Ömer Madra, Özdeş Özbay ve Yücel Sönmez İklim İçin'de, İklim İçin 350 Derneği Kampanyalar Sorumlusu Efe Baysal ile bir araya gelerek geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen iklim vapuru etkinliği hakkında konuşuyorlar.
Ömer Madra:İklim İçin programı başladı. Bendeniz Ömer Madra.
Yücel Sönmez: Ben Yücel Sönmez.
Özdeş Özbay: Ben Özdeş Özbay.
Ö.M: Dinleyicimiz, destekçimiz Serap Kocabıyık’a da çok teşekkür ederek başlayalım. Bugün bir konuğumuz var; kendisiyle yüzlerce İstanbullunun Paşabahçe Vapuru’nda düzenlenen seferlerde, iklim krizinin gerçekleri ve çözümlerini konu alan etkinliklerde bir araya gelmesini, küresel olarak dünyada da kutlanan ‘İklim İçin Güç Ver’ eylem gününde yüzlerce İstanbullunun ne yaptığını konuşacağız. İklim İçin 350 Derneği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İklim Değişikliği Şube Müdürlüğü, İstanbul Şehir Hatları ve İstanbul Planlama Ajansı’nın ortaklığında daha önce de sözünü ettiğimiz etkinlik, yıllar öncesinden tarihi Paşabahçe Vapuru’nun restore edilmiş halinde, ev sahipliğinde düzenlendi. İklim için 350 Derneği Kampanyalar Sorumlusu Efe Baysal ile bir aradayız. Yücel, istersen sen tanıtımını yapar mısın?
Y.S.: Efe Baysal, 350.org adına programımıza katılıyor ve bu etkinliği düzenleyenlerden de biriydi. Kendisi, 350.org’un Türkiye temsilcilerinden. Bu programda da kendisiyle Paşabahçe Vapuru’nda düzenledikleri etkinlikleri ve bu kapsamda 3 Kasım- 9 Aralık tarihleri arasında iklim dostu bir gelecek için dünyanın dört bir yanında insanların yer aldığı eylemleri ve etkinlikleri konuşacağız. Ömer Abi, siz de o etkinlikleri yakından takip ediyorsunuz. İsterseniz şöyle başlayalım; bu etkinlikler nasıl başladı, nasıl devam edecek, nasıl bir program var?
Ö.M.: Merhaba Efe, hoş geldin.
Ö.Ö.: Merhabalar.
Efe Baysal: Merhabalar herkese. Teşekkürler davetiniz için. Yoğunca bir hafta sonu geçirdik. Paşabahçe Vapuru’nda hem İstanbulları görmek, hem tanıdık simaları görmek, Ömer Hocam sizleri de görmek bizlere çok iyi geldi. Belki biraz bizim için önemi neydi bugünün, ondan biraz başlayarak anlatmaya başlayayım.
Ömer Hocam, siz de dediniz; tarihi Paşabahçe Vapuru aslında İstanbullular için sembol ulaşım araçlarından biri. 1951’de denize indirilmiş ve daha sonra malum, çürümeye bırakılmışken İstanbulluların kampanyası ile beraber revone edilip tekrar şu anda yüzer halde. Biz de aslında bu küreseldeki ‘global Power Up’, bizim de Türkiye'de ‘İklim İçin Güç Ver’ dediğimiz önce küresel eylem günü olarak başlayan, daha sonrasında ise malum uluslararası gündemin yoğunluğu Filistin'de yaşanan insanlık dramından dolayı bunu bir iki güne sığdırmayıp bir aya doğru yayılan, 3 Kasım - 9 Aralık tarihlerindeki bir takvimden bahsediyoruz. Biz bu sürece başlarken aslında bir etkinlik, bir eylemlik nerede yapabiliriz, nasıl farklı kitlelere ulaşabiliriz diye düşünürken Paşabahçe Vapuru, daha doğrusu acaba bir vapur etkinlik alanı olabilir mi dedik ve böylece de aslında iklim krizi hakkında, iklim kriziyle mücadele hakkında ve iklim çözümleri hakkında çok da gündelik hayatta sürekli temas edemediğimiz insanlara temas edebilir miyiz sorusuyla bu yola çıktık. Burada diğer paydaş kurumlar, İBB ve İç Hatlar da destek verdiler. Aslında bir hayalimiz, Paşabahçe Vapuru'nun bir günlüğüne iklim vapuru olması gerçekleşti.
