FFF aktivisti Daffa Praditya: "İşbirlikçi olun!"

-
Aa
+
a
a
a

Atlas Sarrafoğlu, Fridays for Future Endonezya aktivisti Daffa Praditya’yla gerçekleştiği ve Yeşil Gazete’de yayınlanan röportajını paylaşıyor.

"İşbirlikçi olun!"
 

"İşbirlikçi olun!"

podcast servisi: iTunes / RSS

Yeşil Gazete’de yayınlanan “İklim Kuşağı” serisinin 32. konuğu Fridays For Future Endonezya‘dan bir iklim aktivisti olan Daffa Praditya.

Daffa, 19 yaşında ve ülkenin başkenti Cakarta’da yaşıyor. Üniversitede İngiliz Edebiyatı okuyor ve bu, Endonezya’da iklim aktivizmi konusundaki mevcut faaliyetlerine destek oluyor, çünkü uluslararası toplumun Endonezya’da karşı karşıya kaldıkları iklim krizinin korkunç etkilerini ve yerel toplulukların iklim krizinin neden olduğu deneyimleriyle ilgili hikayelerini duymasına yardımcı olmaya çalışıyor.

Öncelikle Daffa’nın kendi sesinden Açık Radyo dinleyicilerine mesajını paylaşmak istiyorum.

Daffa mesajında şöyle diyor:

Merhaba, benim adım Daffa Praditya ve FFF Endonezya'dan bir iklim aktivistiyim. İklim aktivisti olmamın nedeni, özellikle ülkemde çevre sorununun aciliyetinin daha da kötüleştiğini görmem. Buna yönelik farkındalık yaratmamız gerekiyor ve ayrıca fark yaratabilmeliyiz.

Özellikle iklim adaleti için mücadele eden Türk aktivist kardeşlerime mesajım: Birlikte işbirliği yapıp daha iyi bir gelecek için büyük bir hareket yaratabileceğimizi ve ayrıca gelecekte sürdürülebilirliği sağlayabileceğimizi umuyorum, böylece kendi başınıza çalışmak zorunda kalmazsınız. Bu yüzden lütfen umutlarınızı yüksek tutun arkadaşlar.

Yeşil Gazete’de yayınlanan röportaja geri dönelim:

Atlas:İklim krizi genel olarak insanların yaşamlarını nasıl etkiliyor ve Endonezya’daki iklim değişikliğinin doğrudan etkileri neler? Sence ülkenizi iklim değişikliğinin etkilerinden korumanın yolları neler?

Daffa: Bildiğimiz gibi Endonezya, devasa nüfusuyla çok büyük bir takımada ülkesi. Bu ülkede yaşayan 280 milyon insan var ve nüfusun yaklaşık yüzde 40’ı Java Adası‘nda toplanmış durumda. Ayrıca ülkemiz, dağların adalarımızı ve denizlerimizi çevrelediği “ateş çemberi”nin de merkezi. İklim krizinin buradaki en büyük etkisi, özellikle Endonezya’nın doğusunda hava kirliliği, mahsul kıtlığı, su kıtlığı ve deniz seviyesinin yükselmesi olarak ortaya çıkıyor. Şu anda ikamet ettiğim şehir, 2050 yılına kadar deniz seviyesinin yükselmesi tehditiyle karşı karşıya. Jakarta’nın  sular altında kalacağı tahmin ediliyor, bu nedenle şehrin yüzde 50’sini oluşturan Batı Jakarta, Kuzey Jakarta ve Doğu Jakarta‘nın yarısı haritalardan kaybolacak. Ayrıca, şu anda kaldığım öğrenci yurdunun kıyı bölgesinden sadece 40 dakika uzaklıkta olduğu Batı Jakarta’da yaşadığım için de endişeliyim. Ve yakın gelecekte daha yüksekteki bir ülkeye taşınmam gerekebileceği için gerçekten kaygılıyım.
Endonezya’da iklim krizinin neden olduğu yıkımları ve felaketleri gözlemledikten sonra, bu krizin üstesinden gelmek için üç nihai çözüm olduğunu söyleyebilirim. Birincisi, enerji dönüşümü; ikincisi iklim eğitimi yoluyla insanların davranışlarını daha sürdürülebilir odaklı yaşamaları için değiştirmek ve sonuncusu, kıyı alanı boyunca yükselen deniz seviyesinden kaynaklanan yüksek riskli alanlar için alternatif konut inşası.

