İklim İçin'de Ömer Madra, Yücel Sönmez ve Özdeş Özbay, Türkiye ve dünyadaki iklim haberlerine göz atarken, özellikle İliç'teki maden faciasına değinmeye devam ediyorlar.
Ömer Madra: Bir İklim İçin programı daha başladı, ben Ömer Madra.
Özdeş Özbay: Ben Özdeş Özbay.
Ö.M.: Yücel daha aramızda değil, bağlanamadı ama programa destekçimiz Burcu Arıkan'a teşekkür ederek başlayalım. İklim konusunda dünya çapındaki çok vahim gelişmelerden Açık Gazete’de sık sık bahsetme imkanı buluyoruz. Büyük bir sıcak dalgasının hüküm sürmekte olduğu yani dünyadaki en sıcak Şubat ayının da gelmekte olduğuna dair araştırmalar da devam ediyor.
Ö.Ö.: Üstelik de 2 derecenin üzerine çıkabilir.
Ö.M.: Evet çıkabilir. Diken internet gazetesinde de Türkiye'de de son 53 yılın en sıcak Ocak ayının yaşandığı haberi vardı. Bu da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, ortalama sıcaklıklar 2024’ün Ocak ayında pek çok ilde rekor kırmış durumda yani pek çok bölgede mevsim normallerinin üzerinde ölçülmüş. Bayağı kaygı verici rakamlar da var; 1991 - 2020 normalleri 2,9, 2023’te 5,3 ve 2024’te ise 5,7 olarak görülüyor. Ortalamanın üzerinde rakamlar ve bu çok ciddi değil mi?
Ö.Ö.: Evet, kesinlikle. 1991 - 2020 yılları arası 2,9 derece olarak ölçülmüş. 5,7 derece ise ortalamanın 3 derece üzerinde yani Dünya, şu anda Mayıs ayından bu yana sürekli olarak hatta 2023’ün tamamında 1,5 derece daha yüksek ortalamayla devam etmiş. Biz, Türkiye'de Ocak ayının neredeyse ortalamanın 3 derece üzerine çıktığına şahit oluyoruz.
Ö.M.: 2,8 gibi bir artış var yani hakikaten 2023’e göre bile yarım derecelik bir artış gözüküyor neredeyse.
Ö.Ö.: Üstelik de tabi Ocak ayı olduğu için bir çok yerde de çok ciddi soğuklar yaşandı Türkiye'de. Mesela Ocak ayı içerisinde en düşük sıcaklık Ardahan'da yaşanmış; - 31,3 derece. Buna rağmen 2,8 derecenin üzerinde bir ortalama var Türkiye genelinde.
Ö.M.: Evet, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde de ortalama sıcaklıklar bölgenin genelinde mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşmiş ve bu da çok çarpıcı bir veri, bulgu. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde uzun yıllar boyunca ortalaması 4,6 derece °C olan sıcaklıklar, Ocak ayında 7,1 derece olarak kayda geçmiş. Yani 4,6’dan 7,1’e geçiyor. Aynı zamanda bölgedeki en düşük sıcaklık sıfırın altında 4,4 dereceyle Diyarbakır'da, en yüksek sıcaklık ise 18,8 dereceyle Ceylanpınar'da tespit edilmiş. Çok ürkütücü açıklamalar, tespitler ve rakamlar bunlar.
Dünya genelinde de aşırı sıcaklıklar ortalamasını ölçen Maximiliano Herrera’nın X hesabındaki veriler de dünyanın dört bir tarafında rekorların kırıldığını ortaya koyuyor doğrusu. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Son haberlerde Avustralya'dan da gelen çok ciddi rekorlar var. Batı Avustralya'dan art arda yedi gün boyunca sıcaklığın 40 derece olduğunu gösteren görülmemiş boyutta haberlerle de beraberiz. Yani çok kaygı verici bir küresel iklim değişikliği konusunda yıkım haberlerine yer veriyoruz. Paris Anlaşması’nın izinde derken, böyle bir durum da var. Bu arada Yücel hoş geldin.
Yücel Sönmez: Herkese merhabalar. Biraz geç kaldım, kusura bakmayın, anca gelebildim.
