Radikal Gazetesi
Cindy Sheehan'ın adını duymayan kaldı mı? Irak savaşında oğlu Casey'i yitirdikten sonra bütün çabalarına rağmen Başkan'dan bir randevu alamayınca 6 Ağustos'ta Bush'un Teksas'ta tatilini geçirdiği 650 hektarlık çiftliğine sekiz kilometre uzakta çadırını kurup sloganı barış olan bir protesto eylemi başlatan kadını. Kanımca ilerde tarihin dönüştürücülerinden biri olarak yazılacak Cindy. Onun adını duymayan kaldı mı gerçekten? Ona bakanlar Rosa Parks'ı hatırlıyor. 1955 Aralık'ında Montgomery, Alabama'da yorgunluktan ayaklarına kara sular indiğinde kendini bir otobüse atıp, yerini beyaz bir adama vermeyi reddeden Parks'ı. O siyah kadının tutuklanmasıyla başlayan otobüs boykotunun tetiklediği Güney eyaletlerindeki ayrımcılığa karşı mücadelenin Martin Luther King'in yükselişiyle bambaşka bir boyuta geçtiğini biliyoruz. O, hayatı otobüslerde yerini vermeye direnmekle, siyahların özgürlük mücadelesinde itilip kakılmayı göze alarak Malcolm X'in yandaşı olarak yer almakla geçmiş kadın da sorgulanmayan bir zulmün çanına ot tıkamamış mıydı? New York Daily News yazarı Mike Goodwin şöyle yazmış: "Belki günün birinde bir başkanımız Cindy Sheehan'ı şöyle karşılayacak; demek Irak Savaşı'nı durduran o küçük kadın sizdiniz." Cindy'nin oğlu Casey, 4 Nisan'da Sadr'da öldürüldüğünde, ona görevinin kolay ve sorunsuz olduğunu, askerliğin kolay geçeceğini yazıyormuş. Mektubunu bitirememiş. Eşyalarını teslim ettiklerinde bulmuş Cindy. Sonra, savaşta ölenlerin ana babalarından oluşan bir grup olarak bir kez Bush'la yüz yüze gelmiş. Cindy anlatıyor: "Bana 'Anne' diye hitap etti, çünkü ne benim ne oğlumun adını biliyordu. Tek bildiği, evlatlarını kaybetmiş ailelerin karşısında olduğuydu. Bana, 'Anne, çektiğin acıyı tahmin bile edemem' dedi. Ben de, "Bence biraz olsun tahmin edebilirsin, sayın Başkan. Kızların var. Biri ölse ne hissederdin' diye sordum." Küçücük bir kadın Cindy, sağ basın tarafından didik didik edildi. Hayatı hakkında bin bir rivayet yazıldı. Oğlunun ölümünü kendi siyasetine alet etmekle, solcu vatan hainleri tarafından kandırılmışlıkla, geçimsizlikle, edepsizlikle, yalancılıkla suçlandı. Onun bir başına başlattığı ve çok kısa sürede bir çığ gibi büyüyen, milyonların desteğini kazanan eylemine alternatifler üretildi. Bir başka vatansever ana beş çocuğunun beşini de vatanına armağan ettiğini, hepsi ölse gam yemeyeceğini haykırdı ortalarda. Bayrak ve şahadet terörüyle kurduğu kampın üstüne yürüdüler. "Cindy, benim adıma konuşma!" sloganıyla kıyametler kopardılar. Oysa iş işten geçmişti. Cindy, savaşı durduracak olan barış meşalesini ateşlemişti bir kere. Cindy, acısını dünyanın diğer kurbanlarının acısıyla bağlantılandırabiliyor. Böylece şahsi acısını insanlığın ortak diline tercüme ederek oğlunun ölümünün intikamını gerçeklerle almaya çalışıyor. Onun için son derece tehlikeli. Etrafındaki dokunulmazlık halesi, belki de en son ihlal edilecek bir tabuyu temsil etmesinden edinilmiş. O, acılı bir ana. Oğlunun yasını tutan bir kadın. 'Acıdan ne dediğini bilmeyen, kandırılmış kadın' senaryoları, onun haklı davası karşısında pek güdük kalıyor. Cindy, (Ömer Madra'nın Türkçesiyle) anlatıyor: "Geçenlerde bir elektronik mektup aldım. Diyordu ki: 'Cindy, bu kadar küfürlü konuşmasan ne iyi olurdu. Bahçe duvarının üzerinde oturan vatandaşlar bundan rencide oluyor.' Peki ben ne dedim, biliyor musun? 'Vay canına' dedim. 