Yavaşla - Geç Kal

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay, geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen Marmara Uluslararası Kent Forumu ve Açık Kapı Mimarlık Festivali hakkında bilgi verirken, aynı zamanda Adalar’daki bisiklet yarışına karşı ortaya çıkan 'Yavaşla - Geç Kal' temalı protesto üzerine de konuşuyor.

""
Yavaşla - Geç Kal
 

Yavaşla - Geç Kal

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolgay: Herkese merhaba, 62. Yayın Dönemi’ne girerken, Apaçık Radyomuzun tüm programcı dostlarına ve radyomuzun emekçi ekibine üretken ve ilham dolu yayınlar diliyoruz.

Ben Derya Tolgay, bugün Nevin yok, yollarda. Ben de uzaklardan, başka ada İngiltere’den Cambridge’den yayına bağlanıyorum.

Bildiğiniz gibi, Apaçık Radyo’nun tüm yayınları, dinleyicilerinin desteğiyle var oluyor. Bağımsızız çünkü siz varsınız. Sizin katkınız, sesimizin sürdürülebilmesini, farklı seslerin ve fikirlerin özgürce duyulabilmesini ve yeni bir dünyanın mümkün olabileceğine dair umudun devam etmesini sağlıyor. O nedenle desteklerinizi bizden esirgemeyin. Bugüne kadar verdiğiniz tüm destekler için de teşekkürler.

Dünya Mirası Adalar’ın da dokuzuncu yayın yılı başlıyor. Bu süreçte, yavaş yaşamdan, adaların dinginliğinden ve İstanbul’un hızına karşı direnen o özel Adalar ritmini dinleyicilerimize aktarmaya çalıştık ve çalışmaya da devam ediyoruz. ‘Yavaş’ ve ‘hızlı’ kavramlarının ne kadar göreceli olduğunu biliyoruz ama biz yavaşlamayı, bir durmak ya da geri çekilmek olarak değil; gezegen ve tüm canlılar için daha refah, daha kaliteli, daha derin ve anlamlı, daha sürdürülebilir bir yaşama kapı aralamak olarak görüyoruz.

Adaların bugüne kadar doğal dokusu nispeten korunmuş. Adalar, tarihi sürekliliğini hâlâ koruyan, kentsel dönüşümün ve betonlaşmanın henüz tamamen yutamadığı, yavaş yaşam kültürünü sürdürebilen ve İstanbul’un hızına, gürültüsüne, kaosuna karşı hâlâ huzur ve denge sunan yer. Dolayısıyla biz Adalar ‘Son İstanbul” diyoruz.

Programımızda bazen dünyaya, bazen Türkiye’nin kıyılarına, denizlerine, doğal ve kültürel miras alanlarına, komşu adalara ve diasporaya uzanıyor; sivil toplumun güçlenmesine, yerel savunucuların seslerini duyurmaya katkı sağlıyor; akademik, idarî, çevre, iklim krizi ve afetler gibi konulara değindiğimiz gibi, hayatı ve anılarıyla adalı simaları da radyomuza konuk ediyoruz.

Programımızın giriş müziğine dikkat ederseniz orada da bir yavaşlama hissedebiliyor musunuz? Çünkü biz o program giriş müziğini hazırlarken, İstanbul’un o telaşlı, hızlı yaşamından sıyrılıp; bir vapura binerek, denizin ritmine karışarak, martıların sesleriyle şehirden uzaklaşıyoruz ve sonunda Adalara vardığımızda yalnızca insan ve hayvan seslerinin duyulduğu o dinginliğe, o derin nefes alınan sessizliğe kavuşuyoruz. Ben o zamanlar tüm ses kayıtlarını sahadan kayıt almıştım ve sonra da prodüksiyonun maharetli ellerinde son haline geldi.

Programın sonunda duyulan bisiklet zincirinin seside aslında bu yolculuğun bir simgesi oldu. O zincir hızla dönen bir çarkın değil; dingin, sürdürülebilir bir yaşamın ritmiydi. O günlerde yani dokuz sene önce İstanbul’da Galataport ve Kabataş’ın kazıkları çakılıyordu. Geceleri bile süren o inşaat sesleri, İstanbul’un hemen her ilçesinden duyuluyordu yani şehir bir an bile susmuyordu. İşte İstanbul’un 39. ilçesi olan Adalar; bedenimizi, zihnimizi, ruhumuzu yavaşlatabileceğimiz hem doğal, hem de kültürel mirasıyla İstanbul’un son sığınaklarından biri ve bize bu yerin sesini duyurduğu için Apaçık Radyomuza bin şükran. 

