Kuyruğu fena halde sıkışan iktidarın bu kadar bol keseden rüşvet ve ulufe dağıttığına, borç sildiğine, yolsuzluk usulsüzlüklerin üzerini çizdiğine, dile benden ne dilersen türünden böylesine uçuk ve yalan vaatlerde bulunduğuna bugüne kadar şahit olmamıştık.
Keriz yerine koydukları seçmenin oylarını Reis’e akıtmak için, çoktan boşalmış kesenin ağzı açıldı da açıldı.
İyi de seçmenin bir kısmı nankör (aslında uyanık). Ne verilirse verilsin, ne vaat edilirse edilsin bir türlü olmuyor; anket sonuçları, meydanlar, ülkede esmekte olan hava iktidarın içini rahatlatmıyor. Muhalefetin, özellikle de Güneydoğulu Kürt seçmenin yolunu kesmek için her türlü üç kağıt, sonucu garantiye alacak her türlü alavere dalavere çoktan hazırlanmış, -hatta yasalaştırılmış- olsa da iktidar sonuçlardan emin değil.
İşte o zaman; savaşçı, şoven Türk milliyetçiliği, fütuhatçı, yayılmacı hayaller sokuluyor devreye. Vatan, millet, bayrak, beka, istiklâl, şehitlik, düşman, vb. ajitasyonları eşliğinde, kitleler en zayıf noktalarından, korkularından, inançlarından, kutsallarından vurulmak isteniyor.
Savaşı, ölümü, çatışmayı oya tahvil etmek
Erdoğan ve partisi, beka sorunu kandırmacasıyla kendi bekalarını ve iktidarlarını garantilemek için Türkiye’yi yıllardır savaş atmosferinde, çatışma ikliminde ve yedi düvele düşmanlık ruh hali içinde yaşatıyorlar. Kürde düşmanız, Batı dünyasına düşmanız, Yunanistan’a düşmanız, hatta “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” tekerlemesi bile geçersiz artık, makbul olmayan muhalif Türk bile “yerli ve millî” makbul (siz Erdoğancı anlayın) Türk’e düşman.
AKP-MHP koalisyonunun söylemi de eylemi de çatışma, savaş, kan, ölüm üzerine kurulu. Erdoğan’ın, hele de ciddi psikolojik vaka haline geldiği televizyon ekranlarındaki görüntülerine bile yansıyan Bahçeli’nin ağzından yerle bir etmek, yok etmek, ezmek, kökünü kurutmak, yakmak, yıkmak, öldürmekten başka tek bir sözcük çıkmıyor. Barış istemek, çocuklar ölmesin demek, bu savaşçı saldırgan siyasete karşı çıkmak, hapislik suç.
Onlarca defa yazdım: Bu gergin, saldırgan, savaşçı atmosfer, iddia ettikleri gibi ülkenin değil, iktidarın beka’sı için hazırlandı. Büyük yalanlarla, algı operasyonlarıyla, provokasyonlarla, gerçekler tahrif edilerek, korku ve güvensizlik yaratılarak kitleler “Kurtarıcı Reis”e mahkûm edilmeye çalışıldı. Bir ölçüde başarıldı da.
Cumhur İttifakı ortaklarının (nedense ittifak dışı kalan Perinçekgilleri de ekleyin) genlerine işlemiş Kürt korkusu ve Kürt düşmanlığı, fütuhatçı Osmanlıcı hayallerle takviye edildi. Teröristleri ininde vuracağız, diyerek komşu ülkelerin, Suriye’nin, Kuzey Irak’ın topraklarına girildi. Oralarda, tam sayısını bilmediğimiz kadar insanımız şehit olurken, o toprakların halkından, silahlı silahsız binlerce insan öldürüldü. (TSK’nın sadece Afrin harekâtı için verdiği etkisiz hale getirilen sayısı, son olarak 5 bin 603’tü)
Erdoğan-Bahçeli faşizan ittifakı; başları her sıkıştığında, toprağın ayaklarının altından kaymaya başladığını hissettiklerinde, “Allahın lütfu 15 Temmuz darbesi” umacısı işe yaramaz olduğunda, “ülkemizi ve beka’mızı tehdit eden dış düşmanlar, sınırlarımızın ötesindeki terör yuvaları” gerekçesiye, komşu ülkelerin topraklarına operasyonlara ve nihayet oralara bayrak dikmeye, yani fetih gösterilerine başvurdu.
