İklim İçin programının gündeminde Akbelen’de devam eden direniş ve bölgedeki arkeolojik inceleme çalışmaları ile Libya’da 2 binden fazla kişinin ölümü ve 7 bin kişinin kaybolması ile sonuçlanan kasırga vardı.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Ömer Madra: Bugün Akbelen'de neler olup bittiğini, Akbelen direnişinden İkizköylü Nejla Işık'la konuşacaktık. Cumhuriyet Halk Partisi'nin meclis toplantısında, Ankara'da yaptığı konuşmayla da gündeme epeyce gelmişti. Fakat anladığım kadarıyla görüşemiyoruz.
Yücel Sönmez: Bugün kendisiyle görüştüm. Dün görüştüğümde mevcut durum devam ediyordu. Mevcut durum tabii ki abluka altında olan olma durumuydu. Hem köy hem alan hem de kamp yeri jandarma tarafından ablukaya alınmıştı. Bugün radyo programının konuğu olacaktı. Ancak sabah görüştüğümde tablo tamamen değişmişti. Yine bir şafak baskınına uğradıklarını ifade etti. Kendileri kaymakamlığa gitmişlerdi ve oradan tekrar köye dönüyorlardı. Köye döndüklerinde maalesef iletişim olanaklarından yoksunlar. Çünkü iletişim kurulmasını engelliyorlar köyde. Ve dolayısıyla program konuğumuz olamadı kendisi ama durumdan kısaca bahsetti.
Dediğim gibi yine bir şafak baskınına uğramışlar. Nöbet alanı basılmış ve “biz istemediğimiz halde orası zorla boşaltılıyor” dedi kendisi. Köye döneceği için iletişim kuramayacağını hiçbir iletişim olanağına sahip olamadıklarını ifade etti. “Hatta özel arazilerimize, evlerimizin bahçelerine dahi iş makinaları, jandarmalar, kolluk kuvvetleri girmiş durumda ama ne olursa olsun biz bu işten vazgeçmeyeceğiz. Onlar Akbelen'i yok etmeyi akıllarına koymuşlar. Bu çok belli. Ama biz de sonuna kadar hakkımızı ve ormanı savunacağız” sözleriyle durumu ifade etti. En azından bu ifade ettiklerini dinleyicilerimize aktarmış olalım.
Benim anlamadığım şey şu: Ben doğa koruma hareketi içinde çok uzun süre geçirdim. Halen geçiriyorum. Bir sürü konuyla ilgili eylemlere katıldım. Daha önce bir sürü eylem organize ettim vesaire… Ben hayatımda ilk defa böyle bir şey görüyor ve duyuyorum. Düşünün ki bir kocaman köyün tüm iletişimini yok ediyorsunuz. Ve bunu bir şirketin çıkarları için yapıyorsunuz. Örneğin herhangi bir hastalık, acil durum da olsa oradaki insanlar dertlerine derman olabilecek insanlara ulaşamayacaklar. Gerçi kolluk kuvvetleri orada ama o derde derman olmak için değil derdi kanatmak ve yarayı derinleştirmek için hatta derdi büyütmek için orada. Bu bu alışık olduğumuz bir tabloydu. Ama iletişim kurmasını insan haklarına aykırı. Yani inanılmaz bir şey. Bir şirketin menfaatleri uğruna koca bir köyün, bir sürü insanın iletişim hakkını elinden alıyorsunuz. Bundan mahrum bırakıyorsunuz. Bu çok ilginç. Yani bu artık yeni bir boyut. Şirketin devletleşmesi, devletlerin şirketleşmesi aklıma direkt bu geldi sabah da bu durumu Nejla Hanım'dan duyunca. Ve şaşkınlık içindeyim açıkçası.
Özdeş Özbay: Akbelen direnişinden Bahadır Altan'ı konuk aldığımızda da jammerlar dolayısıyla 2 kilometre kadar öteye gidip oradan yayına katılmıştı.