Ö.M.: Tamam, hoş geldin. Biz de başladık. Türkiye'deki son 53 yılın en sıcak Ocak ayından bahsediyorduk. Yine önemli bir başka haberden bahsedebiliriz; Marmaris Milli Parkı’nın yanına taş ocağı projesi diye bir habere rastladık. Bu da Artı Gerçek’ten bir haber. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca Muğla'nın Marmaris ilçesinde milli parka yarım kilometre yani 573 metre mesafede açılmak istenen bir mermer ocağı projesi var ki daha mermer tozu taşıyan geminin batması ve altı mürettebatının bulunamaması haberi ile uğraşıyoruz. Marmara Bölgesi’ndeki mermerciliği dün Ali Bilge ile de birazcık konuşmuştuk ve çok büyük bir yıkıma sebep olduğunu söylemiştik ama şimdi yeni bir haber daha geldi.
Datça Agrega Beton isimli şirket, Marmaris'in Beldibi Mahallesi sınırlarında 21 hektarlık bir alanda mermer ocağı kurmak için girişim başlatmış. Yani 1 milyon 582 bin liralık bir projeymiş bu ve yılda 150 bin metreküp mermer çıkarılması hedefleniyormuş. Ayrıca projenin ömrünün en az 37 yıl olacağı da belirtilmiş. Yalnız projenin değil, dünyanın ömrünün ne kadar olacağını da söyleselerdi iyi olabilirdi. Üstelik orman arazisinde bu proje ve Bakanlık, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinin de başlatıldığını duyurmuş. Aydın, Muğla, Denizli planlama bölgesi 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planına göre, orman arazisi içinde yer alıyor. Proje, milli parka 500 metre, en yakın konuta 800 metre ve Marmaris İçme Suyu Arıtma Tesisi’ne de bin 100 metre mesafede bulunuyormuş. ÇED sahası ise Türkiye'nin taraf olduğu, uluslararası yükümlülüğü, bağımlılığı olduğu Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarının Korunması Sözleşmesi’ne yani kısaca Bern Sözleşmesi’ne göre kesin koruma altına alınan fauna türlerinin de yaşam alanı.
Ö.Ö.: ‘Her türlü tedbir alınacaktır. Mermer çıkarıldıktan sonra da eski haline getirilecektir.’ Kesin böyle yapılacaktır.
Ö.M.: Evet, doğru. Nereden biliyorsun? Sen falcı mısın?
Ö.Ö.: Bütün mermer projelerinde bunlar söyleniyor.
Ö.M.: Evet, bir başka haber de Muhalif internet gazetesinde Önder Algedik’in yazdığı bir haber. 29 Ocak'ta Meclis’e gelen yeni maden kanunu teklifi, İliç’teki siyanürlü altın madeni felaketinin ardından, 14 Şubat tarihinde yani sadece bir hafta kadar önce geri çekilmişti. Fakat ‘Dikkat dikkat; Maden Kanun Teklifi Meclis’in gündemine geri alındı!’ başlıklı bir yazı yazmış Önder Algedik ve ‘ünlem’ de koymuş; “Bunu nereden mi duydum? Tabii ki muhalefetten buna dair henüz bir haber alamadım ama Anadolu Ajansı’nın 18 Şubat tarihli haberinde, ‘Sağlık alanında çeşitli düzenlemeleri kapsayan teklifin görüşmelerinin tamamlanmasının ardından Meclis Genel Kurulu maden kanunuyla bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifini ele alacak’ cümlesini görünce her vatandaşın vereceği tepki gibi benim de kanım beynime sıçradı,” diyor ve ekliyor, “Kanun, 26 Ocak’ta Meclis’e sunulmuş, komisyondan sessizce geçerek 5 Şubat’ta raporunu hazır etmiş, genel kurula doğru yola çıkınca 13 Şubat’ta İliç olayı patlak verince muhalefetin de konuyu halka anlatmamasını fırsat bilerek 14 Şubat’ta geri çekebilmişti. Böyle bir teklifin varlığını iktidar geri çekince kamuoyu duydu.” Bayağı önemli, üzerinde mücadele edilmesi gereken bir şeyden bahsediyor ve bir not olarak da ‘Siyanürgate 2.0’ yani ikinci versiyon diyor. “İliç’in ardından daha bir hafta geçmeden TBMM Genel Kurulu’na tekrar getirilmesi ve hala muhalefetin bu kanunu halka anlatmaması bize yeni bir skandal olarak geri dönüyor,” demiş ve eklemiş, “400 bin kamyon siyanürle kirlenmiş toprak dere yatağında beklerken, altında dokuz can yatarken bir iktidarın maden kanun teklifini olay ertesi çekip üç gün sonra geri gündeme alması büyük bir rahatlık değil mi?” Önder Algedik, bir not da koymuş haberinin sonuna, “Anadolu Ajansıhaberini TBMM sayfasından da kontrol ettim ve 19 Şubat 2024 sabahı itibariyle TBMM’de gündemde olan kanun teklifleri içinde 2/1959 sayılı teklif ikinci sırada yer alıyordu.” Ne diyorsunuz arkadaşlar?
