Ünlü Jeofizikçi, Volkanbilimci ve İklimbilimci profesör Bill McGuire’ın geçen yıl sonlarında yayımlanan Hothouse Earth: An Inhabitant’s Guide (Sera Dünya: Bir Yeryüzü Sakininin Rehberi) kitabından hareketle deprem hareketleriyle iklim krizi arasındaki bağlantıyı konuşuyoruz.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hali değildir.)
Ömer Madra:İklim İçinprogramında “Paris Anlaşması için bir fikr-i takip çalışması” diye bir alt başlığımız vardı. Şimdi bu büyük deprem felaketi gerçekleşince depremleri beklenmedik bir yerden iklim meselesine bağlamanın da zamanı olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Bill McGuire’ın Hothouse Earth: An Inhabitant’s GuideyaniSera Dünya adlı kitabı yayımlandı. Alt başlığı ise Bir Yeryüzü Sakininin Rehberi anlamına geliyor. Küresel ısınmanın seraya çevirmekte olduğu dünyada neler yapılabileceğini paylaşan ve artık tamamen tehlikede olan bir gezegende giderek yok oluşa doğru ilerlediğimizi gösteren önemli bir kitap. Yazarı Bill McGuire, jeofizik ve iklim tehlikeleri üzerinde uzmanlaşmış bir profesör. Ayrıca iklim krizi üzerine birçok araştırmaya imza atmış biri. Sera Dünya’nın ilginç bölümlerinden biri, “Son Dakika Golleri” isimli yedinci bölüm. İyi başlayıp kötü biten durumlardan bahsediyor. Bu alanda çalışan binlerce araştırmacının yaptığı araştırmalara ve müthiş bir veri biriktirilmiş olmasına rağmen hâlâ iklim biliminde iyi anlaşılamayan ve mekanizmalarının nasıl çalıştığını kolay kolay ortaya koyamadığımız noktalar var. Bazı durumlarda bunlar birer son dakika golü olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu muazzam etkili sonuçlarını önceden görüp kestirmek de o kadar kolay olmayabilir.
Bill McGuire, bu noktalardan kaygı verici olanları saymış: Gulf Stream (Körfez Akıntısı) denen akımların yönünün ve dönüşünün ısınma ile değişikliğe uğraması meselesi var bir kere. Nasıl “çalıştığı” bir türlü tam olarak anlaşılamayan AMOC (Atlantic Meridional Overturning Circulation) denen akıntıların dalgalar halinde dönüşümü. İkinci olarak karbon yutakları meselesine ve küresel ısıtmanın yağmur ormanları üzerinde geri dönüşü olmayan izler bırakacağına değinmiş yazar: Karbonu emerek atmosferde toplanmasını engelleyen yağmur ormanlarının tersine dönüşüp karbon salım kaynağı olmasını ve bunun yol açacağı feci sonuçları anlatıyor. Üçüncüsü, permafrost olarak adlandırılan daimî donmuş toprak tabakasının, küresel ısınma sebebiyle hızla çözünmesiyle birlikte özellikle Sibirya'da milyonlarca kilometrekarelik alanda açığa çıkan “metan bombaları”. Bu “bomba”ların dünya üzerinde birçok yerde pek çok soruna sebep olacağını yazıyor.
Yazar, dördüncü ve son noktada ise bizi şu günlerde müthiş ilgilendiren bir noktaya dikkat çekiyor: Yeryüzü tabakaları nasıl birden harekete geçer? Tehdit sadece yeraltından gelen metan gazı püskürmesiyle sınırlı değil. İklim değişikliği, daha sıcak hale gelen bir dünyada yeryüzü tabakalarında sarsıntılara ve depremlere yol açabilir. Üstelik, bunun olma olasılığı sandığımızdan çok yüksek. Küresel ısınma volkanların patlamasına veya kıyı şeritlerinde tsunamiler yaşanmasına sebep olabilir. Bill McGuire, “Bunları kavramak çok kolay değil. Bunların artık delilik, çılgınlık gibi göründüğünü biliyorum. Ancak, gerçek bu” diye yazıyor. 20 bin yıl önce gezegenin bir “buzdolabı” olduğunu, buzulların Avrupa'nın ve Kuzey Amerika'nın çok büyük kısmını sardığını söylüyor. Takip eden 15 bin yılda Dünya’nın inanılmaz bir değişime uğradığını söyleyen Bill McGuire, “Medeniyetimiz büyüdü ve gelişti. Ancak bunun bazı sonuçları var. Bunlardan biri, yükselen sıcaklıkların buzulları güneş altında kalmış tereyağı gibi eritmesi. Bu, zamanla yeryüzünün birçok yerinde devasa su kaynaklarını yarattı” diyor.
