Orman hukuku

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Gündemde hararetle tartışılması beklenen, biraz da kafa karışıklığı yaratan bu bozuk orman arazileri kavramı meselesi, orman arazisi olma vasfını kaybetmiş araziler meselesi var. Bazı dinleyicilerimizden bu konunun basındaki ele alınış tarzı ile ilgili eleştirel mektuplar da alıyoruz. Hepsini konuşmak üzere, biraz berraklık amacıyla bu konuların çok yakından takipçisi olan Noyan Özkan’la görüşüyoruz. Günaydın.

 

Noyan Özkan: Günaydın, hepinize iyi günler diliyorum.

 

ÖM: Bir yandan da Cumhuriyet gazetesinde bir süredir çıkmakta olan bu kızılağaç kıyımı var, pek çok kanunda ve Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesiyle beraber, farklı yasal metinlerle bu orman meselesinden bir ekonomik gelir elde edilmeye çalışılıyor. Bu konuyu biraz anlatabilir misin bize?

 

NÖ: Bazı konular çok teknik; bizi dinleyenleri (okuyanları) çok sıkmamak için çok tekniğe girmek istemiyorum ama, genel olarak hükümetin bir politikası var, onu önce bir tespit etmek istiyorum. Neden bunlar yapılıyor? Kamuoyunda gündemde; orman yangınları, vs... Hükümetin esasında seçmenlerine bir taahhüdü vardı: bu ormanlarda veya diğer kaçak yapılaşmada, hazine arazileri üzerindeki seçmenlerine “biz sizin bu sorunlarınızı halledeceğiz” şeklindeki bir taahhüdü seçim propagandalarına yansımıştı, bunu biliyoruz. Bunun dışında, hükümetin şu andaki aktif  
bakanlarına bakıyoruz, başta Maliye Bakanı olmak üzere; bir doğal kaynakları pazarlama, satma ve bu satıştan kaynak yaratma gibi kendilerine göre bir politika çizmiş durumdalar.

 

ÖM: Ekonomik yarar açısından bakılıyor esas itibariyle.

 

NÖ: Öyle bakıyorlar, böyle ikna etmeye çalışıyorlar kamuoyunu. Ben buna baştan karşı çıkılması gerektiğine inananlardanım. Bu konu çok ciddi. Bu konu ülkede sadece çevrecilerin uğraşacağı bir konu değil. Bu ülkenin geleceğini düşünen her yurttaşın, her kurumun ciddi bir şekilde hükümetin bu politikasını değerlendirip bununla ilgili alternatif öneriler veya alternatif mücadeleler getirmesi gerekiyor, çünkü olay çok ciddi boyutlara ulaşmış durumda.

 

Biz bunları 1980’lerde yaşadık. 1980’li yıllarda Özal’ın çok sevgili belediye başkanı Bedrettin Dalan ilk icraat olarak yanına adamlarını topladı ve uçakla İstanbul’un üzerinde dolaştı ve ertesi gün gazetelere demeç verdi; “Biz yapacağımız işleri havadan tespit ettik” dedi. Sonradan yapılanları hep beraber izledik. Bunun gibi bir çok yerden saldırı var. Ben çok kısa olarak şu anda, hele hele bu saldırıların öyle sadece politika, propaganda, vali, kaymakam veya siyasi örgütler aracılığıyla fiili uygulamanın ötesinde anayasal ve yasal değişiklikler olarak hukuki mekanizması ile beraber getirilmesi karşısında çok kısa olarak neler yaptıklarını özetleyeceğim.

 

Birinci olarak; Maliye Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Kanununda Değişiklik Kanunu -adına bakarsanız hiçbir şey anlamazsınız-, kamuoyundaki adı Doğal Sitlerin ve Hazine Arazilerinin İmara, Yapılaşmaya Açılması Kanunu’ydu, büyük bir tartışma çıktı. Bu kanun büyük tartışmalardan sonra 3 Temmuz’da Meclisten geçti. Son anda hükümet, birinci derece doğal sitlerin % 3 yapılaşmaya izin veren maddesini geri çekti. Neden geri çektiği tartışılır, olumlu bir şey tabii sonuç olarak ancak diğer maddeleri, üzerinde yapılaşma, kaçak yapı olan hazine arazilerinin yapılaşmaya açılması, kıyılardaki bazı tesislerin affı, yabancılara irtifak hakkının karşılıklılık ilkesi uzun süreler verilmeden verilmesi, ormanların içinde taş ocağı ruhsatı verilmesi, kıyılarda tersanelere izin verilmesi, kaçak turizm tesislerine izin verilmesi gibi bir çok şeyi içinde, adeta büyük bir imar affını, kaçak yapılaşmayı özendiren, adeta ödüllendiren bir imar affı kanunu maalesef Meclisimizden geçti.