'Vay canına yandığım. Dünyada hâlâ o bahçe duvarının üstünde oturan birileri kalmış ha!' o bahçe duvarının bu yanına, yani Bush tarafına, savaş tarafına düşmüşsen, kaldır kıçını da Irak'a git o zaman. Git ve eve dönmek isteyen birinin yerini al. Yok eğer, bu savaşa ve Bush'a karşı olanların tarafına düşmüşsen duvarın, o zaman da kalk ayağa ve sesini duyalım senin. İşte Casey Kampı mucizesi de bundan ibaret. Savaşa karşı çıkan ve fakat tiksinti ve hoşnutsuzluklarını ortaya koyma fırsatını kullanmamış olan Amerikan vatandaşları şimdi her şeyi bir tarafa fırlatıp bizimle dayanışmaya girmek üzere Crawford'a geliyor akın akın. Teksas'ın bu felaket ağustos sıcağında George'un çiftliğinin dışında bekleşip durmaya kararlı bizlerle dayanışmak için. Teksas'a gelemiyorlarsa, barış ayinlerine katılıyorlar, seçtikleri temsilcilere ve yerel gazetelerine yazıyorlar, kendi memleketlerinde Casey Kampı'nın şubelerini açıyorlar, biz buradakilere çiçekler, kartpostallar, mektuplar, hediyeler ve bağışlar gönderiyorlar. Bütün bu destek için çok müteşekkiriz, ama sanırım, barış yanlısı Amerikalılar da nihayet bir şey yapabildikleri için müteşekkirler." Cindy, gerçekten de Amerikalı vatandaşın savaşa karşı olmasını ve bunu yüksek sesle dile getirebilmesini meşrulaştırdı. Barışseverlerin lâl edilmiş dilini çözdü, onları korkularından uyandırdı. Nitekim yapılan bütün araştırmalar, Cindy'nin başlattığı barış hareketinin ülkenin her eyaleti, her şehri, her kasabasında yankı uyandırması, destek bulması sonucu savaş taraftarı Amerikalıların yüzde oranının ellilerden otuzlara düştüğünü gösteriyor. Bütün tarihçiler, gazeteciler bu durumu Vietnam savaşının sona erdirilmesine benzetiyor. Savaşın, taraftar nüfusun yüzde otuzlara düşmesiyle kaçınılmaz olarak sona ereceğini söylüyorlar. Küçücük bir kadının, oğlunun ve bütün ölen oğulların acısını sırtlanıp kendini ortaya atmasıyla savaş tacirleri, vahşi muhafazakârlar ölümcül bir yara almış oluyor. Anaların soruları var Cindy Sheehan, cesaretini üstündeki gözlerden alıyor elbet. Analığın asla yeterli bir korunma kalkanı oluşturmadığını; acılı anaların, acılarını kamuyla yüksek sesle paylaşmaya kalktıklarında kenarda köşede, ilk kuytuda tekmelendiğini iyi biliriz. Sheehan, büyük ihtimalle bunu da gayet iyi bildiği için, mücadelesini en orta yerde, merkezin göbeğinde, bütün dünyanın gözleri önünde sergiliyor. İşte bu sergileme, ölümün ardından tutulan yasın nasıl sessiz ve vakur olması gerektiği bilgisiyle yetiştirilmiş orta sınıf ahlakçılarını iğdiş etmekle kalmıyor, gücünü kamuoyunun bekçiliğinden alan siyasi mücadelesiyle Irak Savaşı üstüne sorulması gereken en asal soruları da farklı koşullarda sesini asla duyuramayacağı Başkan'a yöneltip onu çaresizlik içinde kıvrandırıyor. Sheehan, yine Madra'nın yayınladığı mektubunda, kendisine saldıran ve her sözünü kurcalayan 'sağcılar ve sözümona 'adil ve dengeli' yayın yapan ana akım medyası'nın ta başından beri sorması gereken şu soruları bir kere olsun sormadıklarından yakınıyor. "Gençlerimiz Irak'ta neden çarpışıyor, ölüyor, öldürüyorlar? Gençlerimizi Irak'a gönderme sebebiniz olan bu yüce dava nedir? Orada neyi elde etmeye çalışıyorsunuz?..Bize neden yalan söylediniz? Amerikan halkına neden yalan söylediniz? Cümle âleme neden yalan söylediniz?...Neden durmadan 'görevimizi bitirmemiz gerek' diyorsunuz? O görevin ne olduğu hakkında en ufak bir fikriniz olmadığını siz de pekâlâ bildiğiniz, kovboy gömleklerinizi değiştirir gibi kolaylıkla değiştirebileceğinizi de bildiğiniz halde?" Evet savaş bitiyor. Amerikan halkı savaşı sorgulamaya başladı çünkü. Cindy, oğlunun ölümünden,binlerce hayatı kurtaracak dili damıttı. Karşısına dikilip Bush'a 'dur' dedi. Bu yazının hediyesi, 1940'lı yıllarda Britanya'nın kuzeyinde pub'larda söylenen bir şarkı. Adı, 'Annenin Şarkısı'. "Asker olsun diye yetiştirmedim oğlumu/ Gözümün nuru diye yetiştirdim ben onu/ Kimin haddine düşmüş omzuna bir silah koyup/ öğretmek bir başka ananın oğlunu öldürmeyi/ Asker olsun diye yetiştirmedim oğlumu/ Yanı başımda kalsın diye yetiştirdim ben onu/ Bugün savaş olmazdı/ Her ana şöyle bağırsaydı: / Asker olsun diye yetiştirmedim oğlumu."