Bugün bir kaç konuya değineceğiz;

1 – 3 Ekim 2025 tarihleri arasında İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen MARUF25 (Marmara Uluslararası Kent Forumu), Marmara Belediyeler Birliği tarafından iki yılda bir gerçekleştirilen uluslararası bir kent forumu olarak bu yıl da büyük ilgi gördü. Bu yılın teması, ‘Tüm Mümkünlerin Kıyısında’ idi. Biz de bu anlamlı etkinliğe davet edildik. Oturumda, Marmara ve Baltık Denizleri üzerine her iki denizde çalışmalar yürüten uzmanlar, ekosistemlerin mevcut durumunu, karşılaştıkları sorunları ve olası çözüm yollarını değerlendirdiler.

Moderatörlüğünü Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın yaptığı oturuma konuşması olarak Cambridge Üniversitesinden Araştırmacı Sera Tolgay, Finlandiya’dan HELCOM Biyoçeşitlilik, Koruma ve Restorasyon Çalışma Grubu Başkanı Lasse Kurvien ve TÜBİTAK MAM'dan araştırmacı Fatma Bayram katıldı.

Aynı zamanda Dünya Mirası Adalar’ın da üyesi National Geographic kaşifi olan Sera Tolgay, bir çok kişi kurum ve sivil inisiyatifin katkıları ile hazırladığı 'Marmara Denizi ve Havzası Restorasyon Raporu”nu sunarak, 2030 yılına kadar Marmara Denizi’nin ve havzasının en az %30’unun korunmasını hedefleyen çalışmayı paylaştı. Daha önce de bu konuyu programda konuşmuştuk; rapora ve kitapçığa dijital olarak bu adresten ulaşabilirsiniz.

Finlandiya’dan HELCOM Biyoçeşitlilik, Koruma ve Restorasyon Çalışma Grubu Başkanı Lasse Kurvien, bir zamanlar canlılarla dolu Baltık Denizi’nde yaptıkları çalışmaları paylaşırken, bugün nefes almakta zorlanan, aşırı kirlilik, oksijensiz derin sular ve azalan balık türleri ve Baltık Denizi’nin sessiz çığlığını anlattı. Kurvien, doğanın da hâlâ direniyor olduğunu ve doğru adımlarla denizi yeniden canlandırmanın mümkün olduğunu belirtirken, konuşmada Baltık Denizi’nin Marmara Denizi ile benzerlikleri de önemliydi.

TÜBİTAK MAM’dan araştırmacı Fatma Bayram ise TÜBİTAK olarak Marmara Denizi’nde yaptıkları çalışmaları aktardı.

Etkinliğin başladığı 1 Ekim’de, doğaya adanmış ömrüyle milyonlara ilham olan National Geographic kaşifi Dr. Jane Goodall’ın vefat haberini aldık. National Geographic kaşifi olan Sera Tolgay, sunumunun sonunda Jane Goodall’a duyduğu saygı ve minnettarlığı ifade ederek, konuşmasını Goodall’ın, ‘Hayatımı doğayla iç içe yaşayarak geçirdim ve bu dünyada tek bir aile olduğumuzu öğrendim. Hayvanlar bizim akrabalarımızdır, onlarla bu gezegeni paylaşmak bizim için büyük bir ayrıcalıktır’ sözleri ile bitirdi. Böylece Haliç Kongre Merkezi, doğayı korumak için farklı kuşaklardan iki National Geographic kaşifinin aynı amaçla buluştuğu yer oldu.

