6 Kasım 2007The Guardian
Bundan daha fazla çığrından çıkamazdı. Swaziland’da açlık var ve ülke acil yiyecek yardımı alıyor. Halkın yüzde 40’ı ciddi yiyecek sıkıntısıyla karşı karşıya. Peki hükümet ne ihraç etmeye karar verdi. Ülkedeki başlıca ürün manyoktan yapılan biyoyakıt. Hükümet, ülkenin kuraklıktan en çok etkilenen Lavumisa bölgesinde, binlerce hektar alanı etanol üretimine ayırdı. Kesinlikle, Swaziland halkını rafine edip depolarımıza doldurmak daha hızlı ve insani bir çözüm olurdu. Hiç şüphesiz kalkınma danışmanlarından kurulu bir ekip, bunun hesaplarını yapıyordur.
Bu, Birleşmiş Milletler Özel Raportörü Jean Ziegler’in geçtiğimiz ay “insanlık suçu” olarak tanımladığı birçok örnekten sadece biri. Ziegler, hükümetlerin hedeflerine ve teşviklerine karşı daha önce beş yıllık bir moratoryum olarak bu köşeden yapılan çağrıyı tekrar ediyor: Odun, atık ve çöplerden yapılan ikinci nesil yakıtlar uygun olana kadar, biyoyakıt ticareti dondurulmalı. Aksi halde bu, zengin dünyadaki sürücülerin hatırı sayılır bir oranının, fakirin lokmasını ağzından alacağı anlamına geliyor. Siz aracınızı biyoyakıtla sürerken, diğerleri açlıktan ölecek.
Hatta her zaman iş dünyasının sunağında fakirleri kurban etmeye hazır olan Uluslararası Para Fonu bile şimdi uyarıyor: Biyoyakıt üretimi için ekim yapmak, ekilebilir alanlardaki verimliliği ve suyu zora sokabilir, böylece yiyecek fiyatları yükselir. Bu hafta, BM Gıda ve Tarım Örgütü son 25 yılın en düşük küresel yiyecek stoklarını açıklayacak ve bu durum “çok ciddi bir kriz” olarak adlandırılıyor. Yiyecek fiyatları düşük olduğunda bile 850 milyon kişi açtı, çünkü alacak paraları yoktu. Undaki ya da buğdaydaki her artışla birlikte, birkaç milyon kişi daha sınırın altına iniyor.
Geçtiğimiz yıl, pirincin yüzde 20, mısırın yüzde 50, buğdayın da fiyatı yüzde 100 arttı. Bundan tümüyle –tarım alanlarındaki kötü kullanımı çoğaltan ve giderek artan ihtiyacı karşılamak için yiyecek ekilecek alanları alan- biyoyakıtlar sorumlu değil. Ama neredeyse bütün kurumlar, bu yayılma konusunda uyarılar yapıyorlar. Ve neredeyse tüm hükümetler de onları yok sayıyor.
Bu uyarılara sırtlarını dönüyorlar, çünkü biyoyakıt, onlara zor siyasi seçenekleri bertaraf etme fırsatı veriyor. Bu sayede, hükümetlerin karbon emisyonlarını kısabilecekleri ve Britanya Ulaştırma Bakanı Ruth Kelly’nin geçtiğimiz hafta açıkladığı gibi, ulaşım yollarını açık tutabilecekleri izlenimi yaratabiliyorlar. Yeni rakamlar Britanyalı sürücülerin geçtiğimiz yıl 500 milyar kilometre kat ettiklerini gösteriyor. Ama önemli değil: Sadece kullandığımız benzini değiştirmek yeterli. Kimse yüzleşmemeli. Motor lobisi ve iş dünyasının yeni altyapı talepleri karşılanabilir. Topraklarından edilen insanların sesi ise duyulmuyor.
Prensipte, yanan biyoyakıtlar, sadece mahsulün büyürken biriktirdiği karbonu salıyorlar. Mahsulü ekmenin, biçmenin ve yakıtı nakletmenin enerji maliyeti dikkate alındığında bile petrol ürünlerinden daha az karbon üretiyorlar. Britanya hükümetinin iki hafta önce geçirdiği yasada (2010 itibarıyla karayollarında ulaşım için kullanılan benzinin yüzde 5’i ekinlerden gelecek) yılda 700 ve 800 bin ton karbon tasarrufu yapılacağı belirtiliyor. Yasa, sorunu dikkatlice çerçeveye alarak bu rakamı belirliyor. Sadece biyoyakıt ekimi ve üretimindeki karbonu dikkate alırsanız, sera gazları azalmış görünüyor. Ama tüm etkilere baktığınızda, biyoyakıtlar petrolden daha tehdit edici.