Ö.M.: Çeşitli programlarımızda (başta Açık Gazete olmak üzere) Akbelen direnişine yer vermeye devam ettik. Bahadır Altan'la da, avukat İsmail Hakkı Atal’la da direniş üzerine konuştuk. Üç yıldır süren direniş, ağaç kesimleri başlayınca ciddi bir mücadeleye dönüştü. Orayı ziyarete gitmekte olan bisiklet sporcularını da üç ayrı kimlik kontrolüyle durdurduklarını duyduk. Hatta Akbelenlilerin Meclis’te genel görüşme açılması için bu konuda yaptıkları büyük o yolculukta da sekiz kere otobüsün durdurulup kimlik kontrolü yapıldığı söylenmişti. Hukuki temeli olsa bile tamamen kötüye kullanıldığı rahatlıkla söylenebilecek bir durum devam ediyor. Hatta Akbelen'de yaşayıp da dışarı çıkmış olan kişilerin de dönmelerine izin vermeme gibi yine hukuka aykırı durumlar var. Kendi oturduğu yere gidemeyen insanlar vardı.
Y.S.: Necla Hanım bu sabah konuşmamızda şunun altını çizdi: “Bizim evlerimizin bahçelerine, özel arazilerimize girmiş durumdalar.” Yani artık o derece iş çığırından çıkmış durumda hukuksuzluk konusunda. Bir yandan da arkeolojik kazılar başlamış alanda. Çok garip! Diyelim ki çok önemli bir antik kent bulduk. Ne olacak? Mesela proje rafa mı kalkacak? Yani çok anlam verilemeyen, tuhaf tuhaf şeyler yaşanıyor gerçekten.
Ama en önemlisi yine de insanların özgürlükleri ve haklarının gasp edilmesi. Yani nasıl olabilir? İnsan kendi köyünden telefon açıp bir ambulans çağıramayacak duruma gelebilir ya da herhangi bir dert olduğunda herhangi birine ulaşamaz duruma gelebilir. Ve bu bir şirketin çıkarları için yapılır… Bunu gerçekten aklım almıyor.
Ö.M.: Devlet şirket ilişkisi bir sistem meselesi olarak ortada bulunuyor. Maalesef burada bırakmak zorundayız ama takip edeceğiz. Yarın ve ondan sonraki günlerde de takibe alacağız.
Bir başka haber de Deştin'den. Dilan Pamuk’un özel haberi Yeşil Gazete'de yayımlandı.
Muğla'da yaşam alanlarını tahrip edecek çimento fabrikasının yapımına karşı direnen Deştinlilerin adalet nöbeti vardı. Bunun zaferle sonuçlanmış olduğuna dair bir haberdi bu. Mahkeme ekolojik yıkıma yol açacağı gerekçesiyle projenin ÇED raporunu yani Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’nu iptal etmiş. Muğla'nın Yatağan, Deştin ve Menteşe ilçelerindeki bayır köylerinin yakınlarına yapılması istenen entegre çimento fabrikasına karşı nöbet sürmüştü. Karbondioksit salımları açısından da aynı fosil yakıtlar gibi bir sonucu var çimentonun. ÇED raporunun iptal edilmesiyle süreç köylüler lehine sonuçlanmış. Muğla İkinci İdare Mahkemesi de itirazların bilirkişi raporunu kusurlandıracak nitelikte olmadığını belirtmiş. Bilirkişi raporu ve bilirkişi ek raporunun hükme esas alınabilecek yeterlilikte olduğuna karar verip Muğla Çimento Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'nin yapmak istediği entegre çimento fabrikası ve hammadde ocakları hakkında bu karara çıkmış. Ne demek hammadde?
Y.S.: Çimento yapımında kullanılan klinker diye bir madde var. Onların çıkarılması… Aslında büyük bir maden alanı demek bu. Yani toprağın altını üstüne getirmek demek. Doğaya korkunç tahribatlar veren, birkaç tane böyle alan gördüm. Yani öyle mermer ocakları gibi falan olmuyor. Devasa alanlarda toprağın altını üstüne getirerek yaptıkları bir şey bu.
