G7 Ülkeleri Dünyanın Ekonomik Gidişatını Görüşmek Üzere Toplandı

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: G7 toplantısında dünyanın ekonomik gidişatı konuşuldu. Durum nedir?

 

Hasan Ersel: Evet, geçen hafta G7 maliye bakanları ve merkez bankası başkanları Tokyo’da biraraya geldiler. Tokyo’da biraraya gelmenin ne demek olduğunu bir düşünelim. Avrupa’dan veya Amerika’dan kalkıp uçakla Tokyo’ya gitmek çok zahmetli, çok sıkıcı bir iş. Demek ki bu kadar sıkıntıya katlandı bunca insan. Kalktılar oraya gittiler, toplantılar. Sonra şöyle bir sonuca vardılar; ortak yapacağımız bir şey yok, biraz komik bir şey gibi geliyor insana. Niye gidiyorsunuz o zaman? Madem yapacağınız bir şey yoktu, telefonla da bunu halledebilirdiniz. Ne yapacağınızı görüşecek olsanız anladım, yüzyüze gelmekte yarar var, ama bir şey yapmamak niyetindeyseniz o zaman niye gidiyorsunuz?

 

Tabii bu, konuyu açmak için benim uydurduğum bir espri olarak düşünülebilir. Sonuca dikkat etmek gerekiyor, “ortak bir şey yapmaya gerek yok”un arkasında ne yatıyor? O ne demek? Sadece göründüğü kadar basit bir şey olmaması lazım. Bir kere bu olayın ciddi olduğunu tescil ettiler, ortalıkta küçümsenecek bir olay yok dediler. Ondan sonra bazı katılımcıların ağzından, ama belli ki hepsinin onayını almış bir şekilde, olayın bir süre daha kötüye doğru gideceğini de söylendi. Açıkça bildiride bu yok, ama “Amerikan ekonomisindeki bu olayın durduğu ve bundan sonra düzeleceği falan yok” dediler. Tabii Amerikan ekonomisinden etkilendiği için dünyanın her tarafı  için de bu geçerli. Ondan sonra da şunu dediler, “bunun ülkelerdeki etkileri, görünümü farklı şekillerde oluyor, oraların merkez bankalarının iktisat politikasını yapmaktan sorumlu hükümetlerinin ne yapacağına bağlıdır bu işin çözümü, onları doğru yapmaya bağlıdır.” Açık söylenmemekle beraber öyle bir hava çıktı ki; “onlar da ne yaptıklarını biliyorlar bu durumda, onun için fazla söyleyecek bir şey de yok, bizim biraraya gelip karışacağımız bir şey yok. Şu noktada G7’nin biraraya gelerek yapacağı bir ortak merkez bankaları operasyonuna gerek yok” dediler.

 

Bundan amaç ne olabilir? Bence iki tane amaç var. Bir tanesi olayın ciddiyetini hep birlikte dünyaya duyurmak, bu önemli bir şey. Bu özellikle bizim ülke için iyi olur, çünkü nedense “basit bir olaydır” havası var. Bana bu garip geliyor. “Battık, öldük” lafları da hoşuma gitmiyor, ama bu kadar da hafife alınacak bir şey değil. İkinci olarak Atlantik’in iki tarafına bakalım: Oralarda, her iki tarafta da finans çevreleri “faizler indirilsin” diye ya bağırıyor çağırıyorlar ya da yumuşak sesle söylüyorlar. Ama bir tarafta faizler indiriliyor bir tarafta indirilmiyor. Aynı istek iki farklı yanıt! İşte orada bence bu G7’lerin toplantısının sonucu önemli, çünkü diyor ki; “ülkelerin koşulları farklı ise ülkelerin otoritelerinin alacağı kararlar farklı olur.” Dolayısıyla “piyasadakiler bir şey istiyor diye yapılmamış olması hiç de kötü bir şey değildir, tam tersine iyi bir şeydir” diyor. Tabii bunu açıkça söylemiyor ama benim yorumum böyle.

