Yücel Sönmez ve Özdeş Özbay, İklim İçin'de Türkiye Ormancılar Derneği (TOD) Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Atmış ile Türkiye'deki ormanların genel durumu hakkında konuşuyorlar.
Yücel Sönmez: Herkese merhaba, bir İklim İçin programında daha beraberiz. Ben Yücel Sönmez.
Özdeş Özbay: Ben Özdeş Özbay.
Y.S.: Bugün Ömer Madra aramızda olmayacak. Destekçimiz Nur Sezgin'e de teşekkür ederiz. Bugün Türkiye Ormancılar Derneği (TOD) Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Atmış konuğumuz olacak. Hoş geldiniz.
Aslında kendisi bugün İstanbul’da Sarıyer Belediyesi ve Türkiye Ormancılar Derneği tarafından Cumhuriyetin 100. yılı etkinlikleri kapsamında düzenlenen ‘Yangından da Beteri Var: Ormanların Ormancılık Dışı Kullanımlara Tahsisi’ isimli panele katılmak için burada. Panelde ormanlık alanların ormancılık dışı amaçlarla kullanıma açılmasına dikkat çekilmesi ve orman tahribatının irdelenmesi planlanıyor. Biz de panel öncesi hem biraz paneli hem de Türkiye'nin ormanlarının genel durumunu konuşacağız. İlk olarak, bu yılı nasıl geçirdik? Nasıl bir orman yangını sezonu geride kaldı? Ne kadar ormanlık alan kaybettik? Bu yıl ne öğrendik, daha önce öğrendiğimiz neleri unuttuk? Bunları sizden dinleyerek başlayalım.
Erdoğan Atmış: Öyle pek öğrenmiyoruz aslında, pek ders de çıkarmıyoruz. Biliyorsunuz, 2020’de 21 bin hektar ormanımız yanmıştı. Son 10 yılın ortalaması ise yedi bin hektardı yani üç katına çıkmıştı bu ortalamanın. 2021’de ise büyük bir yangın felaketi yaşamıştık; 140 bin hektar. Son yılların ortalamasının 20 katı kadar ormanı kaybetmiştik. Ondan sonra da 2022’de 10 bin hektarı aşmıştı. Şimdi bu yıl da herhalde 10 bin hektarı aştı. Herhalde diyorum çünkü bunlar Orman Genel Müdürlüğü tarafından net olarak açıklanmıyor sene bitmeden.
Yani biz yedi bin olan ortalamayı 10 binin üzerine taşımış durumdayız son dört yılda. Hatta 2021’i çıkarırsak 15 bine yaklaşacak ortalama. O yüzden orman yangınları konusunda hassas olmamız gerekiyor. Ama hassaslık nedir? Yani nasıl önlemler alınıyor? Mesela insanların piknik yapmasını yasaklıyorlar, ormanlık alanlara girişini engelliyorlar. Doğru, bunları yapmamız gerekiyor ama…
Y.S.: Şunu sormak istiyorum; yangınların etki alanı arttı, sayısında da bir artış var mı?
E.A.: Tabii, senede %2, %3, %4 şeklinde artıyor yangın sayısı. Yani mutedil olarak artıyor. Yanan alan miktarı ise daha hızlı artıyor. Yangın sayısı daha düşük ivmeyle artıyor. Yanan alan miktarındaki senelik artışı biz iklim değişikliğine bağlayabiliriz, yazların daha kurak geçmesine bağlayabiliriz ya da iklim değişikliğine göre orman yangınları mücadele planı belirlenmemesine de bağlayabiliriz. Ama yangın sayısını artmasının nedeni başka. Aslında bugün anlatacağımız konular da bunlar.
Şöyle ki, biz ne yazık ki ormanların içinde 10 binlerce tesise izin veriyoruz her yıl ve bu artıyor. Yani şu an 100 binin üzerinde farklı tesis; otel olabilir, havalimanı olabilir, yol olabilir, maden tesisi olabilir, termik santral olabilir… 100 binin önünde farklı statüye toplam 811 bin hektar ormanlık alan vermişiz, ormanlarımızı tahsis etmişiz. Üstelik bir daha bu alanlar ormana dönüşmeyecek, orman ekosistemine dönüşmeyecek. Orada otel var, havalimanı var, yol var.