Ö.M.: Yeşil Gazete’de inanılmaz değerlendirmeler de var: Yani üretim faaliyeti ile ilişkili emisyon debilerine yönelik detay verilmiyor. Bir kere ne kadar emisyon olacak? Belirtilmemiş! Bunların nakledilmesi sürecinde meydana gelecek emisyon değeri dahi ÇED raporunda belirtilen değerlerin çok üstünde. Nakledilmesi bile çevreye büyük bir zarar veriyor. Bu çerçevede ÇED raporunda yer alan Açık Ocak Madenciliği sürecinde oluşacak emisyon değerlerinin de denetime açık olmaması ve ayrıca parçacık etkisi ve çöken toz emisyonlarının ÇED raporuna doğru yansıtılmaması gibi tümüyle hukuka aykırı durumlar var. Yalnız hukuka değil aslında vicdana veya mantığa da aykırı durumlar.
Hatta mahkeme kararında bayağı şaşırtıcı şeyler var: Meteorolojik verilerin güncel olmaması gibi bir durum var. Yani daha önceki metodolojik hatalardan bahsediliyor. Nem oranı hatalı alındı, hakim rüzgar yönüne dair çalışmalar da hatalı deniyor. Bu nasıl bir rapor? Toz ve gaz emisyonundan kaynaklı ağaçların fotosentez yeteneğinin zarar görecek olması… İklim korumanın en temel meseleleri bunlar zaten. Mesela toz ve gazdan ağaçlar zarar görecek deniyor ama öte yandan da ısrar ediliyor bunun yapılması için. Ve çok sayıda ağaç kesimi yapılmasının orman ekosistemine olası etkileri göz ardı edildi. Rüzgar ve su erozyonu için tedbir öngörülmüyor. Yani yüzlerce neredeyse, onlarca madde var.
Deştin Çevre Platformu eş sözcüsü Haluk Özsoy da davanın sonucunu şöyle değerlendirmiş: “Bu kararı bekliyorduk. Hatta geç bile verilmiş bir karar. Çünkü bütün oklar bizim doğruluğumuzu ve haklılığımızı gösteriyordu. Büyük kişiler 9/9 buraya olmaz dedi. Onlar ek rapor istediler. Ek rapor da yine 9/9 gelmiş. Sonra mahkeme, Tarım ve Orman Bakanlığı’na sordu. Bütün o soruların cevapları da bizim lehimize geldi. Yani karşı tarafın herhangi bir tutunabileceği dalı yoktu. Dolayısıyla böyle bir olumlu kararı bekliyorduk.”
Bundan sonra ne olacağı sorusuna da şöyle cevap vermiş:
“Çevre Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanlığı’nın yaptığı 1/100.000’lik planlarda proje alanı sanayi bölgesi olarak işaretlenmiş durumda. Dolayısıyla şimdi orada mücadele etmeye devam edeceğiz. O planlar iptal olana kadar devam edecek mücadelemiz. Şimdi oldukça ezici bir biçimde kazandık. Birlikte durmaya devam ettikçe, örgütlülük bozulmadıkça da attığımız her adımda da kazanacağımızdan eminim.”
Deştin ve bayır köylerinin önemli bir başarı kazandığını söyleyebiliriz. Başta Deştin olmak üzere Muğla'nın çeşitli bölgelerinden vatandaşlar Nisan ayında, Menteşe Belediyesi tarafından onay verilen bu entegre çimento fabrikası alanına malzeme taşıyan kamyonların yolunu keserek oturma eylemi yapmışlardı. Beş gün sürmüştü. Jandarmanın müdahalesiyle 11 kişinin gözaltına alınmasıyla son bulmuştu. Çok ciddi bir mücadele. Gözaltına alınan vatandaşlar aynı gün adli kontrol şartıyla akşama serbest bırakılmıştı. Ama baskında gözaltına alınanların yanı sıra eyleme destek veren toplam 110 kişi hakkında da “kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme ve bunların hareketlerine katılma” suçlamasıyla soruşturma açılmış. Yani her tarafta çok zorlu bir çevre mücadelesi veriliyor. Bu olumlu haberi verdik.