A: İklim kriziyle mücadele konusunda hükümetinizin algısı nedir?

D: Şahsen, hükümetin bu krizin üstesinden gelmek için kararlı bir şekilde sağlam bir planı/adımı olduğunu söyleyebilirim. Endonezya Ulusal Plan ve Kalkınma Bakanlığı yetkilileri ile ülkenin nereye gideceği konusunda karşılıklı müzakere şansım oldu ve içinde bulunduğumuz krizin daha kötüye gideceğini öngörüsüyle şimdiden iyi bir plana sahip olduğumuzu söyleyebilirim. Ama ne yazık ki, tüm bu kalkınma planını finanse edecek bir bütçe yok. Ayrıca, Endonezya’da evlerdeki enerji ihtiyacı için kömürden elektriğe geçmesi gibi hâlâ geleneksel işlere dayanan mevcut gelişmeyle mücadele etmeye devam ediyoruz. Dolayısıyla sahip olduğumuz bütçe ülkedeki çok katmanlı ve sektörler arası tüm bu büyük geçişi finanse etmek için yeterli olmazsa geçiş mümkün olmayacaktır.

A: İklim aktivizmine nasıl başladın ve Endonezya’da grevleri nasıl organize ediyorsun? İklim krizi konusunda belirli bir alanda mı çalışıyorsun?

D: İklim aktivizmine 2021’de FFF Endonezya’ya katılmaya karar vererek başladım. 2022’ye kadar Covid-19 kısıtlamaları nedeniyle hiçbir zaman gerçekten fiziksel olarak grev yapamadık. Şimdi insanları iklim krizine karşı eğitmeye ve bununla başa çıkmak için ne yapmamız gerektiği konusunda bilinçlendirmeye odaklanıyoruz. Eğitime ağırlık vermememizin nedeni, yapmamız gereken ilk şeyin insanların farkındalığını artırmak olduğunu hissetmemizden kaynaklanıyor.  İnsanlar yeterince farkında olursa, o zaman bu ülkeyi daha sürdürülebilir hale getirmek için her şeyi yapabiliriz, çünkü zaten çok sayıda destekçimiz ve ortak hedeflerimiz var. Bunların en önemlisi de Endonezya’yı şimdi ve sonsuza kadar daha yeşil ve sürdürülebilir kılmak.

FFF Endonezya’da, üç ay boyunca yürüttüğümüz webinar serileri de dahil olmak üzere çeşitli kampanyalar yürütüyoruz. Ayrıca, Yogyakarta‘da hediye bez çantalar paylaşmak için Great Eastern Indonesia ve Saya Pilih Bumi ile de ortaklık kurduk. Bu, özellikle Yogyakarta’da insanları  eğiterek tek kullanımlık plastik eşya kullanımını azaltmaları için teşvik etmeyi amaçlıyordu. Ayrıca şu anda çocuklar için bu yılın eylül ayında piyasaya sürülecek olan bir “iklim etkinlikleri” kitabı hazırlıyoruz. Umarız, hazırladığımız kitap, özellikle Endonezya’daki yoksul topluluklardan gelen çocukların iklim krizini ve bu krizle başa çıkmak için göstermeleri gereken çabayı anlamalarına yardımcı olur.

A: Geleceğe dair seni umutlandıran şeylerden bahseder misin?

D: Bir iklim aktivisti olarak gelecekten umutlu olmamın tek nedeni, ne olursa olsun insan olarak hayatta kalacak ve çevre ve insanlık için yapmam gereken şeyi yapacak oluşum.


