Açık Yeşil’de Ümit Şahin, Ece Ünver ile sokak hayvanlarına yönelik yasa tasarısını, “uyutma” tartışmasını, barınakları ve çözüm yollarını konuşuyor.
Ümit Şahin: Açık Yeşil'deyiz. Ben Ümit Şahin.
Ömer Madra: Ben de Ömer Madra.
Ü. Ş: Destekçimiz Asu Rüya Pelvanoğlu'na teşekkür ediyoruz programı başlarken.
Bugün bir konuğumuz var, Ece Ünver. SemtPati Vakfı Genel Müdürü. Ece hoş geldin, günaydın.
Mâlum ne konuşacağımız; sokak hayvanlarına yönelik sistematik bir kampanya yürütülüyor son birkaç haftadır. Hükümet, bir grup insanın ortaya attığı belli olan bir gündemin peşine takılmış gibi görünüyor. Sokakta yaşayan hayvanları toplayıp öldürmek olarak özetlenebilecek bir "politika" tartışılıyor. Biz de bunu biraz konuşalım istedik Ece ile, hem de ne yapılabilir, ne yapmak gerekir ve bunu nasıl önleyeceğiz diye soracağız.
Şununla başlayalım, nereden çıktı bu hikaye? Şu anda bu kadar gündeme oturmasının nedeni ne?
E. Ü: Aslında tarihsel bir bağlamı var bunun. Nihayetinde bu bir anda gündem olmuş değil, uzun zamandır konuşuluyordu. Kamuoyu gündeminde lider hale gelmesi iki hafta önce -sanıyorum ayın on dokuzu- oldu. Bir basın kuruluşu dedi ki; AKP kulislerinde Perşembe günü sokak hayvanlarının, daha doğrusu köpeklerin toplatılıp barınaklarda bir ay içinde sahiplenilmediği takdirde de “uyutulduğu” bir kanun tasarısının meclise gireceği konuşuluyor. O günden beri pek çok siyasi figürün, sivil toplum kuruluşunun, ünlü isimlerin yaptığı açıklamalarla süren gündem, bir ileri bir geri gidiyor.
Ü. Ş: Daha çok sosyal medyada, sokak hayvanlarına karşı olan insanların -karşı nasıl olunuyorsa?- sürekli gündemde tuttuğu bir şeydi, değil mi, özellikle de sokak köpekleri üzerinden.
E. Ü: Evet özellikle sokak köpekleri üzerinden sürüyor tartışma. Birkaç sene önce, hatırlayan dinleyiciler olacaktır, Havrita adında bir uygulamayla başladı sokak köpeklerinin hedef gösterildiği ve toplatılmalarının istendiği kampanyalar. "Güvenli sokaklar" konseptinin araçsallaştırıldığı bir karşıtlık üzerinden devam etti süreç ve biz bugün bu noktaya geldik. Öte yandan, Türkiye'de sokakta yaşamak zorunda olan köpek nüfusu oldukça yoğun. Sık sık sorulan bir soru var; sokakta yaşayn köpek nüfusunu tam olarak bilebiliyor muyuz? Bilmiyoruz, bunun için yapılmış bir çalışma yok, bu konuda bilimsel bir çalışma yürütmenin de birtakım zorunlulukları var.
Ü. Ş: Tarım ve Orman Bakanı, başıboş köpek sayısı dört milyon demiş. Doğru mu acaba bu?
E. Ü: Dediğim gibi, bir bilimsel çalışma yok.Çeşitli modelleme yöntemleri kullanılıyor ama bu modelleme yöntemlerinin de kaynağına ilişkin herhangi bir açıklama yok. Dört milyon deniyor, altı milyon deniyor... Verinin kaynağı nedir sorusuna cevap bulamıyoruz.