 

Yalnız; bu kanun 3 Temmuz’da geçti. Cumhurbaşkanının 15 günlük inceleme süresi var, büyük bir olasılıkla bu kanun bugün veya yarın veto edilecek. Ama hangi maddeleri veto edilir, hangi gerekçeyle edilir onu bilemem. Büyük bir olasılıkla Cumhurbaşkanı bunu Meclise geri gönderecektir. Ondan sonra bunun tartışmasını yeniden yaratmak gerekir, diye düşünüyorum.

 

Türkiye büyük bir darbe yedi

 

ÖM: Bu 3 Temmuz’da kanunlaşan bir tasarıyla senin dediğin gibi kaçak imar affını genel olarak kolaylaştıran bir metin geçmiş oldu.

 

NÖ: Tabii, bu seçimlerden önce biliyorsunuz özellikle iktidarda olan partilerin ve belediyelerin kendi yandaşlarına Hazine arazilerini peşkeş çektirmesi gibi bir olay vardır. Bunu Türkiye’de gözle bile görürsünüz, bir anda yapılar ortada biter... bunların affıydı bu esasında. Çok ciddi bir af yapılacak. Tabii bu affı “efendim, bunun ekonomik yararı vardır, vatandaş mağdurdur” diye savunanlarla karşılıklı her zaman tartışabiliriz, o başka bir mesele.

 

 İkinci olay; burada Türkiye büyük bir darbe yedi. Kültür ve Turizm Bakanlıkları birleştirildi, Çevre ve Orman Bakanlıkları birleştirildi. Bunlar hükümetin bu tespit et, pazarla, sat ve kaynak yarat politikasına, pazarlamacı politikasına uygun mekanizmayı sağlamak için çok dahiyane düşünülmüş olaylardır. Türkiye’de kültür ve turizmi yanyana getiremezsiniz, esasında birbiri ile çelişkilidir. Biz bunu senelerce yaşadık; özellikle kültür ve tabiat varlıklarına en büyük saldırılar turizm sektöründen geldi. Çok iyi hatırlıyorum, bundan 10-15 sene önce Phaselis antik kent üzerinde turizm teşvik kanununa göre koskoca bir otel yapılırken Özal’ın “Biz bu taşları mı tercih edeceğiz, yoksa turizmle

kalkınmayı mı?” diye meşhur lafı vardı.

ÖM: Evet, tipik bir Özal lafı.

 

NÖ: Oradaki çelişkiyi gördük, şimdi kültür ve turizm aynı bakanlığa verildi. Öte yandan şu veya bu şekilde 1970’li yıllarda, Stockholm bildirisinden sonra, sonra 92’de Rio Zirvesiyle gerçekten uluslararası alanda önem kazandı çevre sektörü –artık sektör olarak bakılıyor- ve bunların bakanlıkları. Hemen hemen bütün AB üyesi ülkelerde çevre bakanlıkları vardır. Bunların bir kısmı planlama ile beraber. Yanılmıyorsam şu anda yaklaşık 45 ülkede çevre bakanlıkları müstakil olarak var.

 

Bizim Orman Bakanlığı gibi maalesef başarısız, ormanları sadece kereste ve ticaret zihniyetine göre yöneten, senelerdir bu ormanların yok olmasını, cezai hükümlere rağmen izlemekle yetinen Orman Bakanlığı ile Çevre Bakanlığı birleştirildi. Bu da bence büyük bir yıkım. Şimdi bürokrasi bunlara uygun hale getirildi, çünkü Çevre Bakanlığı veya Kültür Bakanlığı müstakil olsa, bakan her ne kadar onlara talimat verse de belli ölçüde sınırlarlar, hatta bazen bakanlarını da ikna ederler. Bir çevre bakanı şu andaki gündemde olan böyle yağma yasa tasarılarına muhalefet yapabilir. İkinci olay buydu.

