Mars’a yerleşme planlarının yapıldığı bu yıllarda hâlâ mitolojiye gerek var mı?
Bilimin güçlenmesiyle mitolojiye, mite, dine, pozitif olmayana duyulan ihtiyaç yok mu oldu? Anlam arayışımız bitti mi? Niçin bu dünyaya fırlatılmış olduğumuzu kavrayabildik mi? Modern zamanlardan bu cevapları beklemeyelim. Eskiye gidip bakalım. Paleolitik avcı atalarımıza avını nasıl öldüreceğini, avı nasıl organize edeceğini gösteren akıl yani logostu. Ancak av sonrasında oluşan duygusal boşluğun nasıl yönetileceğini, avın ruhunun rencide edilmemesi gerektiğini ve gelecek nesillere bu ritüellerin aktarılmasını sağlayan mitolojik bakıştı. O yüzden atalarımız, mit ve logos arasındaki farkı çok iyi anladılar ve onların bir bütünün iki parçası olduğunu kavradılar. Yeni silahlar geliştirmek için logosu kullanırken, ritüellerini ve bütün kişisel dertlerini mitolojiyle çözmeye çalıştılar. Sanayi Devrimi’ne kadar böyle sürdü.
Modern zamanlarda, bilimin öncülüğünde mitlerin veya dinlerin hegemonyasından kurtulan insanın hayatına anlam katma çabası bitiyor mu? Bitmiş olsaydı bu tür eleştirileri yapanların milliyetçilik gibi hayalî cemaatlere ve ideolojilere kapıldıklarını görmezdik. “En büyük dürtü ölümdür.” diyoruz ama kendinden daha büyük, daha ulvî bir kavramın parçası olmak bazen ölüm dürtüsünün bile önüne geçebiliyor. Yaşamak dururken bazı psikolojik, somut olmayan gerekçelerle -örneğin bir savaşta milleti adına- ölmeyi çok rahat göze alabiliyor insan. Bilimin tavan yaptığı, insanların “dinlerden, mitlerden kurutulduğu” yüzyılda bir pozitivist dogma olan milliyetçilik en popüler ideolojilerden biri oldu. İnsanlara asırlardır süregelen imparatorluğun şemsiyesi altında yaşamak yetmemeye başladı. Bu süreçte oluşan modern devlet ideolojisi yine savaşlara kalkıştı ve bazı mitler üzerinden bu defa da şehitlik mertebesi gibi kurgular ortaya kondu. Mitolojinin konusu değişmiş olsa da gerekçesi ortadan kalkmadığı için başka şekiller alıyor. Mitolojik zamanlarda hayvanlar kurban edilirken modern zamanlarda kurbanlar değişiyor. Bir toprağın vatan olabilmesi için “şehit kanıyla sulanması gerektiği” söyleniyor. Çünkü insanın “anlama” olan ihtiyacı, yaşama dürtüsünden ağır basıyor.
Göbeklitepe'den gece manzarası.
“Varoluşun kuklası olmamak için yolculuk yapmalıyız çünkü kader isteksiz davrananı sürüklerken, niyeti olana mihmandarlık eder.”
Yolculuk söz konusu olduğunda mitoloji devreye girer ve kahramanların hikâyeleriyle bize yol gösterir. Yol genelde şu aşamalardan oluşur: Ayrılma yani var olanların bilerek ve isteyerek yitirilmesi. Aydınlanma ve geri dönüş. Bu aşamalar sadece Batı mitolojisi için geçerli değil. Bildiğimiz kadarıyla ilk olarak Gılgamış rahatını ve varlığını elinin tersiyle itip zor bir yolculuğa çıkmıştır. Daha doğuya gidelim. Buddha, kendine miras kalacak krallığı reddedip bilinmeze ve acılara doğru yola çıkmıştır. Bu, kendi güvenli ve rahat alanını, cennetini bırakıp yola çıkan kahraman için ilk aşamadır. Birinci eşik bir canavarla karşılaşmasıdır. Bu canavar alegorik bir anlatıda, kendi iç dünyasını temsil eder. Önemli olan karşılaştığı canavarı yenmesi değil onunla karşılaşmaya cesaret etmesidir. Bu ilk mücadeleyi kaybetmesi kuvvetle muhtemeldir. Başta yardım alarak ilerler. Sonunda en zor engelle karşılaşır. Artık hiç kimsenin yardımı olmadan bu engeli aşabilir. Ancak yolculuk bitmiş değildir, dönüş yolculuğu da en az yolculuğa çıkmak kadar zordur. Çünkü artık yola çıktığı insan değildir, kendisinden uzaklaşmıştır. Marksist deyimle, “kendisine yabancılaşmıştır.” Yolculuğun sonunda kendisini tanımakta zorlanan kahramanın elinde topluma sunulmak üzere güçlü bir iksir vardır. Ejderhalar bugün de karşımıza çıkıyor. Onunla nasıl mücadele edeceğimiz konusunda mitoloji bize yol gösteriyor. Dinler de benzer bir yolculuğu merkeze alır. Eski Ahit’te, İncil’de ve Kuran'da peygamberlerin ve ashabının zorlu yolculuklarını anlatan bölümler okuruz.