Y.S.: Genellikle Türkiye'de ÇED raporları aslında tam anlamıyla işlevini yitirmiş ve genellikle projelerin onaylanması için hazırlanan metinlere dönüşmüştü. Hatta şirketler bu ÇED raporlarını o kadar özensiz yapıyor ki hangi coğrafyada, hangi bölgede oldukları veya orada hangi ağacın olduğu, coğrafyanın nasıl bir yer olduğu dahi doğru düzgün ciddiye alınarak işlenmiyordu. Uzun süreden sonra ilk defa detaylı bir karar metni gördüm. Yani işi biraz ciddi yapınca aslında Türkiye'deki ÇED raporlarının %99’u aynı pozisyona, komik duruma düşüyor. Buradaki mahkeme heyetinin işi ciddiye almasının ve iyi bir savunma ve dolayısıyla iyi bir rapor, hukuki metin hazırlamasının ve o metnin çevre faktörlerine dayandırılmasının bir sonucunu görüyoruz. Umarız bundan sonra da Deştin için süreç bu şekilde olumlu devam eder.
Ö.M.: Akbelen'deki kazı çalışmaları için de akıbeti bilinmiyor demiş İkizköylüler. Dostumuz, avukat Arif Ali Cangın'ın İkizköylüler adına yaptığı başvuruda Akbelen'deki kazı çalışmalarını Muğla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’ne soruyorlar: “Dayanağı var mı?” diyorlar. Akbelen ormanı sahasındaki arkeolojik kazı işlemlerine ilişkin de bilgi istemişler. Ortaya bir takım antik duvar kalıntıları ve başka tarihi kalıntılar çıkmış. Onların da tescillendirilmesi isteniyor. Çünkü burası aynı zamanda antik yerler. Kazıların akıbeti bilinmiyor. Dayanağı var mı? Kapsamı nedir? Bu sorulara bir cevap gelmiş değil ama Jammerlar işlemeye devam ediyor. Yani çok önemli bir nokta bu.
Akbelen'deki İkizköylüler tarafından şirketin müdürlüğü önünde konuya ilişkin bir basın açıklaması yapılmıştı. Yine Yeşil Gazete’den görüyoruz:
“Akbelen'de tüm çalışmalarımıza, çabalarımıza rağmen ağaçların büyük çoğunluğu kesilmiş olsa da toprağımız, zeytinlerimiz, suyumuz, kültürel mirasımız için direnişimiz sürüyor. Şu an arkeolojik sondaj kazıları yapılıyor. Bunların akıbeti nedir? Bu kazıların sponsorluğunu kim üstlenmiş? Yine (eskiden olduğu gibi) YK Enerji, Limak, İçtaş... Yani Akbelen'e kıyan şirketler. Daha önce maden alanına çevrilen bölgede yapılan arkeolojik kazıların akıbeti ne durumda? Ne yazık ki bilinmiyor. Yeniden aynı yıkımı yaşamamak, madenin Akbelen'i geçmesini ve ilerlemesini durdurmak için yapılan arkeolojik kazılar hayati önemde.”
Daha önceki kurtarma kazılarında Karya, Bizans ve Roma dönemlerine ait arkeolojik sit alanları ilan edilebilecek bulgulara rastlandığı duyumlarını almıştık. Bu da belli değil. Yani sadece yıkıma yönelik bir durumdan bahsediyoruz. Yalnız Türkiye'yle ilgili değil durum.
Libya’yı kasırga vurdu
Bill McKibben’ın yazdığı Doğanın Sonu kitabının 34. yıldönümü bugün. Orada belirtilen sorunlar katmerli şekilde gelişiyor. Küresel iklim değişikliğinin ve müthiş yıkımların etkilerini görüyoruz. Libya'da akıl almaz bir kasırga var. Daniel Kasırgası daha önce Yunanistan'ı ve Türkiye'yi de vurmuştu. Şimdi de Libya'nın doğusunu vuruldu. Kırk yıldan beri görülmüş en yüksek yağıştı ve Libya'nın doğusunda en az 2 bin kişinin ölmüş olduğu ve 7 binden fazla insanın da kayıp olduğu söyleniyor. Dehşetengiz bir felaket Libya'da devam ediyor. İki baraj çökmüş. Daha önce Türkiye'de de tartışma konusu olan bir şeydi. Eski barajların giderek artan ani yağışlara dayanamayıp çöktüğü ve koca köyleri, kasabaları yerle bir ettiği gibi durumlar var. Bunların en önemlilerinden bir tanesi de Derne kentinin yok oluşu. 100 bin nüfuslu bir kentin, nüfusunun %5’i hatta 6’sı tamamen yok olmuş. Akıl durdurucu rakamlar veriliyor.