 

Üçüncü olay Anayasa değişikliği (169.-170. madde). Burada özellikle orman niteliğini kaybeden yerlerin orman sınırı dışına çıkarılmasına ve üçüncü şahıslara satışına imkân veren bir değişiklik geliyor; bu çok önemli! Biliyorsunuz bunu Meclise getirdiler, bir oy farkıyla Anayasa değişikliği olduğu için geçmedi. Şimdi AKP lideri ve yöneticileri bunu referanduma dönüştürmek istiyor; bu da çok ciddi bir konu.

 

Dördüncü konu 1/638 no’lu Orman Kanununda Değişiklik Kanunu. İki ay önce komisyonlara geldi, Cumhuriyet’te yayımlandı. Bu da bir felaket, bu yağma tasarıları hazırlanırken hiç tartışılmadan, böyle sessiz sakin hazırlanıyor. Birdenbire bir bakıyorsunuz pat diye bunlar Ankara’da ortaya çıkıyor. Bakanlıklar gizliyor bunu, Meclise geldiği anda haberiniz oluyor bunlardan. Gazeteciler de, biz de öyle haber alıyoruz. Burada da özellikle Doğu Karadeniz’deki kızılağaç ve kestanelerle ilgili ciddi maddeler var. Net bir şekilde de yazmışlar zaten yasa tasarısında. Bu da üzerinde önemli durulması gereken bir yasa tasarısı.

 

Sırada madenci lobisinin Talan Kanunu tasarısı

 

Beşinci olarak, Maden Kanunu yasa tasarısı var. DSP zamanında getirildi, madencilik lobisi buna çok emek harcadı, az daha çıkarıyorlardı, son anda geri çekildi. Burada da inanır mısınız Türkiye’deki yaklaşık 7-8 tane, nerede buldularsa araştırmışlar, ne kadar doğayı ve çevreyi koruyan kanun varsa, Milli Parklar Kanunu, Özel Çevre Koruma Kanunu, Çevre Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, vs. bunlarda dahi -böyle laflar geçiyor kanunda- “maden araması yapılır” diye her birine ayrı hüküm getirmişler. Onlara değişiklikler içeren, yani Maden Kanununda değişiklik tasarısı içinde bütün bu kanunlar da ilgili maddelerinde madenciliğe izin veren yollamalar göndermişler. Bu inanılmaz bir kanun, esasında tam bir talan kanunu, fakat maalesef madencilik lobisi çok başarılı, bunu gündemde tutuyor. Her an Meclis gündemine gelip geçebilir. Bunlar şimdi özet olarak karşı karşıya bulunduğumuz tasarılar.  

ÖM: Tekrar bir özetlemek istiyorum. Şöyle bir tablo gözüküyor genel olarak: Ekonomik gelir etme çabasıyla doğal kaynaklara bir bakışın hakim olduğu ve bunun gerek Anayasada, gerek çeşitli kanunlarda ilgili ya da ilgisiz madde değişiklikleri ile beraber sistematik diyebileceğimiz bir gidiş olduğu; AKP tarafından iktidar olduğu zaman hem seçimden önce verilmiş sözlerden dolayı, hem de genel bir gelir elde etme tasavvuruna ait olarak... Bunlar kaçak imar affını kolaylaştıran, Mecliste doğal sit alanlarının imara açılması diye adlandırılan kanunda. Onun dışında Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi hakkında kanun, orman kanununda değişiklik, maden kanununda değişiklik içeren kanun... Bir de Kültür ve Turizm Bakanlıkları ile Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesi gibi bir durum ortaya çıkıyor.

