Açık Dergi'nin içindeki Kulis Sesleri'nde bu hafta Bircan Yorulmaz, Semaver Kumpanya’nın 15.yıl oyunu olan, bu yıl 2. Sezonunu oynayacak “Mağrur Fil Ölüleri” ekibinden yönetmen Volkan M. Sarıöz, oyuncular Sezin Bozacı ve Sarp Aydınoğlu ile konuştu.
Yeni sezon başlarken benim geçen sezon izleme fırsatı bulduğum Mağrur Fil Ölüleri ekibi ile birlikteyiz. Semaver Kumpanya’nın sahnelediği oyunu Hakan Tabakan yazmış, Volkan M. Sarıöz yönetmiş, Sezin Bozacı, Sarp Aydınoğlu, Uğur Senkeri ve İbrahim Barulay oynamışlar. Yönetmen Volkan Sarıöz, oyuncular Sezin Bozacı ve Sarp Aydınoğlu ile konuştuk.
“Bütün bunlar özellikle seçilmiş değiller ama zaten sizden bahsetseydik ya da sokaktan geçen iki kişiden bahsetseydik, samimiyetle onlara yaklaşsaydık, evlerine girseydik, onlarda da Cahit ve Belkıs’ı bulacaktık. Cahit ve Belkıs’ı ayağımıza uydurduğumuz bir ayakkabı gibi düşünmemeliyiz.”
Bircan Yorulmaz: Merhaba, bize Mağrur Fil Ölüleri'ni anlatır mısınız? Hikâye nedir? Sizler oyunda kimsiniz?
Volkan M. Sarıöz: Oyunu Hakan Tabakan yazdı. 69’u 70 yılını bağlayan gece, bir çift, karı koca. Dışarı çıkmak, arkadaşlarına gitmek istiyorlar. Çıkalım mı, çıkmayalım mı derken, bir türlü çıkamıyorlar. Ve onların çıkamamaları üzerinden, içine sıkıştıkları bir tarihi bir dönemi, geçmişi, geleceği, istekleri, arzuları, sıkıntıları ve bütün bunların sadece onların kapıyı açıp, çıkmaları üzerine kurulduğu bir hikâye izliyoruz.
Sarp Aydınoğlu: Cahit bir üniversitede hocalık yapan, aynı zamanda bir yayınevi olan, eşi Belkıs’la üniversitede tanışıp daha sonrasında evlenmiş bir çiftin erkek tarafı oluyor. Cahit o gece dışarı çıkmak konusunda pek istekli değil, bütün geceyi, bütün yılbaşı gecesini Belkıs’la beraber geçirmek istiyor. Oyunun üstten akan böyle bir hikâyesi var ama bütün bu çıkacağız, çıkamayacağız durumu içinde gel- gitleri ile beraber kendi evliliklerini ailelerini ve hayatlarını sorguladıkları bir geceye dönüyor onlar farkında olmadan. Oyunda bir yerde laf olarak da geçiyor: Pandora’nın Kutusu açıldı, bırakalım saçılsın bütün kötülükler ortaya diye. Bu arada aslında 4 kişilik bir oyun bu; Uğur Senkeri ve İbrahim Barulay ile beraber oynuyoruz. Cahit Belkıs’a bir yılbaşı hediyesi üzerine bir plan, program hazırlamıştır. Oyunda bu konu biraz muallakta da kalıyor. Daha sonrasında hamalların eve kutuyu getirmesi ve bu hikâyenin tersyüz olması üzerinden bir oyun oynuyoruz.
Sezin Bozacı: O gece aslında basitçe bir dışarı çıkma çıkmama problemi varsa da aslında Cahit ve Belkıs ‘ı buluyoruz. Aslında birbirinden çok faklı iki tip gibi duruyorlar, çok farklı uçlardalar, bir şekilde birbirlerini gerçekten seviyorlar. Diğer yandan biraz da bu üstünü örttükleri farklılıklar ve konuşmadıkları şeyler dışarı çıkmalar, çıkamamalar, anlaşamamalar biraz onları kitlemiş durumda.
BY: Yılbaşı gecesi birikmişler üzerine bir hesaplaşma gecesine dönüyor diyebiliriz sanırım.