Ü. Ş: Yine Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı'nın Twitter mesajından okuyorum; kendisi bütün argümanları sanki kendisiyle ilgili değilmiş gibi, biraz uzaktan sıralamış. Bunlardan biri ilgimi çekti: "Bilimsel verilere göre başıboş köpeklerin çoğalmalarının kontrol altına alınabilmesi bir sene içinde toplam sayının %70'inin kısırlaştırılması ile mümkündür. Ancak son beş yılda ortalama 260 bin, bir yılda en fazla 350 bin köpek kısırlaştırılabilmiştir."
Bu bir muhalifin hükümete yaptığı bir eleştiri sanki.
E. Ü: Aynen öyle. Bu niye böyle? Bu bir itiraf.
Elbette "neden" diye sormak gerekiyor bu itiraftan sonra. Neden böyle oldu?
Kanuna bakıyoruz; bu kanun 2024'ten beri yürürlülükte, 2021'de de küçük bir değişiklik geçirdi. 2004'ten beri yürürlükte olan kanun, sokakta yaşayan köpeklerin ve kedilerin nüfus kontrolü için bir yöntem benimsemiş. Bu yöntem de tüm dünyada bilimsel olarak kabul edilmiş yöntem. Yakala, kısırlaştır, aşıla ve yerine bırak yöntemi.
20 yıldır yürürlükte olan bir kanundan bahsediyoruz. Fakat kanunun uygulanmasında -Tarım Bakanı'nın da dile getirdiği gibi- sınıfta kalmışlar. Niye diye sormak gerekiyor burada. Bakıyoruz bugünün Türkiye'sine, bin 389 belediyeden yalnızca 290'ında geçici bakım evi var.
Geçici bakım evi günlük dilde kullandığımız barınak kavramının hem hukuki hem teknik anlamda doğru karşılığı. Geçici bakım evi yakalanan hayvanların geçici süreli olarak tedavi edildiği, kısırlaştırıldığı merkezler. Biz bin 389 belediyeden yalnızca 290'ında geçici bakım evi kurmuşsak zaten bu altyapıya sahip değiliz demektir.
Güncel tartışmalarda da şöyle ifade ediliyor; hayvanlar bulundukları yerden alınacak ve bu barınaklara götürülecek, otuz gün içinde sahiplenilmediği takdirde de öldürülecek.
Yalnızca 290 belediyenin geçici bakım evi varsa, hayvanlar nereye götürülecek? Nerede sahiplendirilmeye çalışılacak? Nerede uyutulacak?
Dolayısıyla bu argümanların gerçekte bir karşılığı olmayacak.
Ö. M: Ben de bir şey sorabilir miyim? Daha doğrusu iç içe geçmiş birkaç soru birden. Bir tanesi; kediler niye yok bu işin içinde? Sadece köpeklerden bahsediliyor. Kedilerin sayısı hakkında bir bilgi var mı? Çok daha az olduğu düşünülüyor mu? Neden bir sorun yaratmıyor?
İkinci soru da buna bağlı, "güvenlik"ten bahsediliyor sürekli olarak ama haberleri gündelik olarak takip etmeye çalışan bir programcı olarak çok da sık sokaklarda, şehrin içinde saldırıya uğrama haberine rastladığımı hatırlamıyorum ben. Bu güvenlik sorunu neden birdenbire ortaya çıktı?
Üçüncüsü de, bunca yani yıl sonra neden birdenbire ön plana geçti bu konu?
E. Ü: Son sorudan başlayarak geriye doğru gideyim ben. 5199 Sayılı Kanun elbette ki böyle bir ayrıma gitmiyor. 5199 Sayılı Kanun aslına bakarsanız sadece evcil türlere değil -evcil türler dediğimiz burada kedi, köpek ve kanuna göre de gelincik de- aynı zamanda yaban türlerine ilişkin de düzenlemeler içeriyor.
Köpekler yarı evcil, kediler evcil türler olarak kabul ediliyor. Bunların nüfus kontrolü için yapılması gerekenin de az önce de bahsettiğimiz formülasyon olduğunu söylüyor kanun. Bunlar bulundukları yerden alınacak, geçici tesislere getirilecek, aşılanıp kısırlaştırılacak, bulundukları yere bırakılacak.