 

NÖ: Artı, bizzat başbakan tarafından yürütülen yoğun bir siyasi propaganda; “Gerekirse referanduma gideriz, bu kaynağı yaratacağız, 25 milyar dolar Türkiye’yi kurtaracak” gibi... Bu çok tehlikeli zaten. Bu da ikinci Özal hükümeti gibi bir şey, çok benzer şeyler kullanılıyor; hem propaganda teknikleri açısından, hem zaten siyasi görüş, politika ve strateji aynı. Özal döneminde, hatırlıyorum daha kuvvetli bir muhalefet vardı, Özal’ı epey zor durumlara sokabiliyorlardı. Şu anda öyle kuvvetli bir muhalefet de yok.

 

ÖM: Ama öte yandan da belli bir bilinç seviyesinde yükselme olduğu da söylenebilir. Mesela iki konu söylemek istiyorum. Atlas dergisinin internet sitesinde başlattığı bir kampanya var, daha geniş kitlelere de yayılmasını sağlamak ve ormansızlaşmayı engellemek üzere. Orada özellikle Orman Bakanlığının ekonomik yarar açısından baktığını ve bozuk orman kavramının da aslında koruma dışına çıkartılmasının doğa katliamı anlamına geleceğini öteden beri söylüyor. “Çünkü özellikle maki, funda ve çalılık gibi alanların Türkiye’ye özgü bir bitki örtüsü olduğunu, yaban hayvanlarının da yaşam alanı olduğunu, bozuk orman denilerek feda edilemeyeceğini bakana da anlattık ama fazla bir sonuç alamadık” diyor.

 

İkincisi; yanan orman alanları, bu Bodrum, Marmaris, Aydın’da yoğunlaşan yangınların sonucunda acaba bu kanunlara mı hazırlanıyor. Mafya, arazi mafyası, vs denilince Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, yanan orman alanlarının yıl içinde tekrar ağaçlandırılacağını ve mülkiyet hakkının yanan ormana verilmeyeceğini söylemiş. Dinleyicilerimizden Cemal Esen de “Orman arazisi olma vasfını kaybetmiş araziler 12 Eylül Anayasasında tanımlanmış, kadastrosu yapılarak sınırları belirlenmiş, tescil edilmiş ve 1981 sonu itibariyle de sınırlandırılmış arazileridir. Yani yangınlarla orman arazisi olma vasfını kaybetmiş arsalar yaratmak istendiği gibi, inanılması zor bir bilgi yanlışlığı Açık Radyo’ya da yansıdı” diyor. Oysa biz böyle bir şeyi de hiç savunmadık, medyada yer alan bu iddialara değinip geçmiştik. Şimdi bu konularda ne diyebiliriz, onu da bize söyler misin lütfen?

 

NÖ: Önce Atlas dergisinde başlatılan kampanyaya birkaç katkıda bulunmak istiyorum. Ormanlar konusundaki uluslararası politikalar da var, dünyada bir sürü orman var, bunlarla ilgili büyük kereste ticareti yapan şirketler var, büyük bir mücadele var, sürekli olarak burada bir mücadele yaşanıyor.

 

Ormanlar, gelecek

Bir tarif sunmak istiyorum, “Gündem 21” sözleşmesi içindedir, Türkiye 92’deki Rio Zirvesinde bunu imzaladı. Burada “ormansızlaşma ile mücadele” diye ayrı bir paragraf vardır, ormanları şöyle tarif ediyor: “Ormanlar, kereste, yakacak odun ve diğer malzemelerin kaynağıdır, ormanlar aynı zamanda suyun ve toprağın korunmasında, sağlıklı atmosferi korumada, biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesinde önemli rol oynar. Ormanların özelliği yenilenir olmasıdır. Ormanlar dünyanın her yerinde tehdit altındadır, tarımsal genişleme, aşırı otlatma, sürdürülebilir olmayan kerestecilik, yangın kontrol sistemlerinin yetersizliği ve hava kirliliği ormanları etkilemektedir.”

Uzun uzun ormanların özellikle ekolojik açıdan, biyolojik rezervler açısından sürdürülebilir muhafazasından dünyanın geleceğinin son derece önemli bir şekilde yararlanacağı ve bunun için de ülkelerin ulusal eylem planları yapması gerektiğini vurguluyor bu bildiri.

 

ÖM: Gündem 21?