Bu vapurda çeşitli yerleştirmeler üzerinden, iklim krizi, iklim kriziyle mücadelede neler oluyor ve çözüm yolları ne olabilir tartışmalarına alan açmaya çalıştık. Bizim için güzelliği, aslında etkinlik yani Paşabahçe Vapuru’ndaki yerleştirmeler iki gün boyunca kalacaktı ama İstanbullulardan da çok olumlu, güzel tepkiler gelince vapurdaki -her ne kadar yerleştirmenin bir kısmını kaldırmak durumunda kalsak da- yerleştirmeler devam etti. Aslında vapurun camlarında da belli hikayeler anlatılıyor, bilgiler veriliyor. Bunlar bir süre daha İstanbullulara Paşabahçe Vapuru’nda eşlik edecekler.
Ö.M.: Yerleştirmelerde neler var? Kısaca bir iki ayrıntı verirsen seviniriz.
E.B.: Vapura gelenleri Orhan Veli'nin Güzel Havalar şiiri karşılıyor. Biraz buradan hikayeyi şuradan örmeye çalıştık; şair, Güzel Havalar şiirini 1940 yılının Nisan ayında kaleme almış ve bu şiiri yazarken ne yapıyordu bilemiyoruz, belki bir İstanbul vapurunda Boğaz’ı seyrediyordu, belki Aşiyan’da erguvanları seyrediyordu ama emin olduğumuz şey şiiri yazdığı zaman atmosferdeki karbondioksit miktarı 311 ppm seviyelerinde. Buradan da hikayeyi birazcık aslında iklim kriziyle, sıcak dalgalarıyla, ‘havalar yine mahvediyor ama bu havalar o güzel havalardan çok farklı’ diyerek başlatıyoruz. İklim krizi ile ppm ilişkisi nedir, 350 ppm neden önemlidir gibi bilgiler veriliyor. Bunun yanında genel itibariyle fosil yakıtlar üzerinden yavaş yavaş Türkiye özelinde kömür, kömürün sağlık maliyeti, kömürün iklim maliyeti hakkında bilgiler de derleniyor. Çözüm yolları üzerinden de belli başlı yerleştirmeler var. Ayrıca -şu anda o kısım maalesef kaldırıldı ama- iklim çözümleri üzerinden küresel anlamda proaktif olarak çalışan topluluklar hakkında da bilgiler verilen bir bölüm vardı. Böylece birazcık hikayeyi hem küresel ölçekte hem de yerel ölçekte anlatmaya çalıştık. Bunların yanında İstanbul Planlama Ajansı’nın Vizyon 2050 çerçevesinde şehir hatlarında yeni başlattığı ‘İstanbul Boğazı’nın Dekarbonizasyonu’ projesi var, bunun hakkında bilgilerin olduğu ve İklim Değişikliği Şube Müdürlüğü’nün İstanbul'daki bu konu özelinde neler yaptığıyla ilgili de belli başlı yerleştirmeler bulunuyor.
Şöyle bir güzel şey söyleyeyim; vapur dediğim gibi hala şu anda bu cam yerleştirmeleriyle birlikte İstanbul'un hizmetinde. Sabahları ve akşamları Adalar’a gidip geliyor. Bunun dışında Beşiktaş - Kadıköy arasında bir rotası var. Yani gün içinde Paşabahçe Vapuru’na denk gelirseniz, üst katları ve alt katları dolaşmanızı tavsiye ederim.
Ö.M.: Tabii benim de tanık olduğum gibi yüzlerce kişi katıldı. Hatta Yeşil Gazete, “Yaklaşık 500 İstanbullunun katılımıyla gerçekleştirildi,” diyor ve yolculuk boyunca bir grubun oldukça güzel canlı müzik konseri de vardı. Onlardan da biraz bahseder misin?