Neden bu formülasyon öneriliyor diye baktığımızda da bunun arkasındaki bilimsel gerçeklere dönmemiz gerekiyor. Bunu en basit, havuz problemi olarak açıklayabiliriz. Havuz problemini de biliyorsunuz, musluğu kapatmazsak nihayetinde taşkını önlememiz de mümkün değil. Bugün Türkiye'de sokak yaşamak zorunda bırakılan kedi ve köpek sayısı çok yüksek ama bu yalnızca köpeklerin yarattığı bir nüfus problemi değil. Kültürel, politik, sosyoekonomik perspektiflerde bir sürü farklı bağlamı var. Mesela İstanbul gibi bir mega kentteki bir semtin köpek nüfusuyla hayvancılığın yoğun olduğu kırsal bir alandaki köpek nüfusu ya da sorunu birebir değil. Dolayısıyla bunların çözümleri de birbirinden farklı.
Bu nedenle yirmi yıldır bu kanunu neden uygulamadık, nasıl uygulayabiliriz ve bugün ne yapmalıyız, diye sormak gerekiyor.
Ü. Ş: İnsanların sahiplendikleri köpekleri veya kedileri bırakmalarının da bu nüfusun artmasında payı var mı?
E. Ü: Olmaz mı? Özellikle bazı cins türlerde. Kentteki ana sorunlardan bir tanesi bu. İnsanların çeşitli nedenlerle -bunlar dönemsel olarak veya kişiye göre değişiklik gösterebiliyor- daha önce sahiplendikleri ya da satın aldıkları köpekleri veya kedileri kitleler halinde terk etmelerinden de kaynaklanıyor sorun.
Bir kavram var burada; sahipli-sahipsiz. Bunun kelime anlamının karşılığına felsefik bir yerden girmeyeceğim. Sadece bir terminoloji olarak bakacağım. Sahipli bir köpek ile sahipsiz bir köpek arasındaki çizgi çok ince. Bugün bir köpeğin sahipli olması yarın sahipsiz olmayacağı ya da sahipsiz bir köpeğin de yarın sahipli olmayacağı anlamına gelmiyor.
Öte yandan, aslında mevzu sahipli veya sahipsiz olmaları değil. Bakım gören, birinin bakım yükümlülüğü altında bulunan köpekler de dahil olmak üzere, hayvanların kısırlaştırılmamış olmasından kaynaklanıyor durum.
Ev köpekleri açısından kısırlaştırma konusuna baktığımızda, bağlam çok çeşitleniyor. Dini inanışlar var, kültürel pratikler var, birtakım yanlış bilgiler var. Dolayısıyla insan bakımında olan köpeklerin de ciddi bir kısırlaştırma problemi olduğunu söylemek mümkün.
Ü. Ş: Tarım ve Orman Bakanı'nın Tweet'lerinden bir başka itiraf daha okuyacağım. Bu da resmen itiraf: Sağlık Bakanlığı verilerine göre evcil hayvanlar da dahil olmak üzere 2018-2022 yılları arasında -bildiğim kadarıyla o dönemde de AKP hükümeti vardı- kuduz riskli temas sayısı ortalama 267.000 iken 2023 yılında bu sayı iki katına yakın artarak 438.000'le ulaşmıştır.
Niye ulaştırdınız? Tabii birinci soru. Kuduz riskli temas dediği de koruyucu olarak kuduz aşısı yaptırmak zorunda kalan insanlar üzerinden hesaplamışlardır muhtemelen. Buna niye yol açıyorsunuz? Buna yol açmanızın nedeni tabii ki hayvanları aşılamamanız her şeyden önce. Kısırlaştırmamak da bir şey ama aşılamamanın da bir payı yok mu?
Sokaktaki hayvanlar, köpekler aşılanıyor mu şu anda gerçekten?