Y.S.: Madenlerden daha bizim çok çekeceğimiz var Ömer Abi. Çünkü ben, çevre koruma konusunda sivil toplum örgütlerinde çalışırken bundan 15 yıl önce çok belliydi bugünün geleceği, hatta 20 yıl önce de çok belliydi bugünün geleceği. Deli gibi maden ruhsatı dağıtılıyordu ve halen de deli gibi maden ruhsatı dağıtılıyor. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi - sanırım artık onda çok netleştim ben - satacak bir şey kalmadı. Yani toprağın altındakini ve toprağı satmaktan başka bir şey yok ellerinde ve biz bu sorunu, sıkıntıyı giderek de artan bir oranda yaşamaya devam edeceğiz. Ekolojik olarak madenlerin sorunlarını zaten uzun süredir yaşıyoruz. Örneğin; Burdur Gölü’nün kurumasının önemli nedenlerinden bir tanesi çevresindeki mermer ocakları - yeraltı suyunun akış yönünü değiştirdiler. O kadar çok etkisi var ki bazı yerlerde tarım yapılamıyor artık tozdan topraktan. Sadece madenin kendisinden değil, tozdan dolayı toprakta tarım yapılamıyor. Aynı şekilde madenin tozundan dolayı Giresun'da fındık yetiştiremiyorlar.
Ö.M.: Burdur Gölü de zaten %50 hacmini kaybetmiş son yarım yüzyılda galiba.
Y.S.: Evet, çok hızlı bir şekilde kuruyor çünkü hiç yeraltı suyu ulaşamıyor göle, yer üstünden zaten her yere baraj yapmış durumdalar, su ulaşamıyor. Madenlerin ekolojik zararlarını da henüz daha tam olarak yaşamadık bu arada. Yani ileride bunların acısını ve sancısını çok daha fazla yaşayacağız. Kazdağları’nın %75’i maden ruhsatlı ve %90’ı maden ruhsatlı olan iller var. Neredeyse bütün sınırlarının %90’ının tamamı madene verilmiş o ilin. Biz henüz daha onları yaşamadık.
Ö.M.: Daha biraz önce kısaca da olsa değinme fırsatı bulduğumuz Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın Muğla'nın Marmaris ilçesinde ÇED süreci başlattığını ve milli parka sadece 573 metre mesafedeki ormanlık alan içinde yeni bir taş ocağı maden projesi var. Proje, içme suyu tesislerine de çok yakın. Öte yandan da Enerji Bakanlığı’nın Anagold’un maden ruhsatlarını iptal etmediğine dair bir haber vardı Yeşil Gazete’de. Yani tehlikenin devam etmesi üzerine Erzincan İliç’teki felaketin ardından zaten aramaların, arama kurtarma faaliyetlerinin durdurulmuş olduğunu söyledik sabahleyin çok önemli bir haber olarak. Bu da son derece ciddi bir noktaydı. Şimdi de Anagold’un tepkiler üzerine işçilere 1 Nisan tarihine kadar izin verdiği haberi vardı. Daha önce taşeron işe çağırmıştı, ‘Normal vardiya devam ediyor, işe çıkacakmış gibi hazır şekilde duyarlı olalım, vardiya saatlerinde gereksiz haberlere kulak asmayalım’ dedikten sonra bu haber geldi. Enerji Bakanlığı’nın Anagold’un maden ruhsatlarını iptal etmediği haberi de CHP’den Deniz Yavuzyılmaz tarafından sosyal medya üzerinden verildi. Yavuzyılmaz, Erzincan İliç’teki Anagold maden sahasında yaşanan çevre felaketi sonrasında Enerji Bakanlığı tarafından madene verilen altı işletme ruhsatının iptal edilmediğini duyuruyor. Nedeni ise bilinmiyor. Çevre izin ve lisans belgeleri iptal edilen madenin ruhsatlarının devam ettiği belirtilmiş. Yavuzyılmaz da konuya dair yaptığı açıklamada, “Bir AK Parti klasiği. Erzincan İliç’te Anagold’un işlettiği altın madeninde yaşanan felaket sonrası işletmenin çevre izninin ve lisansının iptal edilmesine rağmen, Enerji Bakanlığı’nın Anagold’a verdiği altı işletme ruhsatının iptal edilmediğini tespit ettik,” diyor ve ekliyor, “Bu durum Anagold’un %80 ortağı olan SSR Mining şirketinin resmi teknik raporuna dayandırılarak kamuoyuyla paylaşıldı.” Böyle çok karmaşık durumlar var. Maden kanun teklifi meclisin gündemine geri alındı, onu da söyledik.
