Biraz dinlen

-
Aa
+
a
a
a

AKP’nin meşhur metal yorgunluğunun sadece bir iki belediye başkanının görevden alınmasıyla giderilemeyecek kadar yoğun olduğu anlaşılıyor. 

Kaynak: Cumhuriyet (25 Nisan 2018)

2002’den bu yana memleketi yöneten parti, baştan aşağı yorgun ve bitik. İstanbul ve Ankara belediyeleri adını kimsenin bilmediği iki atanmış memur tarafından yönetiliyor. Ekonomi çökmüş, Cumhurbaşkanı sağduyulu açıklamalar yapan bakanı kamuoyunun önünde azarlıyor. AKP, azarlayıp bağırmak haricinde bir cephanesi kalmamış, gelecek vaat etmeyen, ülkenin yakında geride bırakacağı bir geçmişinin temsilcisidir artık. Hemen bu haziranda olmasa da sonu bellidir ve mukadderdir. 
CHP’nin akıllı ama çok da sürpriz olmayan hamlesiyle İYİ Parti’nin seçime girmeyi ve Cumhurbaşkanlığı’na aday göstermeyi garantilemesinin iktidar çevresinde yarattığı panik hali normal midir? Akşener’i küçümsemek ve görmezden gelmek yerine acemi gibi endişesini gizleyememek de metal yorgunluğunun bir habercisi değil mi? 
İktidar blokunun İYİ Parti’yi seçime sokmama ya da en azından Akşener’in aday olmasını engellemek gibi bir planı olduğu açığa çıkmadı mı? Bu kadar az zamanda, usul kuralları hâlâ tespit edilememiş şekilde, 100 bin imzanın toplanmasının neredeyse imkânsız olduğu da ortada değil miydi? 
Koca bir AKP-MHP ittifakının bütün hesaplarını bir partinin seçime girmemesi ya da aday gösterememesi üzerine kurması bir hayli acıklı. Daha ilginci bu zavallı hali gizleyemeyecek kadar sarsılmaları. 
Şimdi karşımızda bir hayli tuhaf bir durum var. Muhalefetin aday ya da adayları ne söyleyecek? Ana temaları parlamenter rejime dönüş mü yoksa icracı başkanlık mı olacak. Şayet ilkiyse bunun için Meclis’te anayasayı değiştirecek bir güce de erişmeleri gerekiyor. Başkan seçilen siyasetçinin elindeki gücü bırakması da çok gerçekçi değil. Fransa örneği belli. Yıllarca başkanlığa karşı çıkan Mitterand’ın başkan seçilince elindeki siyasi imkânlara nasıl sarıldığı biliniyor. 
Aksini umsam da Türkiye’de bir iktidar değişikliği olsa bile başkanlıktan dönüleceğini zannetmiyorum. Ancak bu getirilen berbat bir rejim. Parlamenter rejime geçilmese de denge ve denetleme mekanizmalarıyla bu kişiye özel yaratılmış rejimin acilen tadil edilmesi şarttır. 
Latin Amerika’da askeri diktatörlüklerden demokrasiye geçişlerde bir hayli ilginç ittifakların kurulduğunu biliyoruz. Demokrasiye geçişte askeri cuntanın bazı küskün üyelerinin dahi çok önemli roller oynadığı da tarihi bir hakikat. Daha önce bir araya gelmesi düşünülemeyen siyasi eğilimlerin ortaklaşması Latin Amerika’nın diktatörlüklerden kurtulmasının anahtarı olmuş. 
Bir askeri diktatörlükte yaşamıyoruz. Ancak herhalde içinde yaşadığımız rejime özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasi diyecek tek kişi dahi yoktur. Zamanın ruhu bütün dünyada otoriterlikten yana gözüküyor. Ancak bu ileriye hamle yapmak üzere olan yeni dünyanın gördüğü reaksiyoner bir dalga. Geçicidir. Bir yerde kırılacaktır. 
Dünyadaki bu dalganın ilk kırıldığı yer Türkiye olursa, işte o vakit memleketimiz gerçekten bir rol modeli olur ve uluslararası planda hiç beklenmedik bir itibar ve kudret kazanır. 
Tarihin kırılma anlarından birinden geçiyoruz. Bu iflas etmiş siyasi anlayışın geleceğe atılmamızı daha ne kadar önleyeceğini göreceğiz. Gidişat bellidir, sadece zamanı belirsizdir. 
İktidar artık paçalarımızdan çekiştirerek ilerlememizi durdurmaya çalışan endişeli ve sinirli bir adamdır. Artık bir köşeye çekilip dinlenmesinin vakti gelmiştir.