E. Ü: Kanunen zaten, 5199 sayılı kanunda demin de söylediğim gibi; yakala, aşıla, kısırlaştır ve yerine bırak uygulanmalı. Bu kuduz mücadele planlarının da en temelini oluşturuyor.
Ü. Ş: Yani kısırlaştırılmayan hayvan aslında aşılanmamış da oluyor.
E. Ü: Bunun istisnaları olabilir, aşılama yerinde de yapılabilen bir uygulama olduğu için bunun istisnaları çeşitli bölgelerde farklılık gösteriyor olabilir. Fakat bakanın söylediği nokta üzerinden, "kuduz temaslı" konsepti üzerinden gidersek, bu aslında farkındalığın arttığına dair çok önemli bir gösterge. Bu kötü bir şey değil. Sahipli ya da sahipsiz, aşılı olduğu kesin bilinen ya da aşılı olup olmadığı bilinmeyen hayvanlar tarafından -ki buna kediler, köpekler, keçiler, koyunlar, atlar, yaban hayattaki diğer hayvanlar dahil- bir şekilde ısırılmış insanların ya da açık yarası varsa buna maruz kalmış insanların koruyucu olarak kuduz aşısı olması kötü bir şey değil. Bunların tamamının da kuduz vakasına dönüştüğünü söyleyemeyiz.
Ü. Ş: Belli mi Türkiye'de kuduz vakaları? Bellidir muhtemelen.
E. Ü: İstatistikler var. Bu istatistikleri ilgili tarafların açıklaması doğru olur ama bu istatistiki verilerde geriye doğru gittiğimizde şu ayrım yok; kediden mi kaynaklandı, köpekten mi kaynaklandı, sahipli bir köpek miydi, sahipsiz bir köpek miydi?
Veriyi geriye doğru, sorunun kaynağına doğru kıran bir mekanizma yok. Yok derken en azından kamusal ve açık alanda erişebildiğimiz bir şekilde yok.
Ü. Ş: Sağlık statistikleri zaten şeffaf değil Türkiye'de. Ama mesela Dünya Sağlık Örgütü'nün kuduzla ilgili yaptığı çalışmalarda, yayınladıkları raporlarda Türkiye en riskli ülkelerde görünmüyor. Tamamen bittiği bir ülke de değil tabii. Öyle görünüyor. Görülme sıklığının düşük olduğu ülkelerden biri olarak görünüyor ama bir sayı vermiyorlar. Türkiye'deki kuduz vakası sayısı, insan kuduz vakası sayısı gibi...
E. Ü: Geçmiş yıllarda açıklanıyordu bu veri, birkaç eski haberde buna erişilebiliyor. Bir de kuduz tartışmasını şöyle bir bağlama oturtmanın ben önemli olduğunu düşünüyorum; ayın on dokuzunda bu tartışma ortaya çıktığı zaman hiçbir yetkili kuduzdan bahsetmedi aslında.
Biz bu tartışmayı toplumsal muhalefetin güçlendiği ve insanların köpeklerin öldürülmesine karşı bir toplumsal muhalefet gösterdiği bir noktada duymaya başladık.
Kuduz böyle popülist söylemlerin içerisine sadece bir cümleyle geçirilebilecek ve insanları korkutacak bir rahatsızlık değil. Çok zorlu bir zoonotik hastalık. Türkiye'nin tabii ki kuduzla, sadece kuduz değil aslında tüm zoonotik hastalıklarla, mücadelede bir acil eylem planı olması gerekiyor.
Bu acil eylem planları geçmişte vardı, hani bugün neredeler gibi sorular sorulabilir. Diğer taraftan da şunu belirtmek çok önemli Ümit; Dünya Sağlık Örgütü'nün de arasında olduğu insan sağlığı, hayvan sağlığı kuruluşlarının hedeflediği bir şey var: 2030 yılında kuduzu yeryüzünden silmek. Bunun için de belirledikleri stratejik öncelikler, stratejik planlar ve yaklaşımlar var.