A: COP27 ve Stockholm+50’de bulundun. Ne bekliyordun ve gerçekte ne oldu?

D: Öncelikle, çevre ve iklimin tartışıldığı her türlü uluslararası konferans, bu krizin daha da kötüye gitmesini önlemek için uluslararası alanda alınacak önlemler konusunda uluslararası anlaşmaya varmamızın tek yoludur. Tıpkı 90’larda ozon deliğinin büyümesini önlemek için CFC kullanımını durdurma konusunda anlaştığımız gibi. Umarım geçmişteki başarı öyküsü, günümüzde aynı kolektif eylemi gerçekleştirmemiz için bize ilham verir ve cesaretlendirir. Böylece düzenlenen uluslararası konferanslar, bu krizi nasıl ele alacağımız ve üstesinden gelmek için ne yapmamız gerektiğine dair uluslararası bir anlaşmaya gidebilir.
Stockholm+50 ve COP27 benim için gerçekten harika ve unutulmazdı. Bu konferanslar yeni, harika ve ilham verici insanlarla tanışmamı sağladı.
Böylesi konferanslarda değişim yaratmak, sürdürülebilir yeni bir gelecek kurmak isteyenlerin ve dünyanın dört bir yanından ilham veren hikayelerin enerjisini hissediyorum. Aynı zamanda gittiğim ülkelerin kültürlerini, kullandıkları dilleri, insanlarının davranışlarını ve sahip oldukları gelenekleri de öğrenebiliyorum. Benim için harika ve çok anlamlıydı.
 

A: Dünya liderlerine hitap edecek bir mikrofonun olsaydı, onlara iklim krizi hakkında ne söylerdin?

D: “İşbirlikçi olun, daha az politik davranın ve bu gezegeni kurtaramazsak gelecekte sevimli ailemize ne olacağını bir düşünün.” İklim kriziyle ilgili gelecek algın nedir? 2030’da kendini nasıl hayal ediyorsun? 2030’a artık yedi yıldan az bir süre kaldı. Dolayısıyla bu yedi yılı, nasıl bir politika izlediğimize ve bu çabanın bundan sonraki çalışmalarda nereye gideceğine karar vermemiz gereken bir dönem diye düşünüyorum. 2030’dan sonrası ise  oluşturduğumuz tüm politikaları on yılı aşkın bir süredir inşa ettiğimiz taahhüdümüzle tutarlı bir şekilde uygulamamız gerekiyor.
 

Endonezya’dan Fridays For Future aktivisti Daffa Praditya ile geçtiğimiz ay yaptığım röportajdan sonra programımı son birkaç aydır etkilendiklerimden, sıcaklardan ve duygulardan yola çıkarak yazdığım bir şiir ile kapatmak istiyorum:

 

İklim Aktivizmi ve Nefret

Reaksiyoner tepkiler had safhada.

Hava o kadar sıcak ki, anksiyete yerini öfkeye bırakıyor.

Karar alıcıların kavgaları alıcılarımızla oynamaya devam ederken,

Ağaç kesenlerin işçilerin nöbetini askerler tutuyor.

 

İçinde bir dikkatsiz piknikçi korkusu. Kırılan cam şişe sıkıntısı.

Sonra ormanda unutulan sönmemiş izmaritler…. Uçmayan itfaiye uçakları…

 

Sahi ne olmuştu geçen kışın başında?

Kimden nefret ediyorduk biz?

Çift kutuplu yargılarımızı tek kutuba indiren olay neydi?

Neden nefret etmiştik hep birlikte?

Milyonlarca kullanıcı nasıl aynı anda ve bir anda,

tek yürek olmuştu nefret borularının ucunda?

 

El Nino’dan hemen önce, dünyanın en sıcak 5. yılının sonlarında.

Yeryüzü ve denizlerin birlikte ısınmaya karar verdiği zamanların başında.

Havayı hiç sorma! Florida’da okyanusu 38,43 santigrat derece ölçerlerken,

Aynı hafta içinde üst üste 3'üncü kez sıcaklık rekoru kırdı o hava,

Önce İtalya’da sıcaktan eriyen buzullar şiddetle çöktü.