 

NÖ: Birleşmiş Milletler 1992 Rio Zirvesi, Çevre ve Kalkınma Konferansı sonucunda imzalanan ve Türkiye’nin de imzaladığı bir bildiri. Dikkat ederseniz bu sadece çevre konferansı değildir. Çevre ve kalkınma konferansına iş çevreleri, işveren çevreleri, sendikalar, kadınlar, gençler, çevreciler, vs. katılıyor ve büyük tartışmaların sonucunda hazırlandı bu bildiri.

Ormanlar bir yerde de yakacak odun maddesi, bunu kabul etmek gerekiyor. Etmeyenlere de saygı duyuyorum, benim de o konuda rezervlerim var ama, şu var ki bizim ülkemizde bakıyorum hem Anayasa, yani o dinleyicimiz haklı, 12 Eylül Anayasasında böyle bir hüküm konmuştur, artı 61 Anayasasında bile ormanların sınırdışına çıkarılması ile ilgili maddeler var. Ta oradan geliyor ama maalesef bunun ucu kaçmış. Hükümet esasında anayasa ve yasalardaki değişiklikleri fazla zorlamadan, zaten bu ormanların bir kısmının elden çıkmasına neden olabilecek, mevcut olan uygulamayı yoğunlaştırabilir veya daha nitelikli hale getirebilir, buna yasalar el veriyor. Şöyle ki, bu orman kanununda bu meşhur 2a, 2b maddeleri ile defalarca değişiklik yapılmış.

 Bunları çok özetlersek, mesela 2b maddesi şöyle diyor: “Orman sayılan yerlerden 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları orman sınırları dışına çıkartılır.”  Bir de 2a maddesi var; bu maddede de “öncelikle orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi maksadıyla orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar

görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler ile, halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü yerlerden tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler orman sınırları dışına çıkartılır.”

Dikkat edin 2a maddesi de buna imkân veriyor. Ondan sonra da bu orman kanunundaki değişikliklerle yetinilmiyor, 2924 sayılı Orman Köylülerinin Desteklenmesi Hakkındaki Kanun çıkarılıyor 17 Ekim 1983’te.

 

ÖM: Tam 20 yıl olmuş.

 

NÖ: Maalesef. Bu kanunun amacı, 1. maddesinde diyor ki; “nakline karar verilen orman için köyler halkının yerleştirilmesi ve orman sınırları dışına çıkartılmış ve çıkartılacak yerlerin değerlendirilmek suretiyle orman köylülerinin kalkınmalarının desteklenmesi” diye, sanki orman köylülerinin kalkınmasının desteklenmesi amaçlı çıkıyor. Ama içerik maddelerine bakınca; tamamen orman sınırı dışına çıkarılmış arazilerin, yani orman iken şu veya bu nedenle orman sınırı dışına çıkarılmış araziler kime nasıl tahsis edilecek? Nasıl değerlendirilecek? Bunlarla ilgili hükümler var.

 

Anayasanın 169.-170. maddeleri

 

Neden peki bu hükümet, böyle bir kanun varken, Anayasanın 169.-170. maddelerinde değişiklik yapmak istiyor? 170. maddedeki değişiklikte, Anayasadaki mevcut maddeyi yine Orman Köylüsünün Korunması başlığı altındaki maddenin başlığıyla, “Orman Sınırları Dışına Çıkartılan Yerlerin Değerlendirilmesi ve Orman Köylüsünün Desteklenmesi” olarak değiştiriliyor. Bu başlıkta bile bir niyet var da, esas içeriğine girince olay anlaşılıyor. 170. maddenin eski metninde “orman içinde ve bitişiğinde köyler halkının kalkındırılması vs, vs... bunların değerlendirilmesi” diyor, yani “bu yerlerin değerlendirilmesi kanunla düzenlenir” diyor. Anayasa orada orman köylülerinin kalkınması ile ilgili bir madde koymuş, gerekirse orman sınırları dışına çıkabilir, buralara köylüler yerleştirilebilir şeklinde, bunun değerlendirilmesi diyor.