Erzincan'a sokulmayan aktivistlerin haberini de vermiştik. Yeşil Gazete'de yine var, 19 Şubat tarihli bir haber o da ve ‘Ölüm madeni kapatılana kadar eylemlere devam edeceğiz, bu sömürgeci anlayışla mücadeleyi bırakmayacağız’ mesajı veriyorlar. Yani İstanbul'dan Erzincan İliç’e doğru yola çıkıyorlar ve Sivas çıkışında durduruluyorlar, Erzincan'a girişlerine izin verilmiyor ekolojiye aktivistlerinin. Onların yayınladığı bir basın açıklaması var; yaşananları ekokırım olarak nitelendiriyor ve ‘maden derhal kapatılmalı’ diyorlar. Çok sayıda haber var bu konuda ve devam ediyor. Ben önce 400 bin kamyonluk bir temizlik operasyonunu aklım almadığı için acaba yanlış mı söyledim diye düşünmüştüm, 40 bin kamyon mu demiştim. Hayır, 400 binmiş ama durdurulmuş durumda şimdi. Değil 400 bin, dört kamyon bile yok yolda.
Hem Anagold, hem de Murat Kurum hakkında suç duyurusu yapıldı. Kimya Mühendisleri Odası, İliç’teki tek sorunun siyanür olmadığını, sodyum siyanürle yıkama sırasında altınla birlikte çözülmüş ağır metallerden kaynaklanan daha büyük bir risk olduğunu söyledi. Bağımsız Maden İş Sendikası da ‘İşçiye ölmek serbest, konuşmak yasak’ derken, TEMA Vakfı da ‘Türkiye'de vahşi madencilik sonlandırılsın’ diye açıklamalar yaptı. Türkiye Çevre Platformu (TURÇEP), ‘İktidarın madencilik politikası 400 bin kamyon siyanürlü toprağın altında kaldı’ diye bir açıklama yaptı. Yani bütün vahameti ile olayın devam ettiği ve artmakta olduğunu, daha dokuz kişinin yer altında olduğunu biliyoruz ama herhangi bir açıklama gelmiyor ve şimdi de durduruldu aramalar. Ne olacağını bilmiyoruz.
Bir iki kelimeyle de şuna değinelim; Erzincan İliç’teki çöpler altın madenindeki faciayla ilgili olarak 32 yıldır çevre alanında çalışan avukat Arif Ali Cangı ile konuşacaktık bugün ama mümkün olamadı maalesef kendisinin meşguliyetinden dolayı. İliç’teki denetim sürecini Yeşil Gazete’den Cansu Acar’a anlatmış; “Altın madenleri aslında sadece doğayı, toprağı, suyu, havayı değil, hukuku da kirletti,” diyor, önemli bir noktanın altını çiziyor ve ekliyor, “Siyaseti de kirletti, toplumu ve toplumsal ahlakı da kirletti. Ve bu, çok çarpıcı bir şekilde Erzincan'da görülüyor. Yani tablo net olarak ortaya çıkıyor; “Doğayı ve canlıları zehirleyen toksik maddelerin çevreye yayıldığı yığın liç kaymasının - ki şimdi bakanlığın son açıklamasına göre tekrar edebilir, genişleyebilir, tehlikesi var - arkasındaki ‘parayı verenin düdüğü çaldığı bir düzen var,” diyor Cangı ve bunların hiçbirisinin yapılmadığını, ciddi bir denetimsizlik olduğunu belirtiyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın, Maden Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) ruhsatları verdiğini ve aylık denetimlerle denetlenmesi gerektiğini ama yapılmadığını belirten Cangı, denetimlerin nasıl yapıldığına dair de önemli noktalara işaret ediyor, “O denetimler nasıl yapılıyor? Şirket gezdiriyor, yediriyor, içiriyor heyeti,” diyor.