Y.S.: Hocam, bu alan gözümüzde nasıl canlansın büyüklük olarak? Yani rakamın ötesinde bir şeyle kıyaslayacak olursak yanan alanlarımızın kaç katı? Bir yılda yanan alanlarımızın örneğin.
E.A.: Şöyle söyleyeyim, Biz o çalışmayı yapmıştık ve açıkladık. Doğanay Hocam da çok paylaşır. Yanan ormanlar tekrar gelebiliyor ama bu tahsis edilen alanlar gelmiyor. Biz, 2012 ve 2020 arasında bir çalışma yaptık. Buna göre yılda ortalama dokuz bin hektar alan yanarken, aynı yıllardaki yıllık tahsis edilen alan 36 bin hektardı, yani dört katı. Dört katı! Yılda yanan ormanlarımızın dört katı bu tür tahsislere konu oluyor. Asıl tehlike bu ve bu bir daha geri dönmemek üzere oluyor. Biz bu konuda uyarmak istiyoruz.
Ben 20 yıldır bu konuları gündeme getirmeye çalışan birisiyim. Ne yazık ki gündeme getiremedik, aslında anlattık yani sizlerle konuştuk, başka medya mensuplarıyla konuştuk, anlatmaya çalıştık, kitabını yazdık, makalesini yazdık ama olmadı. Ama bu sene Akbelen’de yaşananlardan sonra bu konu biraz daha böyle herkesin gözü önüne geldi. Biz de tekrar anlatmak istedik. Akbelen Ormanı’nda bir termik santral var. Oradaki termik santral için açık maden işletmeciliği yapılacak. Bunun için de ormanlar, tarım alanları, zeytinlikler kesilip yok edilecek.
Y.S.: Ama bu korkunç bir rakam değil mi? Evet, her yıl yanan ormanlar yüreğimize de yanıyor ama onun dört katı kadar ormanı da bu tesisler yüzünden kaybediyoruz. Peki, daha çok ne tür yatırımlarla kaybediyoruz bunları? Orman alanları için en büyük tehdit sıralamasını yapar isek madenler, HES’ler, yollar ve benzeri tahsislerden sıralama nedir?
E.A.: Orman Genel Müdürlüğü bu konularda çok genel rakamlar veriyor. Onun verdiği rakamlara göre en çok enerji yatırımlarından dolayı orman kaybediyoruz.
Ö.Ö.: …ki enerji yatırımları en çok yangına neden olan unsurlardan biri bildiğim kadarıyla.
E.A.: Evet, bu konuda Orman Genel Müdürlüğü de kendi hazırladığı raporlarla şimdi uyarıyor aslına bakarsanız. Örneğin, 2021’de biraz önce bahsettiğimiz gibi, 140 bin hektar orman yandı. Bu ormanları hep şöyle açıkladılar; ‘teröristler yaktı, şunlar yaktı, bunlar yaktı…’ Ama orada bir bağlantı kurulamadı. Daha sonra bu yanan alanların dörtte birinin enerji tesislerinden kaynaklandığı görüldü.Yani yaklaşık 37 bin hektar yanan alan, 2021’de enerji iletim hatlarından ve trafolardan kaynaklanacak şekilde yandı ve bu her sene artıyor. 2015’ten beri Orman Genel Müdürlüğü’nün bir değerlendirmesi var ve ben de bunu çalışmalarıma aldım. Her sene artıyordu, %5’ti, %10 oldu ama sonra 2021’de rekor oldu; yanan alanların %26’sı enerji tesislerinden kaynaklanan sebeplerle yandı. Büyük bir tehlike bu.
Y.S.: Tabii şu da var değil mi hocam? Bu iletim hatlarının altının tıraşlanması zorunluluğu nedeniyle kaybedilen orman ve ağaç kısmı da var bu işin içinde.