Özellikle Sanayi Devrimi’nden itibaren tarihe bakışımız daha “bilimsel” oldu. Anlatılan hikâyelerin ne kadar doğru ve gerçek olduğunun sorgulanması “akılcılık” dünyasının zafiyeti olarak algılanmalı. Çünkü mitoloji hiçbir zaman doğru bilgi verme iddiasında olmadı. Modern öncesi dünyaya baktığımızda bu hikâyelerin doğruluk payları değil ifade ettikleri anlam önemlidir. Eski masallarımız nasıl başlar? “Çok eski zamanlarda, develer tellal, pireler berber iken…” Pirenin berber olduğunu düşünüyor musunuz? Yoksa dinleyeceğiniz hikâye alegorik bir anlatım mı içeriyor?
Mitolojik hikâyeler bugün anladığımız manâda bir zaman dizgesi sunmadı. Onlar, geçmişte yaşanmış olmakla beraber güncel hayatın da bir parçasıdırlar. Geçmişte kalmadılar. Neandertal atalarımızın ölü gömme ritüelleri olduğunu biliyoruz. Bu bilgiden yola çıkarak gündelik hayatın ötesinde bir şeyler olduğunu düşündüklerini ve o zamandan beri anlam arayışında olduğumuzu varsayabiliriz.
Atalarımız, “Hayat göründüğü kadar basit olamaz. Sadece doğup büyüyor ve ölüyor olamayız. Tüm dünya bunun için kurulmuş olamaz.” diye düşündükten sonra hikâye anlatmaya başladılar. Hikâye anlatmaya başladıysanız, hayal kurmaya da başlamışsınız demektir. İşte bu hayal gücüyle Göbeklitepe’de ilk tapınak inşa edildi ve bugün uzay yolculukları yapmamıza vesile olan logosun temeli atıldı. Çünkü mitolojinin de bilimin de ortak yönü bu dünyada nasıl daha anlamlı bir şekilde yaşanacağına kafa yormalarıdır. Pozitivist dogma tuzağına yakalananları da anlamaya çalışmak gerekir. Miladı başlangıç olarak aldığımızda 2022 yılındayız ve bu da geçmişi anlamamız için büyük bir engel teşkil ediyor. Bu anakronistik yaklaşımla 2000 sene öncesi bitmiş ve gereksiz olarak nitelendiriliyor.
Bu vesileyle Açık Radyo’nun internet sitesinden dünyaya bir teklif yapmak istiyorum: Başlangıç noktası olarak Göbeklitepe’yi yani MÖ 10.000 yılını alalım. Bu durumda içinde bulunduğumuz yıl 2022 yerine 12.022 olur. Günler, aylar aynı kalır ve tarih anlayışımız yerine oturur. Şöyle bir eleştiriye hazırlıklıyım, “Var olanı değiştirmek istiyorsun ama çıkış noktası aynı. Biri İsa'nın doğumu, diğeri ise ilk tapınak. İkisi de inanç temelli.” Karşı olduğum inanç üzerine kurulu bir yapı değil, derinlikten yoksun bir tarihî algı.
Landscape with Ceres (Allegory of Earth), Jan Brueghel the Younger (1639)
Modern zamanlarda mitolojiye ihtiyacımız var mı?
Mitoloji olmadan hiçbir şeyin doğru dürüst işlemeyeceğine dikkat çekmek istiyorum. Çocuklarınıza, torunlarınıza veya yeğenlerinize bu akşam mitolojik bir hikâye anlatmayı deneyin. Gılgamış'ın ölmezotunu bulduğu halde uyuya kalıp yılana kaptırmasını ya da Herkül’ün görevlerini, Jason ve Argonotlar’ı, Truva Savaşı’nı… Muhtemelen çok eğlenecekler ve ilgilerini çekecek. Peki neden? “Ahlak budur, din budur, kurallarımız budur.” diyerek doğrudan anlatmak yerine alegorik bir anlatım yöntemi seçtiğinizde ilgi katlanarak arttığı için. Her bir mitolojik hikâye onlara edindikleri bilgileri nasıl işleyeceklerine dair birer yol gösterici olur.
Hades’in Persephone’yi kaçırmasını ve mevsimlerin oluşmasını kısaca anlatalım: Kızının “yeraltı” dünyasının hükümdarı ile kaldığı dönem boyunca hayata küsen ve tarımla ilgilenmeyen tanrıça Demeter yüzünden kış mevsimini yaşıyoruz. Bugüne kadar kaç mevsim yaşamış olursanız olun muhtemelen hiç bu pencereden bakmadınız. Mitoloji size alternatif düşünme, var olan bilgiyi yorumlama alanı açar. Dinî inancınız da mitolojiye olan ilginin önünde engel teşkil etmez. Unutmayalım, biri varken diğeri yoktu, yani seçim yapmak zorunda değiliz. Mitoloji bilgisi artmış insanın sanat ve edebiyata rahat nüfus edebileceğini düşünüyorum. Sanatta ve edebiyatta ana tema hep mitolojik konulardır. Mitoloji bize edebiyatın ve sanatın ardında ne olduğunu gösterir. Ya da tiyatronun doğuşunu düşünelim ve Dionysos'u anarak devam edelim.