 

Bunun altını bir nedenle çizmek istiyorum, çünkü bu finansçılar için şu denebilir, “bunlar çok bencil adamlardır, sadece kendi ceplerini düşünürler.” Hatta b1980’lerde Amerika’da finans çevrelerinde bir esprili soru vardı, soru şuydu: “ABD toplumu için Sovyetler Birliği silahlı kuvvetleri mi daha tehlikelidir, yoksa Amerikan üniversitelerinin finans mezunları mı?” Bu işin esprisi ama konu bu değil. Orada başka bir olay var. Tarafların dertleri farklı, o dertlerin ifade edildiği zaman boyutu farklı, onun için uyuşmuyorlar. Bunun altını çizmek istiyorum, çünkü bu Türkiye’deki tartışmalar için de önemli.

 

Finansı genel olarak alalım, bankalar, -banka dışını, hatta genişletip şirketleri de alabiliriz içine- sonuçta amaçları kâr etmek olan kuruluşlar, belli bir dönem sonunda da, faaliyetlerinin sonunda yönetim kuruluna, daha sonra da genel kurula hesap veriyorlar. Dolayısıyla önlerinde en fazla 1 yıla uzanan bir program var. O dönem içindeki durum üzerinden düşünüyorlar. Tabii ki işlem bazına doğru indiğimizde bu ufuk daha da daralıyor. “Bu akşama kadar ne yapacağım?” veya “bu ay sonu ne olacak?” gibi. Özetle bu insanların ilgileri bugünle ilgili. Oysa merkez bankaları gibi iktisat politikası yapan kuruluşların ülkedeki sorumlulukları bu özel girişimcilerin düşünmeyeceği ve düşünmeleri de gerekmeyen uzun vadeyi toplum açısından düşünmek. Uzun vadeyi düşünecek, hem de, bir kuruluş ya da bir sektör açısından değil, tüm toplum aısından düşünecek. Merkez bankaları, “ben bankaların durumunu iyileştireyim” diye para politikası yapmaz; “ülkede ne olacak, enflasyon ne olacak, istihdam nasıl etkilenir?” gibi konulara dikkat eder. Böyle olunca merkez bankasının bir kararı, “bu durum 1 yıl sonra nereye varır, onu düzelteyim” şeklindeki bir düşünceden kaynaklanır. Bu tür karar alıcıların istekleri ise, “şu anda durumum bozuk, şu durumumu düzeltebilmek için şuna ihtiyacım var” şeklinde oluyor. Bu yüzden de işin mantığından kaynaklanan bir uyuşmazlık var.

 

Çok mu kötü vaziyet? Bunlar hiç mi anlaşamayacaklar? Hayır, tam tersine bankaların ya da finans çevrelerinin ihtiyaçlarını açıkça beyan etmeleri gerekiyor ki, para politikası kararı alanlar bir hata yapmasınlar. O zaman yarına zaten gidemezsiniz. Para politikasını yapanlar da neden bu kararı aldıklarını onlara anlatmalı ki hangi koşulların değişmeyeceği, -mesela “faiz düşmeyecek” dedi diyelim ki- anlaşılır. Karar vericiler “eh düşmeyecekmiş” derse, “bu bir veri, ben ona göre durumumu ayarlayayım” iyebilir finans çevreleri. Bu yolu kapatırsak, yani karar alıcılar fikirlerini söylemezlerse, para politikasının başarılı olması ihtimali yok. Çünkü para politikası, veya modern iktisat politikası, “ben emrettim sen yapacaksın!’ diye yapılmıyor, “ben şöyle yapmayı düşünüyorum, gerekçem bu”, diyor. Toplumdaki diğer karar alıcılar ise buna bir tepki veriyorlar. Diyorlar ki, “bu dediğini tam böyle yaparsan, biz yarını göremeyiz, ama şöyle olursa galiba olur” vs. “Peki” diyor, ona göre değiştiriyor. Bu teknik anlamda şu demek; para politikası veya iktisat politikası yapan kuruluşlarla piyasadaki diğer karar alıcılar arasında bir oyun (matematiksel anlamda) oynanıyor. Bu oyunun denge noktası bulunmaya çalışılıyor.