Biraz çoğumuza ilham olan primatolog, doğa korumacısı, dünyanın en tanınmış bilim insanlarından biri Jane Goodall’dan bahsetmek istiyorum. Kendisi National Geographic kaşifi ve National Geographic’in desteklediği gözlem ve belgesel çalışmalarıyla insanların ‘insan’ olarak gördüğü birçok özelliği paylaştığımız yakın kuzenlerimiz şempanzelerde de gözlemleyebileceğimizi bize gösterdi. 1960 yılında, genç yaşında Tanzanya’ya giderek, doğayla doğrudan ilişki kurup şempanzeleri uzun süre gözlemledi ve onların alet kullandıklarını, duygularını ve sosyal ilişkilerini belgeleyerek bilimin sınırlarını genişletti. O çalışmaları ‘My Life Among the Wild Chimpanzees’ adlı makaleyle National Geographic dergisinde yayımlandığında, milyonlarca insana bu sessiz dünyayı tanıttı. Goodall, bir bilim insanı olmanın yanı sıra 1977’de kurduğu Jane Goodall Enstitüsü ile doğa koruma, yerel halkla iş birliği ve çevresel eğitim projelerine odaklandı; ‘Roots & Shoots’ adlı gençlik programıyla dünyanın birçok ülkesinde gençleri çevreye duyarlı olmaya çağırdı. Bizler de onun bize miras bıraktığı umut ile daha yavaş, daha duyarlı ve daha yaşanabilir bir dünyanın mümkünlüğünü bilerek devam edeceğiz.

Jane Goodall’ın da yıllardır hatırlattığı gibi, yavaşlamak yalnızca yaşam temposunu düşürmek değil, dünyayı iyileştirmeye yönelik bilinçli bir seçim. Kendisi, “İklim değişikliğini yavaşlatabilmek için yoksulluğu ortadan kaldırmalıyız ve birçoğumuzun sürdürülemez yaşam biçimlerini değiştirmeliyiz,” diyor.

Şu anda elimizde çok kısa bir zaman penceresi var; eğer hep birlikte çalışırsak, bu gezegene verdiğimiz yaraların bir kısmını iyileştirmeye başlayabiliriz ve en azından iklim değişikliğini yavaşlatabiliriz

Jane Goodall, “Etrafındaki dünyayı etkilemeden tek bir gün bile geçiremezsin. Ne yaptığın bir fark yaratır ve sen, nasıl bir fark yaratmak istediğine karar vermelisin,” diyor. Evet, yavaşlamak, aynı zamanda hem insanlar, hem de gezegen için adaletli bir dünyanın da anahtarı. Her eylem, her ses, her yayın geleceği onarmanın bir parçası. Yeni yayın döneminde de inancımız aynı: Yavaşlamanın bir direniş biçimi olduğunu, yavaşlayarak iklim krizi mücadelesinde yol alacağımızı, hatta geleceğin ‘yavaşlamayı’ seçenlerin elinde şekillenmesinin mümkün olduğunu düşünüyoruz; İşte bu yüzden Adalar, İstanbul’un destansı güzelliği, kesintisiz tarihi ve %60’a yakın ormanlık alanlarıyla hâlâ huzur içinde ve yavaşlayarak yaşayabileceğiniz bir yer olarak bu inancımızın somut bir yansımasını oluşturuyor.

Şimdi bir ara verip, Jane Goodall’ın sevdiği bir parça olduğunu okuduğum Ennio Morricone’den “Gabriel’s Oboe” adlı çalışmasını dinleyelim. The Mission filminden hatırlarsınız, kendisi de bu eseri sevdiğini bir konuşmasında dolaylı biçimde belirtip, filmi çok etkileyici bulduğunu söylemiş yanlış hatırlamıyorsam.

Diğer bir konumuz ise Açık Kapı Mimarlık Festivali 2025. Gezilecek binalar belli oldu ve bunlardan biri de Büyükada’da.



Adanın Hafızası: İskeleden Yetimhaneye

Biz her sene Arkitera ve Unigen işbirliğiyle gerçekleştirdiğimiz Prens Adaları etkinliğini, bu yıl 14 Ekim Salı günü saat 13:50’de Büyükada İskelesi’nde başlıyoruz. İskelede buluşmanın ardından Splendid Palace, Anadolu Kulübü ve Taş Mektep gibi önemli ada yapıları üzerine konuşarak, Kadıyoran Yokuşu yani eski adıyla Hristos Yolu üzerinden Büyükada Rum Yetimhanesi’ne doğru bir yürüyüş gerçekleştirilecek.