Ölenleri dna’sından tanıdılar.

Sonra İsviçre’de hızla eridi.

Buz altında 37 yıl önce kaybolan dağcıyı buldular.

Urfa’nın balıklı gölünü sel sularına,

Rodos’un 50 bin zeytin ağacını orman yangınlarına bıraktılar.

Tropik ada Maui’de yangını görenler
Kendilerini denize attılar canlarını kurtarmak için.

Antonio Guterres’in sesi geliyordu televizyondan,

“Küresel kaynama çağına girdik!”

 

Bir grup insan halen dışarıda.

Yol kesen, boya fırlatan,

kendilerini farklı yer ve zamanlarda etrafa yapıştıran.

Aralarından ikisi Van Gogh’un Ayçiçeklerine domates çorbası fırlatmıştı.

 

Nasıl hatırlamazsın???
Elleri duvara yapışık soruyorlardı:

“Bir resmin korunmasını mı yoksa,

insanların ve gezegenimizin korunmasını mı daha çok önemsiyorsunuz?"

 

Düşünsene, Florida’da okyanus 38,43 santigrat derece.

Hastasın. Yatıyorsun. Ateşini ölçüyorsun 38,43 derece.

38.5 yüksek ateş. Ateşin ağırlaşmaya başlıyor.

Ormanlar gibi yanmaya başladığını hissediyorsun.

Bir şey yapmak, durdurmak istiyorsun.

 

Gazeteler yazıyor: “Aktivistler, Van Gogh Tablosuna Çorba Döktü”

Aktivistler soruyor: "Hangisi daha değerli? Sanat mı, hayat mı?”

Spiker konuşuyor: “Haftanın vandalları. Gerizekalı eylemciler. Marjinaller”

Birisi yazıyor: “Bunları gördükçe denize akü atasım geliyor”

 

Kalp atışların metabolizmanla yarışmaya başlamış.

Vücudunda kan hücreleri mercanlar gibi beyazlaşarak üremeye devam ederken.

Kalbinle, azalan nefesin arasında gereksiz bir ağırlık.

Yorgunsun. Halsiz düşüyorsun.

 

Üşüme, titreme, terleme, baş ağrısı, kas ağrısı ve iştah kaybı;

Sel, kuraklık, yok olan türler, eriyen buzullar ve savaşlar…

“Sanat adaletten, gıdadan daha mı değerli?

 

Yaşam giderleri petrolle birlikte artıyor.

Bir konserve çorbayı bile ısıtacak kadar enerjiye sahip değilken,

Milyonlarca kişi aç ve soğukta bekliyor.

 

Ian Kasırgası’nın maliyeti Amerika’ya 100 milyar dolar.

Pakistan’da seller 30, Çin’de 12.3, Avustralya’da, 7.5,

Kanada ve Güney Afrika’da 3’er milyar dolara,

Çin ve Brezilya’da kuraklık 12.4 milyar dolara mal olurken,

Kırılmaz cam ardında, geçici çerçevesinde zarar görmeden sergilenen,

Van Gogh’un Ayçiçekleri’ne sahip olmak için

100 milyonun biraz üzerinde bir para gerekiyordu.

 

Nefret ise bedava!

 

Hadi yine şanslısın çünkü hayattasın.

Geçen Kışın başındaki ateşten eser kalmadı.

Şimdi havaya sinirlenebilirsin çok sıcak diye.

Sonra klima olmadığı için kadere. Varsa da elektrik faturasına.

Sonra akmayan sulara. Hem de bu sıcakta!

Buzdolabını açarsın. Domates kalmamış. Artan fiyatlar aklına gelir

Öfkenirsin. Televizyonu açarsın. Haberler asabını bozmaya eder.

Telefonun kilidini açtın. Sinirin zaten tepende.

“Aktivistler, Van Gogh Tablosuna Çorba Döktü”

 

Ne? Hem de Van Gogh’a! Çorba ha!...