E.B.: Tekrar şunun altını çizmek istiyorum; bizim için en değerli kısmı, bu tip bir çalışmayı yaparken bir ulaşım aracının kullanılması ile birlikte çok farklı kesimlere ulaşabiliyoruz. Şimdi malum, aşırı kutuplaşmış bir toplum içindeyiz. Bu küresel olarak da böyle ve Türkiye'de özgün koşullarından dolayı bazen daha da sertleşebiliyor. Bu süreçte bazen biz ne kadar yapıcı veya ne kadar iklim çözümlerine yönelik hepimiz için bir cümle kursak bile, bu bir eko-çember içinde hapsolabiliyor. Benim vapurda gördüğüm, gözlemlediğim, beni en çok heyecanlandıran taraf da bu oldu. Çok farklı kesimlerden insanlar vardı. Etkinliğe doğrudan katılanlar için ilk sefer bir iklim seferiydi, biraz özel bir seferdi ama daha sonrasında bizim vapurda biraz vakit geçirme şansımız oldu. Normal sefere binen insanlardan acaba nasıl tepkiler olacak şeklinde baktık ve gerçekten de insanların bilgisini görmek bizleri memnun etti.
Şunun belki altını çizmekte yarar var; aslında bir yandan İstanbul'u konuşuyoruz ama Türkiye'de eş zamanlı olarak İstanbul haricinde üç yerde daha etkinlik gerçekleşti. Bunlardan biri Urfa'ydı. Şanlıurfa'da Bisiklet Topluluğu Spor Kulübü ve Göbeklitepe Bisiklet Spor Kulübü’nün ortaklığında bir pedallama etkinliği gerçekleştirildi ve bir basın açıklaması yapıldı. Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği, kömür üreten bir termik santralle mücadelesinden dolayı proaktif destek veren kurumlardan biriydi. Dernek, bugünün neden kendileri için önemli olduğunu, fosil yakıtlardan neden çıkmamız gerektiğini anlatan bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Maalesef depremden sonra deprem atıklarının, yıkıntılarının düzgün ayrıştırılmaması sebebiyle ortaya çıkan asbest ile ciddi çevre kirliliği yaşayan Antakya'da, Antakya Çevre Koruma Derneği bugün de güç verdi. Yani İstanbul dışında Türkiye’den üç yer daha vardı.
Aslında 3 - 4 Kasım idi ve son iki üç gün içinde aya yayıldı bu program. Biz de gelecek günlerde, 9 Aralık’a kadar ufak bir iki etkinlik gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bunlar da netleştikçe sizlere de daha net bilgiler veririz.
Ö.Ö.: 4 Kasım aslında uluslararası bir eylem günüydü ama tabi Gazze savaşı nedeniyle biz de bir yandan takip etmeye çalıştık. Ben kendi adıma çok da iyi takip edemedim çünkü Gazze için özellikle hafta sonu, Cumartesi günü çok büyük eylemler oldu dünya genelinde. Ama yine de sanırım bazı eylemler oldu 4 Kasım’la ilgili. Senin bilgin varsa uluslararası eylem gününde neler oldu bize biraz anlatabilir misin?
E.B.: Aslında en net bilgiyi 350.org’un sosyal medya hesaplarından alınabilir, en sağlıklısı bu olur. Özellikle Afrika hareketliydi; Uganda'da iklim adaleti yürüyüşü yapıldı. Nijerya’da yerli toplulukların gerçekleştirdiği ve COP28’e de işaret eden, başta petrol şirketleri olmak üzere büyük kirleticilerin yarattığı bölgedeki çevre tahribatına ilgi çeken bir yürüyüş vardı. Kenya malum; yakın zamana kadar bir kömür termik santral tehdidi vardı ve bu mücadele kazanıldı. Kömürden çıkışı talep eden ve yenilenebilir enerji çözümleri üzerinden sesi yükselten eylemler vardı. Afrika, kıta olarak hareketliydi ama bunun yanında özellikle petrol boru hatlarının verdiği tahribattan dolayı belli başlı bölgelerde de, Latin Amerika'da, Arjantin'de belli başlı eylemler oldu diyebilirim. Çok kısa böyle genel bir çerçeveleyelim ama daha net bilgi, dediğimiz gibi bu eylem günü eylem ayına dönmüş durumda.