Ü. Ş: Onların arasında köpekleri uyutmak yok. Ben baktım ona.
E. Ü: Buradaki uzman görüşlerini ve yapılan araştırmaları biraz daha detaylı incelediğimizde tam tersi bir yaklaşım görüyoruz. Diyorlar ki, kuduzla mücadele çalışmalarında yapılabilecek en kötü şeylerden bir tanesi de köpeklerin toplu şekilde ortadan kaldırılmasıdır. Bu geri teper. Aşılama çalışmaları da durur. Şimdi tartışmayı başa alalım, hükümet çeşitli açıklamalar yapıyor; hayvanları biz otuz gün toplayacağız ve 30 gün içerisinde sahiplendirilmediği takdirde uyutacağız. Şimdi şu soruyu sormak çok önemli eğer kuduz ortaya atıldıysa, bu sırada sahadaki köpekleri aşılamaya devam edecek misiniz? Madem kuduzdan bahsediyoruz. Aşılamaya devam edecek misiniz? Kısırlaştırmaya devam edecek misiniz?
Ü. Ş: Tabii, ikisi birbiriyle çelişir. Dolayısıyla yapmayacakları çok açık.
E. Ü: Evet, o zaman kuduzla mücadelede samimiyetten de bahsediyorsak ve Dünya Sağlık Örgütü'nün de arasında bulunduğu örgütler bu işin yolu aşılamadır demişse samimiyetle bu yolu takip etmemiz gerekiyor.
Ö. M: Ben bir de tarihsel bir olaya dönmek istiyorum. Yüz on beş yıl kadar önce Hayırsız Ada diye adlandırılan bir çok vahim bir olay var. Sivriada'ya 1910 yılında gönderilen, orada toplu şekilde adaya bırakılan köpeklerin tamamının açlıktan veya birbirlerini yiyerek öldüğü bir olay var. Haytap Hayvan Hakları Federasyonu'ndan da gayet ayrıntılı açıklamaları vardı bu konuda. Hayırsız Ada toplu sürgün ve katliamı diye geçiyor. 3 Haziran 1910'da başlamış.
Ü. Ş: Daha modern görünümlü bir yöntemle yeni bir Hayırsız Ada faciası yaratmak aslında.
Ö. M: Bana da öyle geliyor. Hayırsız Ada diye adlandıran da bu projeydi.
Ü. Ş: Hayırsız Ülkeye dönüşecek ülke bu olursa.
E. Ü: Sadece Türkiye'de değil aslında, tarihsel olarak evcil türlerin -başta köpekler olmak üzere- kitlesel olarak öldürüldüğü, katledildiği pek çok örnek var. Bunlardan Türkiye'de sanıyorum en meşhurlarından bir tanesi de Hayırsız Ada, hikayesinin detaylarına girmeyeceğim. Köpeklere bunu yapmanın uğursuzluk getirdiğine ve felaketlerin de böyle başladığına dair inanışlar nedeniyle adı Hayırsız Ada oluyor.
Bakanın ifade ettiği sayıyı kabul edecek olursak -dört milyon- bu bir katliam. Bu bir katliam, bunun adını doğru koymak gerekiyor. Tarihimizde bu kadar büyük bir Hayırsız Ada katliamı varken bir taraftan da her gün özellikle köpekler kent dışına sürülüyor. Bunlar gerek yerel yönetimlerin aracılığıyla yapılıyor olsun gerek insanların yaptığı şeyler olsun... İstanbul ölçeğinde bakacak olursak, biz belki kent içerisinde çok az sayıda köpek görüyoruz, kent merkezlerinde ama Beykoz, Tuzla, Kartal, Arnavutköy, Çatalca gibi kentin daha periferisine gittikçe kentten sürülmüş köpekleri görüyoruz. Saha çalışmalarında bizim rastladığımız şeylerden bir tanesi de buydu, Sakarya'dan da köpek var bu sınırlarda, Tekirdağ'dan da köpek var.
