF gibi kuruluşların at oynattığı bir alan oldu, bu doğrultuda düşünülen bir alan oldu ve entelektüel çekiciliğini bir miktar kaybetti, kültür çalışmaları çok önem kazandı. Bu da çok hoş bir şeydi, önemli bir şeydi. Ama sosyal politika yine geride kaldı. Halbuki, Türkiye’de bugün çok önemli, çok gerekli bir alan. Her zaman önemli ve gerekliydi, ama bugün özellikle önemli, çünkü bugün Türkiye’de sosyal sorunlara, çok önemli sosyal sorunlara yol açan iki süreç birlikte yaşanıyor.
Bir, tarım çözülüyor. Tarım çözülüyor ve dolayısıyla Avrupa’nın mesela 18. yüzyıldan itibaren yaşamaya başladığı sanayileşme, sanayi toplumuna geçiş sorunlarını yaşıyor Türkiye. Ve bunu sanayi sonrası toplumuna geçiş sorunlarıyla birlikte yaşıyor. İkisi aynı zamanda, eş anlı olarak çıktı ortaya ve bu tabii çok ciddi sosyal ve insani sorunlara yol açıyor. Onun için de bugün sosyal politika her zamankinden daha gerekli.
ÖM: Programın jeneriğinde sözü edilen Sosyal Politika Forumu bir kuruluş aynı zamanda değil mi? Bu konuda da bize biraz bilgi verir misin lütfen?
AB: O da uzun bir hikâye. Biz 2002’de Çağlar Keyder’le bir araştırma yaptık İstanbul’da. “Yeni Yoksulluk ve Türkiye’nin Değişen Refah Rejimi” idi konusu. Bu sosyal değişim içinde, yani tarımın çözülmesinden, sanayi sonrası toplumdan, küreselleşmeden, aynı zamanda Türkiye’nin yaşadığı kendine özgü bir takım sorunlardan, mesela zorunlu göçlerden, Güneydoğudaki savaşla ilgili olarak ortaya çıkan zorunlu göçlerden, onun getirdiği yer değiştirmelerden, işsizlikten, yoksulluktan, bütün bunlardan söz etmek gerekiyordu. Bunlara bağlı olarak Türkiye’de yoksulluk gerçekten yeni bir biçimde ortaya çıkmıştı. Aslında bütün dünyada bugün yoksulluğun yeni biçimlerde ortaya çıktığını, sosyal değişme içinde söyleyebiliriz. Ve bu bir yandan yapısal değişikliklerle, teknolojik değişimlerle ilgili, bir yandan da geleneksel refah mekanizmasının artık bunlarla baş edememesi ile ilgili. Yani Türkiye’de bir yandan çok ciddi bir işsizlik ve yoksulluk sorunu ortaya çıkmıştı. Bir yandan da bu sorunları ağırlaştıracak şekilde aile dayanışması, geniş aile içinde insanların bulduğu güvenlik, bunlar ortadan kalkıyordu. Bir takım Türkiye’ye özgü çözümler, refah sağlama yolları, yani refah devleti olmayan bir toplumda refah sağlama yolları, mesela gecekondu ortadan kalkıyor, çok ciddi bir yoksullaşmaya yol açıyordu.
ÖM: Tarım çözülüyor, çok temel bir mesele dedin demin ama, belki de yalnız tarımda değil, bir toplumsal çözülmeden de, dokunun çözülmesinden de bahsetmemiz mümkün tabii değil mi?
AB: Tabii tabii. Şimdi bunlardan bahsetmeye başlarsam beni susturamazsınız. Onun için zaman içinde farklı programlarda herhalde bunlara değinebiliriz.
Foruma geleyim. Bu araştırmanın sonunda şunu fark ettik: Hakikaten Türkiye’de yeni sosyal politika önlemleri lazım ve çok ciddi bir kurumsal tahayyül lazım. Ve bu kurumsal tahayyül yok etrafta. Çok iyi niyetli insanlar şunu söyleyebiliyorlar; “Efendim, yoksulluk büyümenin az olmasına ya da istihdamın yeterli olmamasına bağlıdır. Dolayısıyla ekonomik büyüme gerçekleşir, istihdam yaratılırsa yoksulluk kendiliğinden ortadan kalkar.” Çok iyi niyetli insanlar bunu çok ciddi bir şekilde yazabiliyorlar ve söyleyebiliyorlar. Bu yanlış ve çok ciddi bir biçimde yanlış. Ve bu yanlışın sahiplenilmesi, bu yanlışın yaygın kabul görmesi, bu sözünü ettiğim, çok önem verdiğim, toplumsal tahayyülün ortaya çıkmasını engelliyor. Sosyal Politika Forumu biraz bu sorunlar üzerinde yaratıcı düşünmeyi teşvik etmek için kuruldu Boğaziçi Üniversitesi’nde.