Sezin Bozacı: Evet, aslında bazı şeyleri ilk kez o gece o kadar detaylı konuşuyorlar. Birbirlerine karşı o kadar özenli ve hassaslar ki birbirlerini kırmamak adına kavga etmemek adına, saçma bir noktaya gelmişler. Aslında hiçbir şey konuşamaz hale gelmişler. Ve o gece bir şeyler patak veriyor ve olaylar gelişiyor. Neler konuşulduğunu çok da anlatmayayım.
Oyunda bir yandan Cahit’in babası Şefik Uzungece’nin ağzından adalet ve hürriyet kavramları üzerine konuşuluyor, diğer yandan toplumun seçimlerinin sonuçları tartışılıyor. Günümüz Türkiyesinde de bu tartışmalar çok yapılıyor. Proje seçiminin bunda etkisi oldu mu? Ardından proje nasıl şekillendi?
Volkan M. Sarıöz: Ayağına basılınca ah dersin. Başta bize Hakan’ın oyununu okuduğumuzda ilk düşündüğümüz şey ‘bu oyun tamamen Türkiye’yi anlatıyor, tamamen bugüne ait şeyler söylüyor’ olmadı. İlk düşündüğümüz hissettiğimiz, okuduktan sonra ertesi gün hikâyenin bizimle beraber geldiğini görünce, o bizi çekti. Hikâye sizinle gidiyorsa güzel bir şey vardır. Bizim sevdiğimiz o oldu. Hikâye birçok yönden, birçok şey anlatıyor. Dediğiniz gibi hürriyet ve demokrasi tartışması var, aydın kesimin ne olduğu ile ilgili bir tartışma var, eve kapanıp kitapların arasında yaşayıp, kendi içine kapanan, yalnızlığı anlatan bir Cahit üzerinden öyle bir yanı var. Öte taraftan kozmopolit bir ülkede yaşadığımızla ilgili bir yanı var. Karı kocanın dünyaları birbirinden ayrı ama bu ikisi bir şekilde
Bir ev bir anda ülkenin fotoğrafı olabiliyor. Kutu meselesi var, içinde modern dünyaya ait bir alet var, bulaşık makinesi. Fakat o bulaşık makinesini gelişi, modern çağın sesi eve geldiğinde onun yansımaları farklı oluyor, o dönüşüyor. Cahit’in babasının siyasi yönünün, Belkıs’ın babasının tam tersi yönü olmasının çatışması var. Bütün bunlar özellikle seçilmiş değiller ama zaten sizden bahsetseydik ya da sokaktan geçen iki kişiden bahsetseydik, samimiyetle onlara yaklaşsaydık, evlerine girseydik, onlarda da Cahit ve Belkıs’ı bulacaktık. Cahit ve Belkıs’ı ayağımıza uydurduğumuz bir ayakkabı gibi düşünmemeliyiz. Yani biz onları bu ülkeyi anlatmak için yaratmadık, yazar bunun için yaratmadı. Bu ülkeyi anlatan insanlar olmaları çok normal, çünkü burada yaşıyorlar.
Sarp Aydınoğlu: Bununla beraber projenin oluşumunda çok güzel bir şey oldu. Hakan Tabakan’la ilk defa çalışıyoruz. Oyunu okuduktan sonra, Volkan’ın da söylediği gibi hepimizin zihninde ertesi günlerde bir tortunun kaldığını fark ettik ve dedik ki burada bizi etkileyen bir şey var. Ve Hakan, oyuncular ve yönetmenle beraber çok güzel bir ortak diyaloğa girdi. Bizim birçok önerimizi dikkate alarak, önerilerimiz üzerine bir şeyler ekleyerek; mesela söylediğiniz hürriyet mi adalet mi tartışmasının olduğu bölümü oyuna sonradan ekledi. Orada bir eksiklik hissetmiştik, tamamlayan ve oyunun finale gitmesini sağlayan birkaç sahne daha ekledi. Hakan zaten hep öyle çalışırmış. Yazar, yönetmen oyuncu birlikte bir şeyle ürettik.
BY: Semaver Kumpanya’da başka oyunlarınız da var. Kısaca bahsedebilir misin? Bu sezon yenileri de var mı?