 

Türkiye’ye onun için gelmek istiyorum, mesela birileri ayağa kalkıyor diyor ki “faizleri düşürün, kuru bilmem ne yapın” vs. Bunlara iki türlü tepki gösterilebilir; bir tanesi boşverirsiniz, ama boşverirseniz hata edersiniz, çünkü bir derdi var; ya da “madem öyle istiyor yapıyorum” dediğiniz zaman da merkez bankasının veya iktisat politikasını yapanların uzun vadeli hedeflerini tutturmaları çok zor ve ekonomi çok kötü bir duruma gider. Bu tartışmanın o yüzden iyi anlaşılması lazım. Biraz Nasreddin Hoca hikâyesine benziyor, ama her iki taraf da haklı olabilir. Yalnız sonuçta haklılıklardan bir tanesinin bir üst değeri oluyor, yani bir tanesi toplumun tümünü ve uzun vadeyi hesaba kattığı için, kısa vadede vahim hata yapmamak kaydıyla, onun dediğinin yapılması gerekiyor. Onun için de bu tür karar alıcıların arkasında yasal destek var, onların dediğinin olması için. Bu bana çok önemli bir konu gibi geliyor. Çünkü hep böyle tartışıyoruz; “fiyat artış hızı düştü, Merkez Bankası bilmem ne yapar” veya “enflasyon hiç düşmüyor, filan fiyat şöyle oldu, istihdam böyle oldu, bugün şu oldu  o halde Merkez Bankası böyle yapar” diyoruz. Hayır bunlar üzerine hemen böyle bir şey yapmaz. Bu bilgileri göz önüne alır, ileriye doğru projeksiyonlarına bunu sokar, “bu ne anlama geliyor?” diye bakar. Bunu yaptıktan sonra belki hareket eder, belki etmez, o ona bağlı. Çünkü şunu biliyor Merkez Bankası, bugün ne karar alırsa alsın, bunun ekonomide, değişkenler üzerindeki etkisi 9 ila 12 ay sonra ortaya çıkacak.

 

ÖM: Bir de The Guardian’da bir haber var bugün, Bank of England’ın  İngiltere merkez bankasının başkanı, Mervin King bir açıklama yapmış ve “Britanya resesyonun eşiğinde olabilir” demiş, “hem büyümede bir durma görünüyor, hem de enerji fiyatlarının yükselmesi ciddi bir sorun meydana getiriyor” demiş, ama yine de hiçbir şekilde faiz hadlerinde bir indirimden de bahsetmemiş. Bu senin demin dediğine, yani Atlantik’in iki tarafında meseleye farklı yaklaşıldığının bir başka örneği de olabilir mi?

 

HE: Bank of England ufak bir faiz indirimi yaptı zaten geçen hafta. Böylelikle bir sinyal verdi. Piyasa oyuncularının yansıyan haberlere tepkisi şöyle oluyor, “tamam geçen hafta indirdiğine göre önümüzdeki hafta bir daha indirir.” Yani açgözlülük havası oluyor, bunu çok ciddiye almamak lazım. Sorun şurada, ortalıkta sadece resesyon tehlikesi olsa bununla uğraşabilirsiniz, fakat bir de enflasyon var.

 

ÖM: Onu da söylemiş zaten.

 

HE: Onu gözden kaçırmaması gerekiyor. “Enflasyon olsa kaç yazar?” diyebiliriz. Yani ne olacak enflasyon olsa. “Bir şey olmaz” diyebiliriz, ama yanıltıcı bir ifade bu. Tamam bütün malların fiyatları ve ücretlerimiz %100 artsa her ay, hiçbir şey değişmez değil mi? Sadece bir yığın sıfır artar. Ama enflasyon böyle olmuyor, mesela ücretler yılda en çok iki kere ayarlanabiliyor. Dolayısıyla arada reel ücret düşüyor. Malların birbirine göre olan fiyatları değişiyor, bir malda hızlı fiyat ayarlaması oluyor, bir malın fiyatı öyle ayarlanmıyor. Önünüzü görmeniz zorlaşıyor, dolayısıyla hangi malla ne iş yapacağınızı bilemiyorsunuz. Alacak mısınız, satacak mısınız? Önümüzdeki yıllarda fiyatlar ne olacak? Bunları kestirmeniz zor oluyor, iktisadi karar alma güçleşiyor. Enflasyonun yarattığı problem buradadır, enflasyonu sıfırlamak mümkün olmuyor.