E.A.: Tabii.
Y.S.: Zaten işe yaramıyor tıraşlama aslında. Bu tıraşlama yapılma zorunluluğu varken, yanan alanların bu miktarı da enerji hatları sebebinden ise bu tıraşlama da pek işe yaramıyor anlamına gelmiyor mu?
E.A.: Çok haklısınız, kesinlikle, çünkü o bakım çalışmaları çok düzenli sürdürülmüyor. Enerji tesisi sahipleri ki bunun içinde özel sektör de var, devlet de var, onların bu bakım çalışmalarının yapmaları gerekiyor ama aynı zamanda elektrik iletim hatlarını güçlendirmeleri gerekiyor. Aynı zamanda yer altında yani toprağın üzerindeki ağaçları tıraşlamaları gerekiyor ki o hatlar koptuğu zaman bir yangına neden olmasın. Ama burada da eksiklikler var, uzmanlar uyarıyor bu konuda ama yeterli önlem alınmadığı için yangınların dörtte biri bundan kaynaklandı. İşte bunlar asıl en önemlisi, alınması gereken önlemler. Bizim de anlatmak istediğimiz bu. Bu tür tesisler orman içinde, 100 binin üzerinde farklı tesis ve bu kadar çok miktarda kuruluyor. Haliyle orada çalışan makinelerle, elektrik sistemleriyle, çalışan insanların bu sahaya girip çıkmasıyla yangın riskini de arttırıyorsunuz. Yani bizim bir gün ki toplantıda, büyük bir panelde de ele alacağımız tesisler konusu aslında yangınlarla da çok ilgili.
Y.S.: Peki hocam, bu iş niye bu kadar kolaylaştı? Eskiden Orman Kanunu oldukça sıkı bir kanun olarak bilinirdi ve ormanları koruduğuna inanılırdı. Ne oldu, neler değişti de ormanlara bu kadar büyük yatırımlara izin verilir hale geldi?
E.A.: Hepsi ‘kalkınma’ iddiasından kaynaklanıyor. Yani tabii ‘kalkınma’ derken tırnak içinde kullanıyorum. Ülkenin ekonomik anlamda büyüyeceği vaadiyle bu şeyleri yapıyorlar. 80’li yıllarda turizm tesisleri için bu kullanıldı. Daha yoğun olarak Ege ve Akdeniz kıyılarını ve oradaki ormanları otellerle doldurdular. Deniz kenarını parsellediler. 2004’te Maden Kanunu’nu değiştirdiler. Maden Kanunu değişince Orman Kanunu’nu da değiştirdiler, ormanlarla ilgili yönetmelikleri Maden Kanunu’nda da değiştirdiler ve öyle bir şey yaptılar ki bununla birlikte, madenlere izin verme yetkisini Orman Genel Müdürlüğü’nün elinden aldılar. İşi o kadar hızlandırdılar ki bürokrasiyi azalttılar. Yani o kadar hızlandırdılar ki 2004’ten sonra maden tesisleri zıpladı, 23 kat arttı. Bunun çalışmalarını da o yıllarda yapmıştık, uyarmıştık. Hatta bu yetmezmiş gibi, 2010’dan sonra sadece maden değil enerji olsun, diğer konular olsun, bunların hepsinde kolaylaştırdılar. Orman Kanunu’nun 16., 17. ve 18. maddesini değiştirdiler. Onlarla ilgili yönetmekleri değiştirdiler. Turizm Kanunu’nda da değişiklikler yaptılar. O kadar kolaylaştırdılar ki. Eskiden bunlar kamu yararı adı altında yapılıyordu. Anayasa’da böyle söyleniyor; ‘Kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz’ diyor Anayasa’nın 169. maddesi.
Ö.Ö.: Çok enteresan hocam, sanki enerji tesisi kamu yararına ama ormanlar kamu yararına değilmiş gibi bir algı yaratılıyor.
E.A.: Kesinlikle. Bir maden çıkarıyorsunuz, altın çıkıyor, orada bir kere çıkıyor değil mi? Bir kere çıkıyor, bitiyor ve ondan da kazanan kim belli değil.