Nobel ödüllü Paul Crutzen’in yaptığı son araştırma, resmi tahminlerin nitrojen gübrelerin katkısını yok saydığını gösteriyor. Gübreler de, CO2’den 296 kat daha güçlü sera gazı üretiyorlar. Tek başına bu emisyonlar bile mısırdaki etanolün petrolden 0,9 ile 1,5 katı arasında daha tehlikeli olduğunu ortaya çıkarıyor. Bu arada dünya biyodizelinin yüzde 80’inden fazlasını oluşturan kolza (rapeseed) yakıtı, dizelin etkisini 1-1.7 oranında artırıyor. Bunlar toprağın kullanılmasından öte hesaba katılacak olan olgular.
Üç ay önce Science dergisinde yayımlanan bir makale, 30 yıldan fazla süre ekilmemiş topraklara biyoyakıt ekerek, 2 ila 9 katı karbon emisyonundan tasarruf etmeyi öneriyordu. Geçtiğimiz yıl, uluslararası araştırma grubu LMC, Britanya ve Avrupalıların yüzde 5 oranında biyoyakıta dönmesi sonucu ekili alanların yüzde 15 artacağı öngörüsünü yaptı. Bu birçok tropik ormanın sonu anlamına geliyor. Bu durum, aynı zamanda iklim değişikliğinin de hızlanmasına yol açabilir.
Britanya hükümeti ülkede “sadece sürdürülebilir biyoyakıtların” kullanılması için çaba göstereceklerini söyledi. Bu hedefi desteklemek mümkün değil –eğer standart uygulamaya kalkarlarsa dünya ticaret yasalarını deleceklerini kabul ediyorlar. Ama “sürdürülebilirlik” desteklense bile, bu gerçekte ne anlama geliyor? Örneğin, yeni plantasyonlardan alınan palmiye yağını yasaklayabilirsiniz. Bu Malezya ve Endonezya’da ormansızlaşmaya yok açan en yıkıcı biyoyakıt. Ama yasak hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Malezya United Plantations Berhad’ın Başkan Yardımcısı Carl Bek-Nielsen’in dediği gibi “Biyodizele uygun başka bir yağ olsa bile, onun yerini o yağ alacaktır. Aksi halde boşluk olur ve bu boşluğu sadece palmiye yağı doldurabilir.” İkincil etkiler, gidermeye çalıştığınız yıkıma yol açarlar. Tek sürdürülebilir biyoyakıt, geri dönüştürülmüş artıklardan yapılandır, ama kullanılabilir miktar çok az.
Bu noktada, biyoyakıt endüstrisi “jatrofa” diye haykırıyor. Bu henüz bir küfür değil ama olacak. Jatrofa, yağlı tohumları olan, tropik bölgelerde yetişen bir bitki. Bu yıl, karmaşık sorunlara basit çözümler sunmak için hiçbir fırsatı kaçırmayan Bob Geldof, bir biyoyakıt firmasının “özel danışmanı” rolünde Swaziland’a gitti. Çünkü söylediğine göre, dar alanlarda yetiştirilen jatrofa, Afrikalı küçük toprak sahiplerine iş, para ve ekonomik güç sağlayacak, “hayat kurtarıcı” bir bitki.
Doğru, çok verimli olmayan toprakta yetişebilir ve küçük toprak sahiplerince ekilebilir. Ama aynı zamanda verimli topraklarda da yetişebilir ve büyük toprak sahiplerince de yetiştirilebilirler. Biyoyakıtla ilgili açık bir gerçek varsa, o da küçük toprak sahiplerinin bu işi yapmadığıdır. Bu, yerel ya da organik ürünlere prim vermeden, uluslararası piyasada iyi dolaşan ve süresiz olarak stoklanabilen ticari bir mal. Hindistan hükümeti 14 milyon hektarlık jatrofa plantasyonu planlıyor. Ağustos ayında, plantasyonlara yer açmak için yerlerinden edilen köylüler ilk yürüyüşlerini yaptılar.
Biyoyakıtları teşvik eden hükümetler bu politikalarından vazgeçmezlerse, bunun insani etkisi Irak savaşındakinden de büyük olacak. Milyonlarca insan yerinden olacak, yüz milyonlarcası da açlıkla tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. İnsanlığa karşı işlenen bu suç, karmaşık ama özrü ve telafisi olmayan bir suçtur. İnsanlar biyoyakıtlar yüzünden açlık çekerse, onları Ruth Kelly ve arkadaşları öldürmüş olacak. Tüm bu tür suçlar gibi, güçlüyle karşı karşıya kalmamak için zayıfa saldıran korkaklar tarafından işlenmiş olacak.
Makalenin İngilizce aslına ulaşmak için tıklayın. Türkçe'ye çeviren: Nuray Soysal