Dinleyicilerimiz iklimicingucver.org’a girebilirse, bir dünya haritasıyla karşılaşacaklar. Orada, nerede ne oluyor, hangi tarihte ne oluyor şeklinde daha detaylı bilgiye ulaşabilirler. Şu anda yanlış hatırlamıyorsam, 68 ülkede 220’nin üzerinde etkinlik kaydolmuş durumda ki bu bir yandan artmaya da devam ediyor.
Y.S.: Ben bir şey sormak istiyorum. Türkiye'deki iklimle ilgili kamuoyu araştırmalarında, farkındalığın çok yüksek çıktığını biliyoruz ve bu araştırmalar Konda tarafından da düzenli olarak yapılıyor. Siz
mesela bu tip etkinliklerde insanlarla karşı karşıya geldiğinizde ne tür tepkiler görüyorsunuz? Farkındalığı siz de hissediyor musunuz, görüyor musunuz? İnsanlardan özellikle ne yapılmalı konusunda nasıl geri bildirimler alıyorsunuz?
E.B.: Çok teşekkürler bu soru için, önemli bir soru. Aslında belki genel itibariyle demeyeyim, kendi özelimde diyeyim; bu harekete bu kadar aktif olarak dahil olmadan önce, kafamdaki genel algı kent üzerinden, kentlerin sahip çıktığı bir mücadele gibiydi. Bu meseleyi biraz öyle çerçevelendiriyordum ama özellikle Anadolu'da farklı yerlere, kırsal bölgelere gittikçe, İç Anadolu'da Konya, Karaman gibi veya Ege Bölgesi’ne gittikçe – ki Ege’de kömür termik santrallere karşı ciddi bir mücadele var, Anadolu'nun dört bir yanında mücadele var- insan görmeye başlıyor. Bu konuda çok ciddi farkındalık gelişmiş durumda yani kırsala gittiğinizde çok net görebiliyorsunuz. Oradaki çiftçi, üretim yapmaya çalışan çiftçi, hava koşullarını çok yakından takip ettiği için bir şeylerin ters gittiğini çok net görebiliyor. Bunun yanında, bundan bir kaç sene önce biz, ‘İklim İçin Kentler’ diye bir kampanya başlatmıştık; yerel yönetimlerden iklim eylem planlarını stratejik planlarına yerleştirmeleri üzerinden taahhüt beklediğimiz bir kampanya başlatmıştık ve bu kampanyada siteye girenler kendi yerel yönetimlerine yönelik kampanyalar oluşturabiliyorlardı. Mesela bu kampanyada şu çok ilginç olmuştu; Ben ilk kampanya oluşturmalarının büyük şehirlerden çıkacağını beklerken, ilk kampanya oluşturulan yerler Sivas, Amasya, Konya gibi yerlerden geldi. Yani özellikle bu konuda bir farkındalık gelişmiş durumda çünkü kuraklık malum, çok ciddi bir krize sebep olmuş durumda ve insanlar bir şeyin değiştiğinin farkında. Çözmeye giden yolun net çerçevelenmesinde aslında sıkıntı var veya Maraş örneği verebilirim; Maraş’ta insanlar kömürlü termik santrallerinin yarattığı tahribattan, yarattığı hava kirliliğinden, hava koşullarının değişmesinin farkında ama çözüme giden yolda, ne yapılması lazım kısmında bazı eksiklikler var. Burada birazcık aslında şirketlerin ‘yeşile boyamak’ aktivitelerinin de etkili olduğunu bir şekilde görüyoruz yani daha mevzuyu bireye bırakmak gibi konulara da girmeye başlanıyor veya o bağlantılar kurulurken biraz eksiklikler olabiliyor. Bu bağlantıları daha net kurabilmek, daha net gösterebilmek galiba sivil toplumun ve iklim hareketinin sorumluluğu.