Y.S.: Hocam, o madeni kapatıp eski haline getirdiklerini iddia ediyorlar.
E.A.: O da başka bir konu. Bu konunun uzmanı bugünkü panelistlerden, benim de hocam Prof. Dr. Doğan Kantarcı. Bir toprak ekoloji uzmanı ve Türkiye'nin en saygın isimlerinden birisi. Doğan Hoca’ya göre bu ormanları geri getirme diye bir şey yok. Rehabilitasyon denen şey, kağıt üzerinde kalan bir şey. Bunlar geri gelmedi zaten, siz bir ormanı yıktığınız zaman bunu geri getiremezsiniz. Yani bir dağdaki ormanı siz kesiyorsunuz, o dağı indiriyorsunuz, altından maden çıkarıyorsunuz, oraya başka bir şey yapıyorsunuz, ağaçlandırsanız da orası o orman olmuyor artık. O orman ekosistemine artık dönüşmüyor.
Y.S.: Peki hocam, kamu neden sürekli ormanlık alanlarının arttığı yönünde açıklamalar yapıyor? Yani sizinle kamu arasındaki hesap farkı nereden kaynaklanıyor?
E.A.: Dediğim gibi, 811 bin hektar, bu bütün ormanlarımızın %3,5’i demek. Yani şu anda otele dönüşmüş, havalimanına dönüşmüş, termik sanatlara dönüşmüş olan bu alanlar da hala daha kağıt üzerinde orman görünüyor, bunlar hiç eksilmemiş gibi görünüyor mesela. Ben bunu yıllardır iddia ediyorum ve itiraz edemiyorlar buna. Yani her şeyden önce şu an arttığı açıklanan ormanlık alanın %3,5’ini düşmeniz gerekiyor. Ayrıca şu da var; biz, 2019’da Orman Genel Müdürlüğü verilerini aldık. 81 ilde, 2005 ile 2015 arasındaki orman alanı değişimlerini çalıştık. Gerçekten 60 ilimizde ormanlarımız artıyordu ama göç veren illerde, köylerin boşaldığı illerde artıyordu. Ormanların azaldığı 19 il var; Marmara Bölgesi’ndeki üç il hariç Yalova, Sakarya ve bir il daha var, hepsinde orman azalıyor, Ege’de de, Akdeniz’de de. Yani bizim yerleşimin yoğunlaştığı yerler azalıyor.
Bir orman artışı var ama o kendiliğinden orman, kırsal kesimlerde oradaki tarımdan vazgeçildiği için, hayvancılıktan vazgeçildiği için kendiliğinden ormana dönmüş alanlar. Orman sayısını bu ormanlar arttırıyor. Buna itirazım yok ama diğer taraflarda da göç alan yerlerde de ormanlar azalıyor. Özellikle tesislerle birlikte düşününce çok ciddi bir azalma var. Çok yoğun çünkü büyük bir rant var. Mesela bu sene bir kanun değişikliği yaptılar. Kent çevresindeki ormanları da orman dışına çıkardılar.
Ö.Ö.: Orman tanımı içerisinde yeni ağaçlandırılan yerler var mı? Hani ‘1 milyon ağaç diktik, şu kadar ağaç diktik’ gibi, bunları ne zaman orman tanımı içerisine alıyorlar ya da alıyorlar mı?
E.A.: Milyarlarca fidan dikiliyor diyebiliriz ama bu fidanların bir kısmı kampüslere bir kısmı da yol kenarlarına dikiyoruz. Bir orman alanına veya orman alanının kenarında bir yere dikilmiyor bunların çoğu. Bunlar sayısal olarak kalem oyunları. Ben size doğrusunu Orman Genel Müdürlüğü’nün Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) vermiş olduğu raporlardan söyleyeceğim. Türkiye'de 1940’lı yıllardan beri ağaçlandırma yapılıyor fakat 1940’lı yıllardan beri Ormancılık Teşkilatı’nın yaptığı bütün o ağaçlandırmalar içinden ormana dönüşen alan, tüm alanlarımızın sadece ve sadece %3,2’si ki bu ormanların büyük bir kısmı doğal ormanlar, eskiden biz yokken de bu topraklarda olan ormanlar. Nitekim dünyada da bu durum benzer seyrediyor. Dünyadaki bütün ormanların sadece ve sadece %7’si ağaçlandırmayla kazanılmış, %93’ü doğal orman zaten.