Y.S.: Hükümet başkanının verdiği bilgiler doğrultusunda haberlere yansımış. Ölü sayısının 2 bini geçtiği 7 bin kişinin de kayıp olduğu söyleniyor. Korkunç rakamlar! Artacağından da korkuluyor.
Ö.M.: Bingazi'deki Kızılay sorumluları “sadece 250 kişi öldü” diyorlar ama 2 bini aşmış olabileceğinden korkuluyor. Derne şehrinin tamamen kontrol dışı ve bir felaketin içinde olduğu söyleniyormuş. Bir generalin, The Guardian'da açıklaması vardı. 100 binlik nüfusun 5 ila 6 bininin kaybolduğunu söylenmiş. Yani toplam nüfusun %5’i hatta 6’sı boğulmuş kabul ediliyor. Hâlâ iklim değişikliği var mı yok diye tartışıyoruz.
Ö.Ö.: Bu kasırgada ilginç olan bir durum var. Bütün haberlerde Ege'de ortaya çıkan Daniel Kasırgası'nın Libya'ya döndüğü söyleniyor. Fakat bunun böyle olmadığını söyleyenler de var. Çünkü Ege'de yükselmiş ve kuzeye doğru giderek Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye'yi etkilemişti. Bunun çok daha fazla hızlanarak böyle geri dönmüş olması lazım. Ama Hava Forum sitesi birkaç gün öncesinde başka bir uyarı yapmıştı. Akdeniz'in ortasında bir Akdeniz kasırgasının oluştuğunu, giderek hızlanmakta olduğunu, Yunanistan ve Türkiye'ye gelmekte olduğunu söylüyordu. Gelirse çok şiddetli olacağını söylüyordu. Ardından dün “rotadan çıktı” diye bir paylaşım yapmış: “Hafta sonu beklenen Akdeniz Kasırgası'nın rotası Libya. Türkiye'ye gelmesi beklenmiyor. Metrekareye 250 kilogram yağış bırakacağı tahmin ediliyor.” demişler. Bu bahsettikleri kasırga döndü. Yani aslında Türkiye'yi de vurabilecek kadar güçlü bir kasırgayken Libya'yı vurmuş.
Ö.M.: Fakat tarihin gördüğü en büyük kasırgalardan bir tanesi ve bunların sıklığı da insanın dikkatini çekiyor. Dört büyük petrol limanının da Cumartesi akşamından itibaren kapatılması da ayrı bir durum. Ve sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerler var. Bingazi'de okullar üç günlüğüne tatil edilmiş. Sayılamayacak çoklukta felaketlerin peş peşe sıralandığı bir duruma geldik. Daha devamı var mı, yok mu, bitti mi?
Ö.Ö.: Bu bahsedilen kasırgaya Akdeniz Kasırgası deniyor, Daniel değil. En azından sitede böyle söylenmiş. “Aşağı doğru yöneldi” demiş ama bitip bitmediğini bilmiyorum.
Y.S.: Benim gördüğüm son haberlerde kasırganın Mısır'a doğru ilerlediği yazıyordu.
Ö.M.: Ben de öyle gördüm. Libya'ya ilaveten Mısır'dan da bahsediyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzeybatısında da hem kuraklık hem de kasırgalar var. Bill McKibben’ın 34 yıl önce kaleme aldığı ilk makaleden bu yana öngörülen her şey yaşanmaya devam ediyor maalesef. Üstelik artarak!
Y.S.: Ve şiddeti ve getirdiği ölüm de katmerlenerek artıyor. Görüntüler var. Dinleyicilerimizden fırsat bulurlarsa bir ara görüntülere de bir göz atmalarını isteyelim ki işin boyutlarını görebilsinler. Çünkü ne kadar anlatsak de eksik kalacak. Gerçekten korkunç görüntüler.
Ö.M.: Yunanistan'dakiler de öyle. Teselya bölgesinde kötü hava koşulları nedeniyle yeni göller açılmış. Bunları da konuşmaya devam edeceğiz.