 

Tamam böyle olmuyor, ama öngörme hatası az yaparsınız ekonomi yoluna devam eder. Bu yüzden bundan taviz verilmemesi lazım. Türkiye’de biz çok yüksek bir enflasyonda yaşadığımız için, o arada da ekonomi beş aşağı beş yukarı biraz büyüdüğü için sanıyoruz ki biz çok zarara uğramadık, ama en basit bir noktaya bakalım: “Enflasyon düşünce büyüme durur” diye acıklı laflar edenler oldu, Türkiye’nin büyüme hızı son derece yükseklerde, başarılı bir performans gösterdi. “Dünya konjonktürü olumluydu” diyebiliriz, ama o konjonktürde de işi kötüye götürmek pekâlâ mümkün, herkes iyiye götürmedi. Türkiye bayağı hızlı büyüdü. Demek ki bu enflasyon döneminde biz epeyce şey kaybettik, yani o dönemde %3-4 yerine belki de %7 büyüyebilirdik, bu az buz bir şey değil.

 

ÖM: Bank of England’ın başkanı Mervin King, her iki meselenin de Kasım ayına göre daha kötü olduğunu söylemiş. “Global crunch”tan söz etmiş, bu bir daralma mı var demek?

 

HE: Evet.

ÖM: Bu daralmanın devam edeceğini ve talebi azaltacağını söylemiş Britanya’da ve dünyanın diğer yerlerinde. “Aynı zamanda, yiyecek ve enerji fiyatlarında da yükselmeler devam edecek, bu da enflasyonu zorlayacak ve her şartta üç ay öncesine göre durum daha kötü” diyor.

 

HE: Bunlardan biri çok ciddi, o da gıda fiyatları. Sorunun bir çok yönü var çünkü. Bir yandan geçen seneye özgü kuraklık gibi olaylar var, ama bir de tarım arazisinin kullanımındaki değişme var. Enerji üreteceğiz diye toprak kullanımında gıda ürünleri aleyhine bir gelişme oluyor. Bunların hepsi bir araya gelince aynı yönde etki yarattı, yani tarımsal üretimin artışını etkiledi. Bundan dolayı bir sorun var. Kıtlık yok, fakat fiyat yükselmesi söz konusu.

 

Enerji fiyatları ise apayrı bir konu; çünkü bu konu siyasi olaylara çok duyarlı bir hale geldi. Dünyada aranan enerji bulunuyor ama ufak bir olayda bir problem çıkıyor. Örneğin İran’dan gaz herhangi bir nedenle gelemeyince yaşamımız çok etkileniyor. O yüzden Bank of England’ın başkanının önümüzdeki dönemde bu fiyatların kolay kolay düşeceğini beklememesini ben çok mantıklı buluyorum. Türkiye açısından da öyle bakmak lazım, bu fiyatlar pek kolay düşeceğe benzemiyor. Buna mukabil, dünyada bu yavaşlama olursa, bizim sattığımız malların fiyatları o derece yükselmeyebilir, dolayısıyla dış ticaret hadleri Türkiye’nin aleyhine dönebilir. Yani bunun sonucu olarak da bizim ödemeler dengesi sorunumuz daha da sıkıcı hal alabilir.

 

ÖM: Çok dikkatli, ihtiyatlı bir iyimserliğe mi sahip olarak devam edeceğiz bu durumda dünyanın gidişatı hakkında?

 

HE: İyimser olunabilir mi biraz kuşkum var, ama neyse iyimser olalım.

 

(14 Şubat 2008 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)