Bu, böyle konularda araştırmayı destekleyen bir kuruluş. Bu konularda öğrencileri düşünmeye ve çalışmaya teşvik eden bir kuruluş. Ve tabii politikaya yönelik bir kuruluş. Sadece entelektüel üretime değil, bu entelektüel üretimin politika alanında kullanımını teşvike yönelik bir kuruluş. Araştırmaları destekliyor, şu sırada yürütmekte olduğu birkaç tane araştırma var. Lisansüstü burslar veriyor bu konuda çalışmak isteyen öğrencilere. Sadece Boğaziçi Üniversitesi’nde değil bütün Türkiye’de farklı üniversitelerde.Özellikle kendi bölgelerinin, üniversitenin olduğu bölgenin sosyal sorunlarıyla ilgili çalışmak isteyen lisansüstü öğrencilere burs vermeyi amaçlıyor. Konferanslar düzenliyor. Bu ay bir konferansımız olacak, Mayıs’ın 20’sinde ve 21’inde. Her halde gelecek programda biraz ondan bahsederiz. Uluslararası bir konferans. Sonbaharda gene uluslararası bir konferansımız olacak
Bir de şunu yapmayı amaçlıyor Sosyal Politika Forumu: biz sosyal bilimcilerle çalışıyoruz, yönetim kurulumuzda sosyal bilimciler var hem Boğaziçi Üniversitesi’nden hem başka üniversitelerden. Ama aynı zamanda bu alan, sosyal politika alanı, özellikle yoksullukla ilgili olduğu ölçüde, çalışma sorunlarıyla ilgili olduğu ölçüde sosyal bilimlerin sanat ve edebiyatla çok yakın ilişkide olması gereken, sanattan ve edebiyattan çok şey öğrenmesi gereken bir alan. Dolayısıyla biz bu bağlantıları kurmaya da çalışmayı amaçlıyoruz. Mesela, eğer olursa çok sevineceğiz; John Berger’i davet ettik, gelip yoksullukla ilgili Latife Tekin’le birlikte konuşması için. Gelecek sonbaharda bir film haftamız olacak yoksullukla ve sosyal politikayla ilgili filmler, seçilmiş filmler gösterilecek, arkasından konuşulacak. Dolayısıyla böyle bir disiplinler arası, sosyal bilim ile sanat ve edebiyat arası diyalog içinde ne yapılabilir ona bakıyoruz.
ÖM: Evet, bu çok önemli görünüyor. Başta konuştuğumuz gibi, soğuk, esas itibariyle iktisadi konuları ön plana çıkaran bir alanın tamamen dışında hareket edildiği görülüyor. Yani sanatın kurtarıcı rolü, bağımsız rolü bir hayli ön plana çıkmış oluyor. Çok heyecan verici.
AB: Evet, evet..
Evrim Altuğ: Peki, bir de yoksulluk konusunda son zamanlarda, -belki yanlış bir kanaattir ama- epey araştırma var, epey şey yazılıyor ama hep her birinde bunların, ya da çoğunda, yoksulluk sanki ayrı bir şey, neredeyse bir hastalık, ve başka toplumsal konularla ya da sınıf çelişkileriyle alakası olmayan kendi başına bir sorunmuş gibi ele alınıyor. Yani bu, demin bahsettiğiniz tahayyül eksikliğinden doğan bir şey mi? Ya da bununla ilgili forumun herhangi faliyeti olacak mı?
AB: Bana sorarsanız ikisi de yapılıyor. Yoksulluk hem böyle bir hastalık gibi ele alınıyor, hem de yoksulluğun gerçekten ayrı bir sorun olduğu, yani diğer sorunlarla bağlantısı elbette var, işsizlikle var, eşitsizlikle var, bu ve bu gibi sorunlarla ilgisi elbette var ama aynı zamanda hakikaten kendi içinde bir sorun. Kendi içinde bir sorun, ama o şekilde yaklaşılmıyor. Mesela yoksullukla ilgili çok araştırma yapıldı hakikaten. Biz şimdi bir çalışma yapıyoruz Forum’da yoksulluk araştırmaları ve bunların yöntemleri, yaptıkları ölçümlerle ilgili bir şey. Devamlı kafa sayma üzerine gidiyor; kaç kişi yoksul?
EA: Yoksulluğun sınırı nerede başlıyor?
AB: Yoksulluğun sınırı altında kaç kişi var? Halbuki, yoksulluk konusunda politika üretmek için yoksulluğun niteliğiyle uğraşmak lazım hakikaten. Bir antropolog gibi, etnografi çalışan biri gibi, bu şekilde uğraşmak lazım çünkü farklı yoksul tipleri var. Yoksulluk işsizlikten kaynaklanır, işte iş yaratılırsa yoksulluk biter, ya da mikro kredi veririz, herkes girişimci olur, yoksulluk biter. Böyle değil.