Sezin Bozacı: Devam eden oyunlarımız, Metot var; 7. senemize giriyoruz. Cimri var. Semaver ve Kumpanya var. Kuşlar var. Ayrıca iki yeni oyun da düşünüyoruz.
Volkan M. Sarıöz: “Işıklar Söndüğünde” diye yine Hakan Tabakan’ın yeni bir oyunu var. Bu kez bambaşka bir kulvardan bir oyunla geliyor. Kendisi adına bir viraj oluyor.
Sarp Aydınoğlu: Herman Koch isimli bir Hollandalı yazarın Türkçe’de de yayınlanmış “Akşam Yemeği” adlı oyunu yeni oyunumuz olacak. Ardından “Işıklar Söndüğünde” gelecek.
BY: Tiyatronun toplumsal ve kendi iç dinamikleri açısında Türkiye’deki durumunu nasıl görüyorsunuz?
Volkan M. Sarıöz: Valla ben Türkiye’de tiyatronun nerede olduğu ile ilgili pek düşünmüyorum. Ben kendim neredeyim, diye düşünüyorum. Ben ne yapıyorum tiyatroda. Benden önceki hocalarımın, benden önce tiyatro yapan hocalarımın hayatlarını okuduğumda ya da onlarla ilgili bir şeylerle karşılaştığımda hep gıpta ve özenle bakıyorum. Ve onların hayatlarında gerçekleştirdikleri şeylerin bir miktarını kendi hayatımda gördüğümde ya da görecek olma hissi oluştuğunda mutlu oluyorum. Ama onların bıraktığı yerden bir tık ileri götürüp götürmediğim konusunda öyle bir düşüncem yok. Böyle olmuyor bende. Kendi adıma söyleyebilirim bunu. Başkalarının yaptığı işleri eleştirmeyi de sevmiyorum. Tiyatro çünkü yaşayan bir şey. Bir tür proje değil. Yaşamla devam eden, kendi içinde kendine ait bir evrimi olan, yaşamı olan bir organizma gibi geliyor bana. Çünkü insanı anlatıyor, insandan, bizden bahsediyor. Her şeyimizden bahsediyor, hep böyle olmuş, böyle olacak. Tabii ki bir yerlere gidiyordur. Teknolojik olarak eskiden PC kullanıyorduk, şimdi LED’lere geçtik. Projeksiyon kullanıyoruz. Dekorda artık daha iyi malzeme kullanıyoruz, oyuncularımız artık daha samimi olabiliyorlar, daha farklı yerleri keşfediyorlar. Oyun yazarlarımız daha çok hikâyenin içindeler, daha çok geçmişten besleniyorlar, daha bilgeler, daha bilgililer.
Sarp Aydınoğlu: 20 sene öncesine göre daha çok yerli yazarın olduğunu görüyoruz. Daha çok yeni yazar var. Seyirci özel tiyatrolarla beraber, özellikle 7-8 senedir daha fazla destek oluyor. Bunlar hep birbirine etkileyen şeyler. AKM’nin kapanıp Aziz Nesin Sahnesi’nin gitmesi ile beraber Beyoğlu’nda tiyatronun, asıl merkezinde büyük salonların kapanması haliyle orada sahnelenmesi düşünülen bir sürü prodüksiyonun orada sahne almasını engelledi. Bu engellemede kendi içinde yeni bir dinamik oluşturmaya çalıştı, bu noktada ufak tiyatrolar daha fazla ortaya çıkmaya başladı. Bu anlamıyla bir hareket ve bereket durumu var. Ama gerçekten bu yılları 2010-2020 aralığının galiba bir süre daha sonra aslında ne kadar etkili olduğunu anlayacağız. Evet, çeviri metinler yapılıyor hale, biz de yapıyoruz. Dünyada bir sürü hadise, bir sürü mesele var. Ve bunlarla ilgili çeviri metinler devam ediyor. Ama bu ülkenin hikâyeleri kendine daha fazla yer buluyor. Bu anlamdan baktığımızda iyi bir şey.
BY: Son soru olarak; dinleyicilerimiz için Mağrur Fil Ölülerinin bilinen oyun takvimini açıklar mısın lütfen?
Sezin Bozacı: 28 Ekim Cumartesi 20.30 ve 29 Ekim Pazar 15.30
BY: Teşekkürler