 

Bu maddeden sonra, özellikle Özal döneminde 2-3 kez değişik kanunlarda, özellikle Kadastro Kanununda bazı değişiklikler yapılarak bu değerlendirilme maddesini yorumlamaya mesele geliyor. Bu Kadastro Kanununda yaptıkları değişiklikte, orman sınırları dışına herhangi bir şekilde çıkarılan yerlerin üçüncü şahıslara satışına imkân veren değişiklikler yaptılar. Bunların detaylarına girmiyorum ama, çok ilginç, bu değişiklikler Orman Kanununda olmadı, tespit ettim Kadastro Kanununda yapmışlar. Anayasa Mahkemesinde değişik kararlar var; bir tanesini buldum: 30 Mart 1992 tarihli kararda diyor ki: “Siz bu değişikliği bu şekilde yapamazsınız. Ben bunu iptal ediyorum, çünkü 170. madde ile sağlanan amaç şudur: orman niteliğini yitirdiği için orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin orman köylüsünün yararlanmasına tahsis edilmesi amaçlanmaktadır. Orman niteliğini yitiren yerleri kullanan kimselere orman köylüsü olup olmadıkları gözetilmeden arazi verilmesi ve bu yerlerin takdir edilecek rayiç bedel üzerinden kullanan kişilere satışı öngörüldüğünden bu düzenlemenin iptaline...”

 

Bunu zorlamışlar kanunlarda, yani amaç orman köylüsünün yararlanması, ona tahsisi, satışı, vs. değil oralarda şu veya bu nedenle orman arazisine el koyan –bakın net konuşuyorum, burada mafyalar da işin içine giriyor-, şu veya bu şekilde oradaki vatandaştan zilliyet belgeleri, vs. ile bunu üzerine devir alan ve aynı zamanda orman arazileri içinde şu veya bu şekilde kaçak yapılaşma yapan, ev yapan, villa yapan, vs. oralardan yararlanan –orman köylüsü değil- üçüncü şahıslara bu yerlerin satışına, tahsisine imkan veren değişiklikler defalarca yapıldı. Anayasa Mahkemesi de bunları defalarca iptal etti. Keşke birileri araştırsa da bunu önümüze getirse. Hükümet bununla yetinmediği için, çünkü önünde Anayasa Mahkemesi kararları var. Bunu da ben nereden çıkardım, şu anda hükümet Anayasanın 169.-170. maddelerinde değişiklik yapacak ya, gerekçesinden çıkardım.

Hükümet bunu gerekçesine yazmış, inanılmaz bir şey, diyor ki “kanunlarda şu vardır, bu vardır, ancak Anayasa Mahkemesi orman sınırları dışına çıkartılan bu yerlerin sadece orman köylülerine tahsisin yapılabileceği yorumundan hareketle orman köylüsü dışında satışına izin veren yasa değişikliklerini Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Bugün orman sınırları dışına çıkarıldığı halde satışı yapılamayan büyük miktarda arazi ve çok sayıda yapı bulunmaktadır. Bu yerler üzerinde ilçeler, beldeler ve köyler kurulmuştur, bu sahalara yeniden orman vasfı kazandırılması mümkün değildir. Bu yerler üzerinde 1 milyondan fazla nüfus yaşamaktadır. Bu da devletle vatandaş arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkilemektedir.”

 

25 milyar dolarlar, hikâye...

 

Bakın gerekçe burada. Dolayısıyla 170. maddedeki değişikliğin içine şimdi satış kelimesini koymuşlar. Bir de sonuna doğru, “orman köyleri sınırları içinde kalan yerlerin satışında kullanışta orman köylüsüne öncelik tanınır” diye bir madde getirmişler. Yani orman köyleri sınırları içinde kalan yerlerin satışını bile orman köylülerine veren ve bunun dışında üçüncü kişilere öncelik tanınır denir dediği anda istisnayı getiriyor. Çok ustalıkla konmuş bir madde, ayrıca ‘satış’ maddesini getirmişler, çünkü Anayasada evvelce ‘yararlanma’ maddesi varmış ve bu yararlanma maddesini Anayasa Mahkemesi “sen bunu üçüncü şahıslara satamazsın” diye yorumlamış, bunları püskürtmüş. Kimlere? Bana göre yağmacılara. Kim ne derse desin, ben böyle bakıyorum, başka bir şey değil. Neyi yağmalayacaklar? Doğayı, doğal kaynakları, ülkenin geleceğini yağmalamak ve bunları bir hiç uğruna, onların  
söyledikleri gibi böyle 25 milyar dolarlar, vs. hepsi hikâye.