En çok takılılan konu, ‘çözüm ne’ konusu yani ‘ne yapmak lazım’ konusu. Bu, çok yakıcı bir şekilde gündeme geliyor ama orada da, çözümde yine araştırmalarla şunu çok net görebiliyoruz; Bir enerji dönüşümünün en azından bu yönde aslında sahiplenebileceğini yani özellikle kamuoyunda güneş enerjisine yönelik pozitif bir algı olduğunu görüyorum ki bunun aslında bir altyapısı da var. Yani ülkemiz güneş ışınları bakımından, aldığı güneş ışınları bakımından çok verimli bir yer. Bu tip çözümleri daha büyütebilmek, daha net gösterebilmek gerekiyor sanırım.
Ö.M.: Ben de şunu sorayım; bu iklim vapurunda yapılan basın açıklamasında da 2030’a kadar kömürden kademeli çıkışın mümkün olduğu da söylendi. Araştırmalar da böyle söylüyor ama Türkiye'nin 2053’e kadar devam eden bir karbon nötr olma hedefi var. Özellikle son yeni araştırmaların gösterdiği gibi bu hedef çok geç bulunuyor. Üstelik, senin de söylediğin gibi Efe, bu hedef yıla yönelik en önemli somut adım hâlâ atılamadı. ‘Bunu da üzülerek görüyoruz’ demiştin.
E.B.: Evet, şimdi tabi 2053, biraz başka bir sembolik yıla da referans yıl olarak çıkmış durumda.
Evet, bu yılın daha öne çekilmesi kesinlikle gerekiyor ama eğer ki ara hedefler verilebilse belki şunu diyebiliriz; bunun daha iddialı bir hedef olması gerekiyor ama bir başlangıç olarak belki kabul edilebilir. Bizim de mücadelemiz ne olur? O yılı daha öne çekebilmek olur. Ama burada bunu söyleyip, bu yönde atılması gereken adımların en önemlisi olan ki dünyada da, Avrupa'da da birçok ülke bu tarihi açıklamış durumda. Ukrayna savaşı yüzünden aslında bu tarihte Fransa'da olduğu gibi ufak tefek geri gidişler var ama genel itibariyle kömürden çıkış takvimini ülkeler açıklamış durumda. Küresel olarak böyle bir trend var.
Yani bir ara hedefi net bir şekilde belirlemek lazım. Türkiye'nin endişesinin arttırımdan azaltım olduğunu hepimiz biliyoruz yani Türkiye’nin elle tutulur bir iklim politikası olmadığını maalesef görüyoruz. Bizim iklim vapurunda da biraz vurgulamaya çalıştığımız aslında buydu ve aslında yan faydalarıydı. Yani evet, mesele iklim kriziyle mücadele ama bir yandan da şunu unutmamak lazım; Türkiye'deki kömür de biraz öyle geliyor yani ‘biz yerli kaynaklarımızı kullanacağız’ diye de geliyor. Ama santrallerin 16’sı ithal kömürle çalışıyor yani termik santrallerin kurulu gücünün neredeyse yarısı ithal kömürden geliyor ve ciddi bir ithalat kalemi bu. Bir yandan enerji güvenliği deniyor ve burada ciddi bir sıkıntı var. Bunun yanında istihdama bakarsak, yenilenebilir enerjiye yatırım yapmanın istihdamda da çok ciddi katma değeri olduğunu görüyoruz. Burada bir parantez açıp şunu vurgulamak önemli; evet, bir enerji dönüşümü talep ediyoruz ama bu enerji dönüşümünün de şirketlerin önünü tıkamaması gerektiğini de söylüyoruz yani tepeden inme bir şekilde bu süreç olmamalı, tabandan da örgütlenebilmeli. Türkiye'deki en büyük sorunlardan biri de aslında, daha meselenin yenilenebilir enerji tarafına baktığımız da topluluk odaklı enerjilerin, yenilenebilir enerji gruplarının gelişemediğini görüyoruz. Çünkü unutmamak gerekiyor ki, Türkiye'de yenilenebilir enerji kooperatiflerinin önünde de çok ciddi mevzuat engelleri var ve bu mevzuat engellerinden dolayı Türkiye'de hâlihazırda yanlış hatırlamıyorsam 46 tane güneş enerjisi kooperatifi var. Bunların çok az küçük bir sayısı çalışabiliyor, diğerleri mevzuata takılmış durumda.