Bir bilim insanı olarak anlattığı şey bana önemli geliyor: “Devasa buz ağırlığının kalkması ve bunun sonucunda, onca zamandır bastırılmış durumdaki yeryüzü tabakasının birden geri esnemesi Kuzey Avrupa'da beklenmedik depremlere yol açtı. İzlanda'da korkunç volkan patlamalarına, Norveç'in kıyılarında ise büyük bir heyelana sebep oldu. İskandinavya'yı ve Britanya'nın doğu kıyısını da tsunami vurdu” diyor. Yerkabuğuna yüklenen bu büyük yük, kıyı bölgelerinde volkan patlamalarına sebep oluyor. Bu çok ilginç bir şey. Kuzeyde buzulların erimesi neden kıyılara etki ediyor? McGuire, küresel ısınmanın bir sonucu olarak jeolojide büyük değişiklikler olduğunu söylüyor. Bir yandan Grönland’daki ve Antarktika'daki devasa buzullar hızla erirken, Kuzey ve Güney kutuplarındaki deniz seviyelerinde yükselme hızlanıyor ve gezegenin kabuğu da strese giriyor. Yüksek, büyük buz ve su kütlelerinin yer değiştirmesi sonucunda pek çok deprem meydana geliyor. Bunlar bilimsel araştırmaların sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Güney Alaska'da da uyuyan bir dev var. “Kömür madenindeki kanarya” diye de adlandırılıyor. Yatay, bir kilometrelik buz kütlesi son yüzyıl içinde ortadan kalkmış. McGuire, bu devasa yükün kalkmasının deprem faaliyetlerini arttırdığını söylüyor. Sert tabakanın, yani toprak tabakasının küresel ısıtmaya cevabı olarak, küçücük çevresel değişikliklerin muazzam sonuçlar doğurabileceğini de ekliyor.
McGuire ayrıca “Deprem olduğu zaman, o fayın magma dolu toprağı tetiklemesi volkanik patlamalara yol açar” diyor. Ve ekliyor: “Fizik ‘küçücük bir etkinin çok büyük bir tepkiye yol açabildiği bir sistemdir. Hızlanan su yükselmeleri ve aşırı hava durumları potansiyel olarak ölümcül jeolojik hareketlere yol açabiliyor” diyor. Maraş merkezli devasa depremden sonra kitaba tekrar dönüp baktığımda, şu bölüm dikkatimi çekti: Kıyı bölgeleri (Hatay, İskenderun bunlara birer örnek) genellikle tektonik levha hareketlilikleriyle sınırlı ve sonuç olarak pek çok aktif volkanın ve deniz depreminin etkilediği bölgelerdir Eğer bunlar bir şekilde tetiklenirse yer kabuğunun çok hızlı bir şekilde harekete geçebileceği ve volkanik patlamalara yol açabileceği belirtiliyor Sera Dünya kitabında. Alaska'daki Pavlof Volkanı buna muazzam bir örnek. Aynı zamanda Kaliforniya'nın San Andreas Fayı da kıyılardaki durumun nasıl gelişeceğini ve yükselen tansiyonun, gerilimli fayı çok daha kolay kırılır hâle getireceği gösteriyor.
Sonuç olarak, küresel ısınmanın veya ısıtmanın beklenmedik sonuçlarını hızla görmeye başladık. McGuire, “Birçok insanın hatta iklim bilimcilerin bile durumu bu netlikte göremediklerini ifade etmek zorundayım” diyor. “Bununla birlikte,” diye ekliyor, “durum o kadar net ki; artık biz çocuklarımıza ve onların çocuklarına sadece çok daha sıcak bir dünya değil, jeolojik olarak çok daha kırılgan, çatlayan, patlayan, dökülen bir dünya miras bırakıyoruz. Onun için, fosil yakıtlarla mücadele, yani bu yakıtların yasaklanması, can alıcı önem taşıyor.”
On binlerce yıllık ritüel değişiyor
Yücel Sönmez: Programda birkaç güzel haber de verelim. Türkiye'nin 498. kuş türü Karabaşlı Çulha Kuşu oldu. Geçtiğimiz yıl Iğdır'da halkalanmıştı, dünyanın en nadir kuşlarından biri olarak kabul ediliyor. Yolu buraya düşmüştü. Makalesi geçtiğimiz günlerde çıktı ve resmî olarak ülkenin 498. kuş türü oldu.