Ü. Ş: Bir şey sorabilir miyim? Bu kentin çeperlerine sürülme meselesi, toplanıp barınaklara alınıp kısırlaştırıldıktan sonra dışarıya bırakma mı, nasıl sürülüyor köpekler?
E. Ü: Yani bunun pek çok bağlamı var. Bu belediyeler tarafından da yapıldığı iddia edilen, küpelerine bakılırsa doğru olabileceğinden şüphe ettiğimiz de bir şey.
Ü. Ş: Belediyeler toplayıp başka ilçeye...
E. Ü: Herkes sorunu birbirinin halısının altına süpürüyor diyebiliriz bunu. Bunu sadece İstanbul değil, her yer için söylüyoruz. Tabii küpelenmişse en azından hangi belediye tarafından küpelendiğini takip etmek ve buna dair bir sayı çıkarmak mümkün.
İkincisi, insanlar tarafından da sürülüyor köpekler, yani biz mahallede istemiyoruz bunları diyor. Bir grup alıyor, toparlıyor, götürüyor, Beykoz'daki bir yere bırakıyor. Dinamikler de birbirinden çok farklı.
Bu perspektiften baktığımızda da, aslında her gün Hayırsız Ada'yı küçük ölçeklerde yaşıyoruz ve buna da tanıklık ediyoruz.
Ö. M: Hayırsız Ada'da seksen binden fazla sokak köpeği ölüyor. Şimdi çok daha yüksek rakamlardan bahsediyoruz.
Ü. Ş: Bir de bütün Türkiye için, sadece İstanbul'da değil yani.
Ö. M: Üstelik 290 barınak var 1389 belediyede.
Ü. Ş: Ben de tam bunu soracaktım. Ne yapmak gerekiyor?
Benim anladığım kadarıyla 2004 yılında bu yasa çıktığında bu yasadaki hükümler uygulansaydı -köpeklerin yaşam süresini de düşündüğümüz zaman- bu sorunun büyük ölçüde çözülmüş olması gerekiyordu. 20 yıldan uzun yaşamıyor köpekler. Dolayısıyla o jenerasyonda bu işi çözselerdi, belediyeler ya da ilgili kuruluşlar, bu iş olmayacaktı. O zaman bu yasanın uygulanması mı çözüm, yoksa yeni bir şeye mi ihtiyacımız var? İkinci sorumsa; barınaklar burada hep konuşulan konu, barınakların durumu ne ve barınaklar burada çözümün bir parçası mı gerçekten?
E. Ü: Şimdi bir sayı verdik. 290 tane belediyenin geçici bakım evi var dedik. Ona bir ek de yapalım. Çoğu minimum standartları karşılamıyor. Hayvanların tedavi edilebilmesi, tedavileri sürecinde de sağlıklı kalabilmeleri için gerekli minimum standartları; veteriner hekimi olmayanı var, gerekli cerrahiye ekipmanı olmayanı var.
Öncelikle barınak altyapısının kurulması gerekiyor ki kanun altyapıya ilişkin bir çerçeve sunmuş zaten. Bunu farklı hak alanlarından çok iyi biliyoruz, kanunların bir özelliğidir; tarif edilen şeylerin bir kısmı yerine getirilmez. Dolayısıyla birilerinin bunu uygulaması, bu konudaki sorumlulukları yerine getirmesi gerekiyor.
İkincisi, gerçekten insani şartlarda yakalama yapan yok. Köpek dediğiniz canlı aa burada bir geçici bakım evi varmış, benim de kısırlaşmam gerekiyor, ben buraya geleyim demiyor. Haliyle bu köpeklerin yakalanması ve geçici bakım evlerine götürülmeleri gerekiyor. Bu bir gerçeklik. Bunun için de toplumla bu işi yapmakla yükümlü olan belediyelerin arasında bir güven bağının olması lazım. Oradaki koşullar bu kadar kötüyken, insanlardan da belediyelere güvenmelerini beklemek çok zorlu olabiliyor.
