Fotoğrafların Gör Dediği…

-
Aa
+
a
a
a

Gazeteci ve yazar Şahin Alpay'ın eşi Fatma Alpay'ı kaybettik. Kendisini, geçtiğimiz Mart ayında, Şahin Alpay'ın 20 aylık tutukluluktan sonra ev hapsi kararıyla tahliye edildiği güne ait bir fotoğraftan yola çıkarak Karin Karakaşlı'nın yazdığı bir yazıyla anmak istedik.

Kaynak: Gazete Duvar (22 Mart 2018)

Bu dönemde haksız hukuksuz hayatına kastedilenlerin rehin tutuldukları hapishanelerden çıkma anlarının fotoğrafları var önümüzde. O ilk kucaklaşmalar, isyanlı, kırık dökük, eksik bir mutluluk. Çünkü adaletsizlik günlük hayat parçası olmuş, kahreden bir leitmotif.

Kelimeler güvenilmezdir. En mahir şekilde kullansan da karşındaki alıp çarpıtmaya, bir yerlerinden eğip bükmeye, bağlamından koparmaya yeltenebilir. Yeltenmek ne kelime. Kişilik katlinin vaka-i adiye olduğu memleketimizde sonu gerçek cinayete varan nice örneği yaşanmıştır. Her Allahın günü ev baskınları, gözaltı ve tutuklamalara gerekçe edilen haliyle yaşanmaya yani öldürmeye devam ediyor.

Kelimelerin başına bunlar gelir de fotoğraf orada öylece durur. Bazen hani dilimiz başka gözümüz başka konuşurken, fotoğraf bu çelişkinin orta yerine düşen gerçeğimizi kaydeder. Propaganda filmlerinin şatafatlı cümlelerinin orta yerinde biri öyle bir bakar ki kameraya, nasıl bir zulüm yaşandığını görüverirsiniz.

Fotoğrafların kimi hiç çekilmez, onlara belleğe kayıtlı an resimleridir. Hani ölmeden önce ve ölünceye kadar bir bizim gözümüzün önünde oynayan bir filmin kareleri… Bazısı da yaşandığı anda yakalanır ve ölümsüzleşir. Bu dönemde haksız hukuksuz hayatına kastedilenlerin rehin tutuldukları hapishanelerden çıkma anlarının fotoğrafları var önümüzde. O ilk kucaklaşmalar, isyanlı, kırık dökük, eksik bir mutluluk. Çünkü adaletsizlik günlük hayat parçası olmuş, kahreden bir leitmotif. Onun önünde, olağanlaşması mümkünsüz bir şeylerin içerisinde her şey gayet sıradanmışçasına yaşamaya çalışmak zul gelen bir şeyler var. Birilerimize.

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), ikinci kez hak ihlali kararı verdiği tutuklu gazeteci Şahin Alpay, İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nce 20 aylık tutukluluk sonrası ev hapsi kararıyla tahliye edildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de Şahin Alpay ile gazeteci ve yazar Mehmet Altan’ın “özgürlük, güvenlik ve ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiği” kararına vardı.

Tahliye edildikten sonra cezaevi çıkışında ailesiyle bir araya gelen Alpay, pek çok tutuklunun ortak duygusuna tercümanlık ediyordu: “Aileme kavuştuğum için fevkalade mutluyum ama özgürlüğüme kavuştuğumu söyleyemem. 20 ay çok zor geçti. Çıktığım zaman da arkada kalan ne terörizm ile ne darbe ile ilgisi olmayan binlerce insan var. Onlar özgür olmadıkça Türkiye’nin de özgür olamayacağını düşünüyorum.”

Özgürlük çok başka bir şey. Ekmeğin, suyun zaruriliğinde ve doğallığında. Mahkumiyetle gitmeyen, serbest bırakılmakla kavuşulmayan bir şey. Adalete göbek bağıyla bağlı. Birilerimiz için.

Sonra elime bir fotoğraf geçti. Şahin Bey ve eşi Fatma Hanım’ın fotoğrafı… Birbirlerine bakıyorlar. Ta içine. Fatma Hanım’ın yüzünde tarifsiz bir tebessüm. Yıllarla sınanmış bir yol arkadaşlığında atlatılmak zorunda kalınan bir badirenin izdüşümü. Ve başka bir şey daha. Fatma Hanım’ın yüzündeki o asalet. Hani artık tedavülden kalkmış olan, handiyse bir manevi değerden ziyade ayak bağı telakki edilen şey. Bir dönem hikâyesi. Eski zaman, farklı mekân bilgisi. Bir terbiye. Hiçbir okulun öğretemeyeceği…

Kat çıkıla çıkıla başı arşa değen apartmanların arasında çekilmemiş diş misali kalan, kısmen yıkık evlerin cumbasında hayal gibi bir kadın sureti görülür bazen. Saçı topuzundan dağılmış, gözleri uzaklara bakan. Bu hayatta bu zamanda hükmü yokmuşçasına. Anıları bile dinlenmeyen. Bir de bu fotoğrafı gördüm zihnimde. İhtimal ki türlü erdemler enayilik sayılırken hissettiklerimin etkisiyle.

Sonra Doris Akrap ve Daniel-Dylan Böhmer’in taz ve Welt’te yayınlanan Deniz Yücel söyleşisine baktım. Şöyle diyordu Deniz: “İçerideyken hep şunu düşünüyordum: Bu bitecek. Birkaç ay daha az ya da çok sürmesi, önemsiz değildi. Ama daha önemlisi şuydu: Çıkınca nasıl bir halde olacağım? Beni yıpratmalarına izin vermemeliydim. Sesimi kesmek istediler, beceremediler. Sesimi duyurmanın yollarını buldum. Röportajlar verdim, gazeteme makaleler yazdım. Kesintisiz bir şekilde sesimi yükseltmem, benim için bir tür terapiydi. Aynı zamanda, bir sene boyunca iddianamesiz tutulmanın bir nevi telafisiydi… Hiçbir şey unutulmuş değil; hiçbir şey affedilmiş değil. Ama öfkemi cezaevinde bıraktım. Bence, seni yıpratmalarına izin vermemenin bir parçası da kin tutmamaktır. Öyle olsa onlar kazanırdı.”

Unutmuyorum. Affetmiyorum. Hiçbirini. Hiç kimseyi. Sadece kim olduğumu unutmamak ve kendimi affetmek zorunda kalmamak için bunca kötülüğün içinden iyiler seçiyorum. Ruha, bedene, zihne, kalbe şifası dokunan bir şeyler. Sevgiyle kucaklaşabileceğin kimseler. Azlar. Ve o yüzden giderek daha kıymetli.

En güzel fotoğrafları topluyorum belleğimde. Her şey yalan olduğunda hatırlanacak bir hakikat kalsın diye.