Uzun arayışlar sonucunda, öldüğünden korktuğumuz leoparın Türkiye'de yaşadığı, canlı olarak gezdiği netleşti. Araştırmalar daha da genişletildi ve Hasankeyf civarında, Sason Dağı'nda kar leoparı gördük. Çok net, çok güzel görüntüler yakaladık. Hasankeyf çok uzun süredir bu canlının yaşam alanı olarak biliniyor ve kabul ediliyordu. Özellikle sular altında kalan Dicle Vadisi, hayvanın yaşayabileceği nadir yerlerden biriydi. 400 kilometrelik bir vadinin sular altında bırakılarak yok edilmesi inanılmaz.
Türkiye'deki kış koşullarının yumuşak geçmesi nedeniyle doğada çok enteresan şeyler olmaya başladı. İstanbul'a kar yağıyor olsa ve kış gelmiş gibi görünse de aslında mevsim normallerinin aşıldığı bir dönem yaşıyoruz. Uzun süre kış olmadı. Bu, doğada enteresan yansımalara neden oldu. Normalde kış aylarında buraya gelmesi gereken canlılar gelmedi. Özellikle kuşlar, hareket kabiliyetleri yüksek olduğu için her şeye ani tepki verebiliyor. Kışın etrafımızda görmemiz gereken kuşlardan bazılarını maalesef görmedik. Gediz Deltası, Küçük Menderes Tarlası, Milas, Tuzla, Büyük Menderes, Bafa Gölü, Tahtalı Barajı, Köyceğiz Gölü gibi noktalarda her yıl kış ortasında kuş sayımları yapılır. Ege Bölgesi'nde yapılan sayımlarda popülasyonun olağanüstü derecede düşük olduğu ve bazı türlerin Türkiye'ye neredeyse hiç uğramadığı ortaya çıktı. Kılkuyruk kuşu, kaşıkgaga… Bu yıl Türkiye’de yok denecek kadar az.
Ö.M.: Su kuşlarının bu kadar az gelmesinin sebebi, Tuz Gölü başta olmak, üzere kuraklıklar. Değil mi?
Y.S.: Gelmeme sebepleri Kuzey’de yeterince kış olmaması. Dolayısıyla göç etme gereği duymuyorlar ve yolları buraya düşmüyor. Binlerce, on binlerce yıllık ritüel değişiyor. Çok önemli bir şeyden bahsediyoruz.
Kuruyan göller konusunu da incelediler. Marmara Gölü geçtiğimiz yıl kurumuştu, şimdi tarla olarak kullanılıyor. İçler acısı bir manzaraya sahne olmuş. Su kuşları burada hâlâ göl olduğunu düşünerek gelmiş. Etrafta görülmüşler. Ama maalesef ortada göl yok. Çok acı verici bir durum.
Yine aynı şekilde kuş sayımları sırasında sulak alanlar ziyaret ediliyor. Kuş sayımını yapan arkadaşlarımla konuştuğumda ilk izlenimlerinin içler acısı olduğunu paylaştılar. Sulak alanlarda su seviyesinin önemli oranda düştüğünü ve buraya gelen türlerin de sayıca az olduğunu söylediler. Türkiye'nin doğasında olağanüstü şeyler yaşanıyor.
Ö.M.: Malatya Valiliği, büyük deprem faciasından sonra Sultansuyu Barajı'nın tedbiran kademeli olarak boşaltılacağını duyurdu. Bunun sonuçları önümüzdeki günlerde dikkatle takip edilmeli.
Y.S.: Bu bölge aynı zamanda Fırat ve Dicle nedeniyle Türkiye'nin en büyük barajlarına ev sahipliği yapıyor. Suların önünde bir sürü baraj kurulu. Deprem bana barajların durumunu düşündürdü. O suyun birdenbire, tekrar nehir yatağında hareket etmesi daha büyük bir felakete yol açabilir. Bütün barajlar incelenmiş. Bir barajda çatlaklar olduğu ifade edildi. Dolayısıyla barajın topladığı su boşaltılıp duvar üzerindeki yük hafifletilecek. Aslında bu çok büyük bir risk. Özellikle baraj duvarının alt tarafındaki yerleşim için ama sadece insanlar için değil. O nehir yatağını, o vadiyi kullanan tüm canlılar için büyük bir tehdit.