Türk dilinin büyük ustalarından Oğuz Atay Tutunamayanlar’da dilde olmayan bir kelime icat eder: “Reis-i cumhurbaşkanı.” Bunun 24 Haziran sonrasında Tayyip Erdoğan için uygun ve yakışık alır bir unvan olduğu kanısındayım. Aynı zamanda Tayyip Erdoğan siyasi felsefesinde “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin girdiği kılığı da özetliyor. Hattâ “Türkiye Reis-i Cumhurbaşkanı Prezidan Erdoğan” da diyebiliriz.
Seçim öncesi günlerinde genel manzara Erdoğan’ın böylesine net bir şekilde kazanacağına dair sinyaller vermiyordu. Onun için de sonuçlar birçokları açısından sanırım bir hayli şaşırtıcı oldu.
Erdoğan’ı seven kesim sevindi, bizler bir kere daha hayal kırıklığına uğradık. Lafı fazla dolandırmadan, biz muhaliflerin buradan çıkaracağı “olumluluk” vesileleri var mı, buna bakmaya çalışayım.
Bence muhalefet bu seçim döneminde isabetli davranmıştı. Böyle deyince ve sonuca da bakınca “Demek isabetli davrananı toplum cezalandırıyor” demek de mümkün; ama siyaset dünyasında siyasi eylemin kendisiyle toplumdaki yansıması arasında bazen epeyce de uzayabilen bir gelişme oluyor.
Nedir “isabetli” dediğim? “Başarılı bir işbirliği” diyeceğim. Ortak hareket edebilme yeteneği. Halk Partisi’nin İyi Parti’ye “grup kurma” konusunda yardım eli uzatması bence böyle bir olaydı, iyiydi. İş ikinci tura kalsa, Erdoğan’ın rakibi kim olacaksa onu desteklemek konusunda anlaşmaya varılması da iyi olaydı ama oraya kadar gelinemedi. Buna karşılık HDP’li olmayan birçok kişinin barajı aşması için HDP’ye oy vermesi gene bu seçimin olumlu davranışlarından biriydi.
Muharrem İnce’nin başarılı bir kampanya yürüttüğünü düşünüyorum. Demirtaş ziyareti, Hakkari başlangıcı iyiydi ve klasik CHP tavırlarından farklıydı. Ama mütedeyyin kesime karşı benimsediği tavır bence bundan da önemliydi. Genel olarak sık sık dile getirdiği “Herkesin Cumhurbaşkanı” sloganı, düşmanlık yaratmayı hedef alan stratejisi iyi ve doğruydu. Demin söylediğim gibi bunlar şu aşamada somut sonuç (yani somut “oy”) getirmedi, ama bunlar vakit alır.
İnce kendisi de söylüyor ya, kırk yıldır CHP adına yüzde 30’un üzerine çıkan bir şey ilk kez yapılmış oldu.
Bu durum CHP’nin bütünü üstünde ne etki yaratır, ne olur, bilemiyorum. Yani, daha güncel siyaset düzeyinde, parti-içi önderlik yarışı çerçevesinde ne getirir, bir tahminde bulunamıyorum. Ama Muharrem İnce’nin verdiği bu kararlar, izlediği bu rota ve sonuçta partisini aşan bir orana varmış olması, CHP’ye politika kurmak ve uygulamak konusunda bir esinlenme vermiş olsa diye temenni ediyorum. Tabii bu temenni Yalnız CHP ile sınırlı değil. Bu toplumda ciddi bir eksiklik olan “demokrat-sol” için genel bir temenni.
Kampanya boyunca Muharrem İnce’nin mitingleri, canlılığıyla, çok kişinin ilgisini çekti; umutlarını da kabarttı. Bu katılımın bütün ülkede seçimi kazanmaya yetmediğini gördük. Gördük de, o coşku herhalde buharlaşıp gitmedi. Onu yaratan insanlar da ülkeyi terk etmediler, oradalar. Bu başlangıçlar ve bu birikimler üzerine yeni şeyler bina edilebilecek zeminlerdir; ama ihmal etmemek, ardını bırakmamak gerekir.
AKP oyu yüzde kırk ikiye inmiş (milletvekili seçiminde.) Demek ki MHP ile ittifak kararı AKP açısından doğru bir kararmış (ayrıca, eriyip yok olan bir MHP de yokmuş.) Referandumdan bu yana, AKP’nin yeniden havalanacağına dair bir işaret yok.
Ve son olarak da Kasım seçiminden bu yana en olağandışı baskı ve zulme tabi kılınan HDP’nin bütün bu uygulamaya rağmen yüzde on barajını aşmış olması sevinilecek olgulardan biri.
Şimdi bir bakıma hepimizin “acemi”si olduğumuz bir siyaset zeminine girdik. Şimdi bir “Reisicumhurbaşkanı”nın baş rolde olduğu bir siyaset sahnesi açılıyor. Kolay gelsin, cümlemize!