 

ÖM: O çok önemli bir nokta.

 

NÖ: İsterse 2.5 trilyon dolar olsun! Ne olacak? Sen ülkenin geleceğini yok ettikten sonra o parayla ne yapacaksın? Herşey para demek değil ki. İnanır mısınız, doğaya sanki böyle dolar yeşiliyle bakıyorlar.

 

ÖM: Burada çok önemli bir nokta var; burada orman köylüsü diye tanımlanan, orada yerleşik insanlara bir gelir sağlamak gibi aslında gayet makul ve haklı bir amacın ötesine geçen bir gizli gündem olup olmadığını tartışmamız gerekiyor sanıyorum.

 

Mustafa Arslantunalı: Bu arada, Tayyip Erdoğan’ın referandumdan bu kadar kuvvetli ve kendine güvenerek bahsetmesi insanı düşündürüyor, çünkü bütün bu yağmanın paylaştırılacağına dair bir endişe yaratıyor insanda.

 

NÖ: Bu çok tehlikeli tabii. Orman yangınları meselesi şu anda gündemde. Doğru; Anayasaya göre yakılan ormanların yerine yenisi ekilir, dikilir, ağaçlandırılır, diye hüküm var, sadece yasada değil Anayasada da hüküm var. Ama biz hangi ülkede yaşıyoruz sevgili dostlar, bir düşünelim. İstanbul’un orta yerinde de en çok tartışılan gökkafes denilen olayda İçişleri Bakanlığı mülki sınırları değiştirdi, belediyelerin sınırlarını değiştirdi ve o yapıyı güya legal hale getirdi, sözde legal hale getirdi. Yani biz hangi sınırlardan, hangi orman yakmadan sonra ağaçlandırmadan söz ediyoruz. Hangi yakılan ormanlar acaba doğru dürüst tespit ediliyor uydudan, memurlar gidiyor, vs... İleride bir sürü itirazlar olacak, kadastro komisyonları gelecek, yalancı tanıklar üreyecek... Hangi ülkede yaşıyoruz? Anayasada 138. maddede ne der? “Yasama ve yürütme organları yargı kararlarını uygular” der. Bugün bakın gazetelere, 4 tane milli eğitim müdürü değişmiş, Danıştaydan karar alınmış aynı gün tekrar görevlerinden alınmışlar. Alın size 138. madde ihlali! Hangi dönemlerden geçtik, bunlar kimlerin talebeleri? Bunların hocası merhum Özal ne diyordu? “Anayasayı bir kere ihlal etmekle bir şey çıkmaz” diyordu.

 

Burada benim kuşkum var, anayasal ve yasal olarak yakılan ormanların yerine inşaat yapılamaz, oraları işgal edilemez, tamamen hukuken durum böyle ama, bir de fiili duruma bakalım. Bugün acaba Bodrum’da neden bu kadar mücavir alanların hemen yanında, ta hastaneye kadar gelen yangınlar oluşuyor? Neden bu kadar sınırda yangınlar oluyor? Bunların temelinde sadece hukuki bir şey aramıyorum, bu halka verilen mesaj var ya; “ben doğal kaynaklarımı istediğim gibi alacağım, satacağım, değerlendireceğim ve size bunu bahşedeceğim, 25 milyar doları armağan edeceğim, sizi refah içinde yaşatacağım” gibi bir kötü politika ile bu ülkenin ne ormanı kalır, ne makiliği kalır, ne kıyıları kalır, ne de biyolojik zenginlikleri kalır. Herşeyi yağmalarlar; bu çok tehlikelidir. Orada dağın başındaki vatandaş bu 2b maddesini, vs. bilmez ki, ormanı yakar, ondan sonra da “ben buraya nasıl olsa ileride konarım” diye düşünür. Çünkü hükümetin propagandası bu, bizzat Başbakan yürütüyor bu propagandayı. Çok da tehlikeli görüyorum.  

(17 Temmuz 2003’de Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)