Ne kadar iddialı olsanız da ‘biz bu kadar dikiyoruz ediyoruz’ diye, aslında yeni orman üretemiyoruz. Aslolan doğal ormanları korumak.Yüzlerce yıldır bu ekosistemde yaşayan ormanlar ile yeni dikilen fidanlar farklı. Belirli şartlarda bir araya gelmişler, yaşıyorlar. Sizin o bütünlüğü bozmamanız lazım. Siz bir yere sadece fidan dikince orayı ormana çevirmiyorsunuz. Orada bir orman ekosistemi oluşması lazım, belki alan olarak orman oluyor ama orman ekosisteminin oluşması için onlarca yıl geçmesi gerekiyor. O açıdan diyebiliriz ki bu bir halkı yanıltma. 2B’lere ek 16. madde ile tahsislerle ormanlara büyük zarar veriliyor. Ekonomik kalkınma adına ormanlar gözden çıkarılmış durumda bu iktidar zamanında. Biz kitabımızda iktidarın ve muhalefetin bu konuda ne kadar sorunlu olduğunu ve ormana yaklaşımlarının, doğa yaklaşımlarının ne kadar sorunlu olduğunu anlattık ama kulak veren olmuyor ne yazık ki. Yaptıkları halkı yanıltmak, kalkınma adı altında birtakım çevreleri zengin etmek.
Türkiye Madencilik Raporu’ndan basit bir örnek; madencilerin hazırladığı rapora göre Türkiye’de 2020’de madencilikle kazanılan gelirin sadece %3’ü devlet katkısı olarak devlete ödenmiş. Geri kalanı ise o şirketlere… Belki kurumlar vergisi veya kişisel vergiler kesilmiştir, bilemiyorum. Başka bir örnek verelim; bir mermer ocağı açıldığı zaman sekiz ay içinde bütün masrafları amorti ediyor ve kara geçiyor. O yüzden herkes mermerci oldu, herkes madenci oldu. Her tarafı delmeye çalışıyorlar. Zaten buna hizmet eden bir hükumet politikası var. Maden ve Petrol Arama Genel Müdürlüğü, üç ayda bir 300-500 tane ruhsat hazırlıyor. Hiç, nerede olduğuna bakmadan hazırlıyor ve belirli çevrelere dağıtıyor. Onlar da bu ruhsatları kullanarak, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Raporu süreçleri gibi süreçlerden sonra çalışmalara başlıyor. Buradan elde edilen gelir, ister altın olsun, ister mıcır olsun halka gitmiyor. O işletme sahibi kim ise yerli veya yabancı fona aktarılıyor. Bu da hiçbir şekilde kalkınmaya hizmet etmiyor. Hizmet etmediği gibi doğamızda da çok büyük bir yıkım yapıyor.
Y.S.: Hocam, doğamızı yıkıyor derken yine ormanlarla ilgili çok göz önünde olmayan fakat özellikle biyolojik çeşitlilik açısından olumsuz yönde etkilendiğimiz bir parçalanmışlık ve bölünmüşlük var. Yani bu bahsettiğimiz 100 bin yatırımın neden olduğu sonuçlardan bir tanesi de bu. Bu da ormanlarımız için ciddi bir problem.