Psikoloji dediğimiz kavramın kökü de ruh tanrıçası Psyche değil mi? Günlük hayattan örnekler vereli. İstanbul Boğazı’nın adı mitolojiden geliyor. Bir yargıç düşünün. Mahkeme salonuna girince giydiği cübbe ve rolüne hürmeten ayağa kalkılıyor. Onu değerli yapan kişiliği ya da cübbenin kumaşının kalitesi değil, kıyafete atfettiğimiz mitolojik anlam. Yargıç açısından baktığımızda da cübbeyi giydiği an artık kendi karakterinden tamamen soyutlanıp oynadığı mitolojik rolün ahlakına göre davranması bekleniyor. Kral ve kraliçeler için de bu durum geçerli. Bizim onlara verdiğimiz değer kişisel değil mitolojik rollerine verilen değerdir. Evlilik merasimine de bakabiliriz. Farklı kıyafetler giymiş iki aday, toplumun önünde bir tören gerçekleştirerek mitolojik bir dünyaya ayak basmış olmuyorlar mı?
Yola çıkanı değiştirmeyen bir sürece yolculuk demek doğru mu? Kendi iç yolculuklarını tamamlamak isteyen mitolojik kahramanların hikâyelerini hatırlayalım. Hepsi en az bir kez yeraltı dünyasına, Hades’in yanına inmek zorunda kalmıştır. Hades, bilinçaltını temsil eder. Esasında önemli olan bu yolculukların manevi, sembolik yönleridir. Usta savaşçı ve denizci Odysseus için Truva'dan evine giden dört günlük yolun on yıl sürmüş olması, büyüme ve erginleşme sürecini temsil eder.
Zorluklarla yüzleşmeden belki meşhur olabilirsiniz ancak asla kahraman olamazsınız
Modern zamanlarda kahramanların yerini meşhurların almış olmasının sebebi de bu olabilir mi? Hızlı ve kolay yolla meşhur olabilirsiniz. Bugün kapitalizmin bize vermeye çalıştığı mesajlardan biri budur. Fedakarlık etmeden, zorlanmadan kahraman olamazsınız. Hikâyeler hep bunu vurgular. Modern zamanlarda değerler çok hızlı değişiyor ve birkaç nesil içinde bambaşka ritüeller ortaya çıkıyor. Hayatın doğal akışı içerisinde ancak mitolojiye baktığınızda ihtiyaç duyduğumuz sürekliliği ve döngüyü görebiliyoruz. Bu da bazılarına bir limanda, güvende olma hissi veriyor. Eski dünyadan farklı olarak modern zamanlarda çocukların topluma kabul törenleri yok. Bir çocuğun yetişmesinde siz bu tür hikâyeleri ona vermeden, yalnızca sözlü telkinlerle zorluklara hazırlayarak başarıya ulaşılacağını düşünmüyorum.
Çocuğunuza yol göstermek için İkarus’un babasıyla olan hikâyesini anlatabilirsiniz. Bir gün bu mitolojik hikâyenin geçtiği İkarya’ya giderseniz, turizmin kılıcından geçmemiş bu adada bilinçdışınızla bile buluşabilirsiniz. Modern eğitim sistemi bize tek tip yazılım yükleme derdinde. Bu din, milliyetçilik gibi şeyler olabilir. Eğer siz buna karşı çıkarsanız sakıncalı piyade olursunuz. Sadece devlete karşı değil, kendi mahallenizden bir grupla konuşurken de aykırı görüşler beyan ederseniz durum farklı olmaz. Ancak unutmayın ki bugün kabul gören fikirler, sistemler de eski zamanlarda heretik ve sapkın olarak nitelendirmiştir. Buna Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık ve bazı bilimsel önermeler de dahildir.
Mitolojinin temaları ve dile getirilme şekilleri, zaman ve kültüre göre farklılık gösterse de sekteye uğramadan bin yıllardır hayatta. Sümer ve Akad İmparatorluğu’ndan bu yana aynı tanrılara farklı isimler veriyoruz. Erdemleri, yalanları, şehveti ve inancı tema olarak işliyoruz. Oradan Mısır’a, Hitit’e, Yunanistan’a, Roma’ya doğru sürüp gidiyor dizgemiz. Bronz Çağ ile ticaret, ticaret ile birlikte kalabalıklaşan şehirler ve peşine kaynak sorunlarının savaşlara yol açması, erkek egemen dünyanın kurulması ve bununla birlikte tek bir erkek tanrı…
Geçen programlarda irdelemeye çalıştığımız sanat kavramına duyulan ihtiyaç gibi inanca olan ihtiyaç da insanlık tarihi kadar eski görünüyor. İnsanın olduğu her yerde mitoloji, halk hikâyeleri, efsaneler, destanlar var. Bunları bilimin gözlüğünü takıp sorgulamanıza gerek yok. Çünkü inançlar çürütülemezler.