Ne tesadüf, 16 Nisan referandumu arifesinde Afrin fethedildi, şimdi önümüzdeki hayatî seçimlerin arifesinde sırada Sincar var, Kandil var. Erdoğan’a ve ortağına, oya tahvil etmeyi planladıkları bir zafer (!) daha gerekiyor.
Kandil bir yer değil, bir semboldür
Bölgeyi bilenlerden duyduğum, öğrendiğim kadarıyla Kandil bir dağdaki PKK kamplarından ibaret değilmiş, Kuzey Irak’ta, üzerinde yüzlerce köy olan koskoca bir bölgeymiş. Başbakan Yıldırım, seçim konuşmalarında, “….daha da aşağılara gideriz, Sincar’a, Kandil’e, gerekirse 80 kilometre içeri ilerleriz” diyor babasının çiftliğinde dolaşır gibi. Hükümet yetkilileri ve tabii ki Erdoğan çok yakında bölgenin ele geçirileceğini muştularken, (zaten aylardır, yıllardır süren) hava operasyonları televizyon ekranlarına, haber portallerine düşüyor. Afrin’in fethi, 16 Nisan referandumunun “evet” oyu öksesiydi; Kandil’e dikilecek bayrak ise hesaplara göre Cumhur İttifakı’na ve Erdoğan’a oy olarak dönecek. Çünkü Kandil bir sembol: PKK’yi simgeliyor. Böylece Reis, terörü yenmiş olacak, oylar da sandığa akacak.
Bu defa yanılıyorsunuz beyler
Afrin harekâtının beklenen oy artışını sağlamadığı bütün kamuoyu yoklamalarının ortak bulgusu. AKP ve Reis’in kemikleşmiş yüzde 27-30 oy oranı dışında bu kof hamaseti artık pek ipleyen yok. Yabancı ülkelerin topraklarında, ora halkları perişan edilerek kazanılan zaferlerden daha önemli sorunları, sıkıntıları var Türkiye insanlarının. Çevremde; yakın zamana kadar bu soruları sormayan, propagandaya aldanıp iktidarın savaşçı, militarist, istilacı siyasetini PKK terörüyle savaş sanan kişiler, şimdi “Oralardan bize hangi doğrudan tehdit geliyor ki! PKK terörüyle savaşacaksan sınırlarını korursun, demokratik, barışçı Kürt siyasal hareketiyle çözüm ararsın” demeye başladılar.
Kuzey Suriye’de, Rojava’da, Kuzey Irak’ta, Afrin’de, Sincar’da, Kandil’de yürütülen her operasyon can alıyor, ölümlere yol açıyor ve ölenler Türkiye Kürtlerinin akrabaları, oğulları, kızları, tanışları… Dört parçaya bölünmüş aynı halkın çocukları onlar. Teröristleri yok ediyoruz, son terörist de etkisiz hale getirilene kadar, vb. söylemler, nüfusumuzun yüzde 20’ye yakınını oluşturan Kürt halkında sadece tepki, isyan, kopuş yaratıyor. Savaş sürdükçe, halk zulüm gördükçe, şehirleri yakılıp yıkılıp boyun eğmeye zorlandıkça, ne yazık ki “son teröristler” anaların rahminde gelişiyor.
Nereye bayrak dikerseniz dikin, sandığınız gibi size oy olarak dönmeyecek beyler. Bayraklar kendi ülkelerinde dalgalandıkça, birleştirici oldukça, barışı hatırlattıkça anlamlıdır, saygındır. Bayrağı oy toplamak için yem olarak kullanmak ise, bayrağa da, vatana da, millete de ihanettir.