E.A.: Çok doğru. Meslektaşım ve çok değerli dostum Cihan Erdoğan bu durumu fark etti ve benimle paylaştı. Sonra ikimiz de ayrı ayrı yazılar yazdık. Bunu gündeme getirdik. Orman Genel Müdürlüğü, ‘Sürdürülebilir Orman Yönetimi’ raporları hazırlıyor. 2008 ve 2019 için hazırladığı raporlara baktık. Can Hoca fark etti, 11 yılda bizim ormanlarımız parça sayısı bakımından %56 artmış. Yani bizim üç hektardan küçük orman parçalarımızın sayısı %118 artmış. Yani bizim büyük parçalı ormanlarımız bin hektardan büyük, 100 hektardan büyük 10 hektardan büyük ormanlarımız o şekilde tasvip ediliyor. Onların sayısı azalmış ve üç hektardan küçük ormanlarımızın sayısı artmış ki bu alanlar içinde özel arazi var ise onlar orman bile sayılmıyor. 2B ile parçalamışız, ek 16. maddeyle parçalamışız. Ne yazık ki çıkan kanunlar, yönetmelikler hep bu yönde.
Biz, 6 Şubat’ta büyük Maraş merkezli depremi yaşadık, büyük acılar içindeydik. Bizim orman teşkilatımız ne yaptı o sırada biliyor musunuz? 15 Şubat’ta, depremden sadece dokuz gün sonra bir yönetmelik yayınladı. Artık ormanlık alanlara eğitimden tutun, mezarlığa cezaevine kadar katı artık her şey yapılabiliyor. Örneğin, güneş enerji santrallerine izin verilmiyordu ormanlarda, ona izin veren bir yönetmelik bu. Aynı zamanda havalimanlarına izin verilmiyordu fakat havalimanları da yapılacak. Yakıt tesisi, AVM, otel veya birçok şey için de izin veren bir yönetmelik çıkardılar. Maraş depreminden sadece dokuz gün sonra oldu bu.
Ülkenin kafası, yönetimin kafası ormanı, doğayı ne şekilde parçalarım, nasıl dağıtırım, buralarda hangi rantı sağlarım diye çalışıyor. Bu bakış açısıyla ne ormanlar yönetilir, ne ülke yönetilir. Bir süre sonra ne yazık ki ülke daha da fakirleşecek. Sadece ekonomik olarak değil, doğa olarak da fakirleşecek. Yani doğamız da elimizden gidecek böyle giderse.
Y.S.: Peki Hocam, o ormanlarımızın sağlığını bize kısaca özetleyebilir misiniz? Hastalığı artan, kanser hücresi artan bir organizmaya benzetmemiz mümkün mü?
E.A.: Evet ve birçok farklı nedenden kaynaklanıyor bu. Bakın çeşitli hastalıklar, mantarlar, böcekler var, aşırı odun üretimi var. Sırf piyasanın istekleri için o endüstri tesislerinin kazanması için ormanlarda kesilmesi gereken odunun yaklaşık %50’den fazlasını kesiyorlar şu anda. Tehlikeli bunların hepsi, dediğiniz gibi, kanserli hücre ama bunları biz üretiyoruz. Yönetim üretiyor, şirketler üretiyor, duyarsız kalan bizler üretiyoruz bunu.
Y.S.: Hocam, birkaç cümleyle de bugünkü paneli bize özetleyebilir misiniz?
E.A.: Tabii. Bugün Yaşar Kemal Kültür Merkezi'nde Türk Ormancılar Derneği ve Sarıyer Belediyesi ortak düzenliyor bu toplantıyı. Öncelikle bir panel var. Panel konuşmacılardan biri benim, biri Doğan Kantarcı, biri TEMA temsilcisi, biri de Elektrik Mühendisleri Odası temsilcisi. Panelde bu konuları çeşitli boyutlarıyla masaya yatıracağız. Sonra da Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelmiş yerel örgütler, mücadele örgütleri, bu konularda muhatap olanların, kendilerinin başına bu tesislerle ilgili neler geldi onu anlatacaklar. Bir de forum var akşam, şu anki dinleyicilerimizi o toplantıya davet ediyorum.
Y.S.: Çok teşekkür ederiz. İklim İçin programımızın sonuna geldik. Tekrar başka bir programda ormanlarımızı konuşmak üzere diyelim.
Ö.Ö.: Çok teşekkürler.
E.A.: Ben teşekkür ederim sizlere.