Ö.M.: Ne demek mevzuata takılmak? Yani mesela artan, elde edilen enerji fazlasını geri satabilme imkanına mı engel konuluyor?
E.B.: Mevzuatta tüketim birleştirmeye izin verilmiyor. Bunun dışında farklı abone gruplarının aynı kooperatife üye olamaması gibi bir durum var. Yani belli başlı ayrıntıları var. Belki bir ön bilgi gibi olacak ama bu yönde de bir çalışma, kampanya hazırlığımız da devam ediyor. Belki bunları kampanya başlangıcında daha ayrıntılı konuşabiliriz.
Ö.M.: Konuşuruz, evet, biz davet ederiz. Bu konuların muhakkak ayrıntılı olarak giderek artan sayıda da konuşulmasında yarar var.
E.B.: Evet, şu çok acı. Troya Çevre Derneği’nden Oral Kaya'yla bu konularla ilgili bir toplantı yaptık. Şimdi sayıları tam hatırlayamıyorum ama 2018’de Yunanistan'daki kooperatif sayısı aslında Türkiye'deki kooperatif sayısından az iken, beş sene içinde 56 kat artmış ve Türkiye'de ise aynı kalmış durumda. Tam da bu engellemelerden dolayı. Şimdi biz, bu yüzden de demokratik bir enerji dönüşümü talep ediyorsak bu tip yapıların önündeki engellerin açılması şart. O yüzden de işimiz çok.
Ö.M.: Evet, şimdi bir de şehirlerin, kentlerinin ısı adaları meselesi ortaya çıkıyor ortaya ve onlar da ayrı bir sorun olarak karşımıza geliyor. Validebağ Korusu’ndan Remzi Çelik de oradaydı, arada bunu da lafladık. Mesela bazı yerel yönetimlerde betonlaştırma faaliyetleri de devam ediyor, ona da karşı durmak gerekiyor herhalde, öyle değil mi?
E.B.: Çok doğru. Şunu unutmamak gerekiyor ki iklim krizinin faillerinden biri de yarattığımız kentler aslında. Yani bütün gezegenin bir kente döndüğünü görüyoruz. Yanlış hatırlamıyorsam uygarlık tarihinde kırsal nüfusun 2008’den, 2009’dan itibaren ilk defa %50’nin altına düştüğünü görüyoruz ama kentler bir yandan da krizin mağduru konumuna da gelmiş durumdalar. Krizden dolayı taşınan kentlerden bahsediyoruz değil mi bugün? Veya aşırı hava olaylarının, ısıların etkisinin nasıl kentleri kavurduğunu görüyoruz. Tam da bu sebeple de aslında yerel yönetimle birlikte bir çalışma yapmanın, bunları da dile getirerek bir çalışma yapmanın önemli olduğunu görüyorum. Orada tabii ki, o ince çizgiye dikkat etmek gerekiyor ama bu talepleri dile getirerek aslında yerel yönetimlerin de sivil toplumla bu tip çalışmalar yaparak daha iyi anlayabileceklerini de düşünüyorum. Zira bizlerin de o taleplerimizi yerel yönetimlere karşı daha yükseltmemiz gerekiyor.
Ö.M.: Galiba burada da bitirmek durumundayız, sürenin sonuna geldik. İklim İçin 350 Derneği Kampanyalar Sorumlusu Efe Baysal, bize bu hafta sonunda gerçekleştirilen iklim vapuru etkinliği hakkında bilgi verdi ve bu vesileyle de iklim üzerine konuşma fırsatı bulduk. Çok teşekkürler Efe.
E.B.: Görüşmek üzere, sevgiler.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.
Ö.M.: Hoşça kalın.