Farklı kategorileri çıkarmak lazım. Ressam gibi bakmak lazım, edebiyatçı gibi bakmak lazım, bilim yapan biri gibi bakmak lazım. Bu gerçekten çok önemli. Hoşluk olsun diye değil, çözüm üretebilmek için bu çok önemli. Öyle durumlar var ki, yani istihdam yaratılsa, sıfır işsizlik olsa o insan yine yoksul olacak. Bunu bilmek lazım, bunu tanımak lazım. Ama bazı durumlarda belirli çözümler işe yarayabilir. Mesela mikro kredinin işe yarayacağı durumlar olabilir. Ama bütün bunları homojen bir sorun gibi ele alırsanız olmuyor o zaman. Olmuyor ve Türkiye’deki temel eğilim bu gibi geliyor bana. İstatistiksel olarak bakılabilecek şeye bile bakılmıyor. Mesela yoksulluk sınırı altında yaşayanların kendi aralarındaki gelir bölüşümüne bakılmıyor. Oysa yoksulluk sınırı altında yaşamak aynı anlama gelmiyor, o sınırın altındaki herkes için.
ÖM: Evet, bir kategori olarak, onu bir rafa yerleştiriyoruz.
AB: Evet, yoksulluk diyoruz işte yüzde iki, yüzde yirmi, yüzde on sekiz, neyse..Kullanılan eşiğe göre onu bir kenara atıyoruz. Çok niteliksel olarak bakılması gereken bir sorun.
ÖM: Hem sosyal politikanın nasıl bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini konu alan, hem de bunun için araştırmaları teşvik edecek, bir tahayyülü oluşmasını teşvik edecek, bir kuruluş Sosyal Politika Forumu. Programda da on beş günde bir mevcut bir takım haberler bazında buraya açılım yapacağız herhalde değil mi? Bu programda nasıl bir yol izleyeceğimizi genel olarak da bir söyleyelim istersen.
AB: Tabii. Bunun için sosyal politika alanı içinde yer alan konulardan biraz bahsedersek iyi olacak. Nedir sosyal politikanın konuları? Bir, sosyal güvenlik vardır, yani çalışanların ya da çalışmış olanların çalışamayacakları durumda, yaşlılık durumunda, hastalık durumunda, bunun gibi işsizlik durumunda nasıl bir güvenceye sahip oldukları: Sağlık sigortası bunun içine girer, emeklilik hakları bunun içine girer, işsizlik sigortası bunun içine girer. Bildiğiniz gibi Türkiye’de bugün bu alanlarda çok ciddi bir reform girişimi başlamış durumda. Konuşacağımız konulardan biri herhalde bu alanda.
Burada çok ciddi sorunlar görüyoruz biz. Bir yaklaşım, tamamen özelleştirmeci bir yaklaşım. Yani bu sosyal güvenlik açıkları kaldırılamaz, sanki tek sorun mali yüküymüş gibi tartışılıyor ve tek sorun o açıktan kurtulmak. Bundan nasıl kurtulunur, işte mümkün olduğu kadar özel sektöre devrederek, özelleştirerek. Tek sorun, tek çözüm. Öteki tarafta buna karşı, -bu doğru değil tabii-, yine yanlışa karşı başka bir yanlışla cevap verme eğilimi ortaya çıkıyor: hiçbir kuruma dokunulmaz. Halbuki dokunulması gereken bir şeyler var, değiştirilmesi gereken bir şeyler var. Bizim yaptığımız araştırmalar, ya da teşvik etmeyi düşündüğümüz araştırmalar, tam da bu aradaki alanı yakalamak, ne yapılırsa mevcut yapı tamamen çöpe atılmadan düzenlenebilir, reforme edilebilir, piyasaya ne bırakılabilir, ne kesinlikle bırakılamaz, bunlara bakmak. Bu konularda da çok sorun çıkıyor, örneğin sağlık sektörüyle ilgili. Ve burada mesela küçük örnekler çok açıklayıcı olabiliyor. Diyelim ki, bir böbrek hastası diyalize bağlı, sosyal sigorta karşılayamıyor, diyaliz makinesinden ayrılırsa ölecek. Mesela bunun etrafında konuşulacak çok fazla sosyal politika meselesi var. Bu bir alan.
İkincisi temel eğitim. Sosyal politika alanlarından biri olarak temel eğitim çok önemli. Yani herkesin çocuğunun aynı temel eğitime ulaşabilmesi, ulaşabilirliği. Ve bu da çok basit bir şey değil, hani sekiz yıllık eğitimi mecburi yapmakla olmuyor. Geçen sene mesela, bir önlem alındı, çok önemli bir şeydi; ders kitapları bedava oldu. Çocuklara ders kitaplarını bedava dağıttılar. Bu çok ciddi bir adımdı. Türkiye’nin sosyal politika tarihi içinde bu bir dönüm noktasıydı.Bu, bizim konuşabileceğimiz konulardan biri.