Ayrıca bana çok önemli görünen bir nokta var, siz ne dersiniz; “Yerel topluluğu da ortak ediyorlar. Elbette şirket de sorumlu hatta öncelikle sorumlu şirket, zararları da karşılamak zorunda ama şirketin sponsorluğuyla devam eden Erzincanspor’dan Erzincan Valiliği’ne, Erzincan Belediyesi’ne, Erzincan Üniversitesi’ne kadar uzanan bir sorumluluk zinciri var,” diyor avukat Arif Ali Cangı ve ekliyor, “Üniversite dahil altın madeninden beslenmiş. Herkesin kendisinde bir sorumluluk hissetmesi gerekiyor öncelikle. Bundan sonraki süreçte var olan 20 küsur altın madeninde de benzer olaylar yaşanabilir. Bir araştırma, denetim yok ki.” Madencilik şirketlerine, proje dosyalarını hazırlayan şirketlere ilişkin denetim süreci sorusu üzerine de “Yok böyle bir şey,” diyen Cangı, bu tür altın madenlerinin hepsinde risk olduğunu - mesela Türkiye’de altın madenciliğinin Bergama Ovacık altın madeniyle başladığını ama altın madeni atık havuzunun her an yine patlayabileceğini belirtiyor, “Bir depremde, bir sarsıntıda patlayabilir. Patlarsa Bakırçay Ovası da gider elden. Biz bunu maden işletmesi gündeme geldiğinden beri söylüyoruz, dinleyen yok. Efemçukuru Altın Madeni ile vadiyi ağır metal kirliliği olan pasayla doldurdular. O pasalar bir aşağı kayarsa ne olur bilinmiyor, dere var altında.” Bakanlığın sorumluluğunu detaylı olarak anlatan Cangı, “Parasını veren düdüğü çalıyor, hepsi formaliteden ibaret,” diyor ve devam ediyor, “Hiç üzerinde durulmayan bir konu da maden şirketinin birinci sınıf gayri sıhhi müessese yani sağlığa aykırı kurum, kuruluş vasfı taşıması. Ne inceleme yapılıyor, ne bir şey. Her şey kağıt üzerinde yürüyor. Ruhsat kutsal belge niteliğinde ve hiç kimse karşısında duramıyor, hiç kimse onu eleştiremiyor ve Bakanlık tarafından verilen ruhsat her şeyin başlangıcı oluyor. Harcını öderseniz, ruhsatı alırsınız.” Ekokırım suçlarına karşı ise, “Sistem çökmüş, çürümüş vaziyette,” diyen Cangı, 32 yıldır çevre avukatlığı yaptığını söylüyor ve şöyle devam ediyor, “İnsanların hukuki haklarına ulaşma konusunda 30 yılda nasıl bir değişim olmuş? Aslında toplumda ciddi anlamda bilgilenme ve bilinçlenme oluştu. Ancak tam da bunun aksine yöneticilerimizde ciddi bir aymazlık oluştu, ciddi bir vurdumduymazlık oluştu. ‘Geliyorum’ diyen tehlikeyi yok sayan bir yaklaşım bu. Hukuk aşındı.” Belki günün sözü de yapabiliriz, sözlerini şöyle bitiriyor Cangı, “Ben diyorum ki, altın madenleri aslında sadece doğayı, toprağı, suyu, havayı değil, hukuku da kirletti, siyaseti kirletti, toplumu, toplumsal ahlakı kirletti ve bu çok çarpıcı bir şekilde Erzincan'da görülüyor. Şirketin sponsorluğunda olmayan kurum yok. Üniversitelere dershane yapmış, laboratuvar yapmış, şunu yapmış, bunu yapmış. İlk başlangıçta muhtarları gezdirdiler madende zaten.”
Evet, İliç faciasının kuralsızlığın ve kontrolsüzlüğün sonucu olduğunu gene Prof. Dr. Hayriye Özen de söylemiş, Yeşil Gazete de var. Bugünkü programı bitirmek zorundayız, vakit kalmadı ama durum çok boyutlu değil mi?
Y.S.: Bu arada küçük bir not ekleyeyim Ömer Abi bütün bu söylediklerinize. Bu madenin yeni açıldığı yıllarda İliç’e gitmiştik yine doğa konulu birtakım çalışmalar yapmak üzere ve oradakilerin hepsi altın madenini biliyordu ama kimse siyanürün ne olduğunu bilmiyordu.
Ö.M.: Evet, şimdi öğrendiler mi bilmiyoruz onu da.
Y.S.: Zaten şirket bunu anlatmıyordu insanlara.
Ö.M.: Evet, Erzurum'da yeni bir altın madeni kuruluyor diye yeni bir haber de var ama vaktimiz yok. Onu da yarın ve diğer haftalarda konuşma fırsatı buluruz. Peki, bitiriyoruz. Hoşça kalın.
Y.S.: Hoşça kalın.
Ö.Ö.: Hoşça kalın.