Bugün sahada yaşanan bazı gerçeklere gidelim, bu tartışma başladığından beri sahada insanlar -hali hazırda iyi bir şekilde devam eden- kısırlaştırma çalışmalarına karşı duruş göstermeye başlıyor, belediyenin toplama ekibine karşı çıkıyor. Diyor ki alacak mısınız, öldürecek misiniz, alamazsınız.
Hali hazırda aksaklıklarla da olsa işlemeye çalışan bir kısırlaştırma mekanizması var. Makro ölçekte de yaşanan bir tartışma var. Bugün sahada gördüğünüz etkisi ise bunun iyi niyetli olan kısırlaştırma çalışmalarını dahi aksatıyor ve sürüncemede bırakıyor olması. Bu bağlamda yapılması gereken tek bir şey var. Bu bir itirafsa, biz bunu beceremedik yirmi yıldır itirafıysa, meclis komisyon raporlarını da incelersiniz. Bir kısırlaştırma seferberliği lafı geçer.
Zaten sonunda başaramayacağınız bir şey üzerine odaklanmak yerine gerçekten insani bir şekilde tartışalım, konuşalım ve bir eylem planıyla gelelim. Ulusal eylem planıyla gelelim.
Sokakta yaşamak zorunda bırakılmış hayvan popülasyonunun yüzde yetmişini önümüzdeki bir yıl içerisinde nasıl kısırlaştırırız? İkincisi bu sayıyı nasıl koruyabiliriz?
Gözümüzü açıp kapayalım ve sokakta yaşamak zorunda kalmış tüm hayvanlar kısır olsun, sahipli hayvanların üremesi tüm hızıyla devam ederse, buradaki kaynak üretmeye devam edecekse bu yaptığımız çalışma bir yerde başa dönecek. Dolayısıyla buna bir nüfus yönetim sistemi olarak bakıp, sahipli-sahipsiz ayrımını ortadan kaldırarak biz köpek nüfusunu nasıl kısırlaştırırız, musluğu nasıl kapatırız diye bakmak gerekiyor. Kök nedene odaklanmamış hiçbir önerinin çözüm olma ihtimali yok.
Ü. Ş: Evet.
Ö. M: Çok trajik bir durum çıkıyor ortaya. Sürreal adeta, bu konuşulanların gerçeklikle fazla bir ilgisi yokmuş gibi geliyor bütün bu anlattıklarını düşününce.
Ü. Ş: Yapılması gerekenleri yapmayıp ya da yapmak istemeyip hiçbir işe yaramayacak, vahşet denebilecek bir çözümü dayatmaya çalışan bir azınlığın sözüne uyuyorlar. Bir anket çalışması görmüştüm -ne kadar güvenilirdir bilmiyorum ama- insanların çok az bir kısmının hayvanların öldürülmesini desteklediğini söylüyordu. %20 civarında bir sokakta yaşasın diyenler var ama büyük bir çoğunluk, %70 civarında insan, hayvanlar barınaklarda yaşasın diyor. Halbuki barınaklar sokak hayvanlarının yaşadığı yerler değil, geçici olarak kısırlaştırıldıkları, aşılandıkları bir yer ve geri gönderilmeleri gerekiyor yaşadıkları yer neresiyse.
Aslında bunun da iyi anlatılması lazım topluma, dört beş milyon hayvanın toplanıp sürekli olarak barınaklarda hapis hayatı yaşayacakları bir durum da çözüm değil.
Kendi görüşümle bitireyim, ben aslında sokağımdaki hayvanlar orada dursun istiyorum. O sokaktaki köpeklerin her birini tanıyoruz tek tek, yanlarından geçerken selamlaşıyoruz. Bu hayvanları niye topluyorsunuz? Niye öldürüyorsunuz? İnsani olanla mantıksal olan aynı yerde buluşuyor.