Bir üçüncü alan, çalışma hayatının düzenlenmesi. Mesela derler ki; on dokuzuncu yüzyılda on saatlik iş günü yasalaştığı zaman Marx çok sevinmiş ve “ilk defa işçi sınıfının ekonomi-politiği, burjuvazinin ekonomi-politiğine galebe çaldı” demiş . İşçi sınıfının ekonomi-politiği dediği şeyin öteki ekonomi-politikten farkı sosyal politika, çünkü bu on saatlik iş günü bir sosyal politika önlemi. Dolayısıyla, bu da konuşacağımız konuların içine giriyor ve Türkiye’de çok önemli tabii. Mesela, bilmiyorum gözünüze çarptı mı Radikal’de Nisan’ın son haftasında bir haber çıktı. Türkiye’de günde 200 iş kazası oluyormuş, 3 işçi ölüyormuş 10 işçi sakat kalıyormuş. Bu korkunç bir şey, günde 200 iş kazası korkunç bir şey. Günde 3 ölümle biten 200 iş kazası... Bunlar çoğunlukla 1 ilâ 10 işçi çalıştıran küçük işletmelerde oluyor. Niye küçük işletmelerde oluyor? Hiçbir denetim yok, büyük ölçüde kayıt dışı çalışma. Şimdi bu olacak bir şey değil ve çok ciddi sosyal politika önlemleri gerektiren bir alan bu. Türkiye’de çalışanların, tarım dışında çalışanların %40’ının kayıt dışı olduğu söyleniyor ve bunlar birbirine çok bağlı istatistikler. Kayıt dışı, sadece sağlık sigortası yok, işte emeklilik hakkı yok anlamına gelmiyor.İnsanlar ücretlerini alamıyorlar mesela. Kayıt dışının bir anlamı da bu, yani sözleşme ilişkileri geçerli olmuyor. Bundan bahsedeceğiz.
Tabii dördüncü alan, sosyal yardım alanı, yoksul yardımı alanı, yoksulluk ve sosyal yardım, bununla ilgili konulardan bahsedeceğiz. Mesela, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün raporu gibi, buna benzer başka raporlar gibi... Anayasa Mahkemesi başkanının hakimler yoksulluk sınırının altında derken ne kastettiği...Bence çok yanlış bir ifade ve yoksulluk kavramı bu şekilde kullanıldığı sürece sosyal yardım önlemlerinin gündeme gelmesi çok güçleşiyor...
ÖM: Evet. Kavram kaymasına yol açıyor değil mi?
AB: Resmen kavram kayması..
EA: Yeteri kadar para kazanamıyor anlamında kullanılıyor.
AB: Evet.
ÖM: Evet, aynı şekilde başbakanın da, başbakanlık maaşı yetmiyor, yetmediği için ticari faaliyetlerde bulunmak zorundayım dediği gibi, ya da Almanya’daki başbakanın, şansölyenin maaşıyla kıyaslamalar yaptığı zaman olduğu gibi, iş bambaşka bir kavrama, içi boşaltılmış bir yere doğru gidiyor. Bunların da üzerinde önemle durulması lazım. Evet, şimdi konuştukça ben de programımızın nasıl gelişeceğini daha iyi görmeye başladım.
AB: Biz bir de dokümantasyon toplamaya çalışıyoruz Forum’da. Günlük gazeteler taranıyor, mümkün olduğu kadar yabancı basını da izlemeye çalışıyoruz ve bu söylediğim sosyal politika konularıyla ilgili haberleri topluyoruz ve bazen acaba bugün bütün gazeteyi mi koysak dosyaya diye düşündüğümüz oluyor.
ÖM: Çok uluslu yada uluslararası şirketlerin, çok tanınmış markaların da çok acayip ücretlere çocuk işçi çalıştırma politikalarını da zaman zaman ele alacağız değil mi?
AB: Tabii, aynı alana giriyor. Fakat tabiii orada küreselleşmenin bir hayrını görebiliriz çünkü sosyal standartlar gündeme gelecek. Yani çıkarlar doğrultusunda da gelse, iyi niyetle de gelse bu iyi bir şey. İhracata yönelik firmaların, büyük firmaların en azından biraz kendilerini toparlamaları gerekecek ve Türkiye’de kayıt dışının denetime alınmasına yardım edebilir bu. Sosyal standartların getirilmesi ve ihracatta sosyal standart aranması iyi bir şey.
ÖM: Peki bu noktada istersen duralım, çok teşekkür ederiz ve hoş geldin diyelim aileye. Çok önemli konular konuşacağımız besbelli, çok teşekkür ederiz.
(5 Mayıs 2004 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)