12 Nisan 2005Radikal GazetesiGraham E. Fuller
Türkiye'yi kim kaybetti? İki aydır ABD basınında pek çok makalede bu soru soruldu. Anlaşılan Washington'dakiler, eski müttefikimizin giderek daha Amerikan karşıtı olduğunda hemfikir olmaya başladı.
2003 senesinde Irak savaşının başlamasına sadece birkaç ay kalmışken, Türkiye Washington'a üslerini kullanma iznini vermemişti. Daha geçenlerde de Başkan Yardımcısı Dick Cheney Türkiye'yi, Iraklı asilerle yaşadığımız sorunların pek çoğunda bizimle işbirliğine girmemekle eleştirdi.
Son iki yıldır Türkiye'de Amerikan karşıtı hissiyatın yükselmesi meselesine birkaç yorumcu değindi: Marshall Fonu, Türk halkının yüzde 82'sinin Amerikan karşıtı olduğunu ortaya çıkardı, ki bu bırakın NATO üyelerini, dünyada görülen en yüksek oranlardan biri. Bu aralar Türkiye'de en çok satan kitaplardan biri de ABD'nin Türkiye'ye karşı savaş açmasını konu alan 'Metal Fırtına' adlı bir gerilim romanı. Ankara'daki İslamcı hükümet ABD'nin yakın müttefiki İsrail'i, Batı Şeria'daki işgal politikaları yüzünden sert bir dille eleştirdi. Dahası Türkiye, Washington'un İran ve Suriye'ye baskı uygulama çabalarına da yardımcı olmuyor.
Bütün bu olayların gerçekten de yeni bir Türk gerçekliğini temsil ettiğini söyleyebiliriz, ancak Türkiye'nin büyük bir kesiminin Bush yönetiminin birçok politikasına muhalif olmasının, daha geniş bir stratejik düşmanlığın semptomları olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmek hatalı, hatta tehlikeli olacaktır. ABD'nin politika belirleyicilerinin Türkiye'de demokratik yolla seçilmiş ılımlı İslamcı hükümetinin yeterince Amerikan yanlısı olmadığını iddia etmesi veya liderlerinin değişmesi için baskı uygulanması gerektiğini söylemesiyse, çok büyük bir dar görüşlülük olur.
İşin aslına bakarsak, Avrupa Birliği üyeliği hedefine ulaşma çabaları dahilinde geniş kapsamlı demokratik reformlar yapmış bu Türk hükümeti, geniş bir açıdan bakıldığında ABD'nin çıkarlarına fevkalade iyi hizmet etti. Türkiye Kürtlerin hoşnutsuzluğunu azaltmaya yönelik olumlu adımlar attı ve uzun süredir hasmı olan Ermenistan da dahil olmak üzere, bütün komşularıyla ilişkilerini iyileştirmek için atağa kalktı. Ekonomisi iyiye gidiyor, enflasyonu da eskisine oranla bayağı düştü.
Türk halkı, hatta İslamcı politikalardan pek hazzetmeyen kesim bile, hükümetin icraatlarını genel anlamda doğru yolda buluyor; 10 yıldır Türkiye hiç bu kadar istikrarlı olmamıştı.
Bundan iyi model olmaz
İşin ilginç yanı, Arap komşularının da birçoğu Türkiye'nin yetkin bir İslamcı yönetimle ortaya çıkardığı işi dikkatle izliyor. Sonuç gerçekten de bağımsızlığından gurur duyan, demokratik, reformcu ve AB'ye üye bir ülke. Bölgenin diğer ülkeleri kalanı için bundan daha olumlu bir model olamazdı. Soğuk Savaş bittiğinden beri Türkiye'nin dış politikada ABD'ye dayanma seviyesinin çok azaldığı doğrudur, ama bu zaten Batı Avrupa dahil olmak üzere dünyanın her yerinde böyle gelişti. Ankara artık ABD'nin her dediğine otomatik olarak peki demiyor.
Bu tavır ABD politikalarının Türklerin milli menfaatleriyle çakıştığı durumlarda daha da dikkati çekiyor. ABD'nin Irak, İran ve Suriye politikaları Türkiye tarafından maceraperest bir iş olarak algılanıyor ve lüzumsuz yere Türklerin istikrarını bozduğu, menfaatlerine zarar verdiği düşünülüyor.
Tam da bu aralar, ABD politikalarına muhalefet Türkiye'de hiçbir konuda olmadığı kadar milli bir uzlaşma halini almış durumda. Türkiye'nin siyasi yelpazesinin önemli öğeleri (güçlü laikler, milliyetçiler, Kemalistler ve solcular) Washington'u Erdoğan hükümetinden bile daha sert eleştiriyor.
Washington'un popüler ve temsili bir Türk hükümetine gözdağı verme veya bu hükümeti ABD politikalarıyla aynı hizaya çekme çabaları, garanti geri tepecektir. Yeni dünya düzeninde, tek taraflılık da bir yere kadar. Türkiye'yi kaybetmiş değiliz; tek yapmamız gereken kendi gücümüze daha gerçekçi bir anlayışla bakmak, diğer devletlerin milliyetçi his ve menfaatlerini umursamamanın risklerini hesaba katmak ve kendi menfaatlerimize daha uzun vadeli, daha aydın bir açıyla bakmak. Yoksa Türkiye gayet iyi durumda. (CIA Ulusal İstihbarat Konseyi'nin eski başkanı, 11 Nisan 2005)