Bu yılki yürüyüş, Dünya Mirası Adalar ekibinden Ada’nın geçmişi ve mimari dönüşümüne odaklanarak, Rum Yetimhanesi’nin tarihçesini, günümüzde bir kültürel miras alanı olarak korun(ama)ması konusundaki tartışmalarına odaklanacak olan Nilay Özlü, Adaların mimari aktörlerinden bahsederek, özellikle 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Büyükada’nın mimarlık mirasını anlatacak olan Zafer Akay ve Yetimhane’de yaşamış kişilerin anılarını yürüyüş güzergâhı boyunca aktaracak olan Seda Naniç Zeybek olacak.

Kayıt olmayı unutmayın ve ayrıntılara Dünya Mirası Adalar sosyal mecralardan ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Ayrıca Nilay Özlü ve Zafer Akay ile daha önce gerçekleştirdiğimiz bir çok programın podcastine de arşivimizden ulaşabilirsiniz.

Son olarak bir enerji içecek firmasının Adalarda gerçekleştirdiği bir bisiklet yarışından ve ona karşı yapılan protestodan bahsetmek istiyoruz.

Yarış, ‘Geç kalma’ sloganıyla lanse edilirken, ona karşı da Adalılardan bir grup ‘Yavaşla, Geç Kal’ sözünü kurdu, pankartlar yapıldı ve Adalılar doğal hakları olan protestolarını kullandılar.

Başta da belirttiğimiz gibi ‘yavaş’ ve ‘hızlı’ kavramlarının ne kadar göreceli olduğunu biliyoruz ve veteran bir sporcu olarak ben sporun önemini, kıymetini de bilerek kurmak istiyorum sözlerimi. Eski bir kayak yarışçısı olarak, bu firmanın Adalar’da düzenlediği ‘hız yarışları’ iyi niyetli bir spor etkinliği gibi görünse de ekolojik, kültürel ve toplumsal dengeyle çelişmektedir çünkü Adalar, Türkiye’nin tek yaya bölgesi statüsündeki ilçesidir.

Adalar, bir asırdır sokak dokusu değişmemiş; sessizliğin, doğanın ve yavaş yaşamın hâlâ nefes aldığı eşsiz bir yerdir. Çoçukların sokaklarda sek sek oynadığı; kedilerin, köpeklerin, kirpilerin sokaklarda sere serpe uzanıp gezdiği yerdir. Motorlu taşıtlara yasaklıdır ve yasal hız sınırı 20 km’dir. Aynı zamanda Avrupa’nın birçok çağdaş şehrinde şu an uygulanan yayalaştırılan şehir alanları ile yaşam tarzı olarak ilham olabilen doğal ve kültürel bir sit alanıdır. Bu nedenle dünyanın hızla tükenen kaynaklarına ve derinleşen iklim krizine karşı yavaşlamayı, düşünmeyi ve dengeyi savunuyor; protestolarımızda ‘geç kalma’ demek yerine ‘Yavaşla, Geç Kal’ diyoruz.

Bizim mesela bu firmaya bir önerimiz oldu; bir engel değil, bir vizyon oluşturmak istedik. Bu çağ artık hızın değil, bilincin çağıdır. Gerçek cesaret, frene basabilmekte; gerçek başarı, doğayla uyum içinde ilerleyebilmektedir.

Adalar’da hız yarışları düzenlemek yerine, gelin bu vizyonu tersine çevirelim, gelin ‘Yavaş Yaşam Yarışları’ düzenleyelim.

20 km hız sınırını aşmadan parkuru tamamlayan neden kazanan olmasın? Hızı kontrol edebilmek de müthiş bir irade ve kabiliyet gerektirir. Enerji verimliliği, sürdürülebilirlik, doğayla uyum kriterleriyle değerlendirilebilir; sporcular, geleceğin kahramanları olarak bu farkındalığı dünyaya gösterebilir. Bu sadece bir yarış değil; geleceği okuma ve dönüştürme vizyonu. İklim krizini tetikleyen her eğilimi tersine çevirmek mümkün.

Adalıların büyük bölümü Ada’da yaşamayı, yavaşlamayı durmak ya da geri çekilmek olarak değil; daha refah, daha kaliteli, daha derin, daha sürdürülebilir bir yaşamın kapısını aralamak olarak görüyor ve bu kıymetli yeri tüm İstanbullular için korumak istiyor. Doğal dokusu büyük ölçüde korunmuş, tarihi sürekliliğini hâlâ koruyan, kentsel dönüşümün ve betonlaşmanın henüz tamamen yutamadığı yavaş yaşam kültürün olduğu bir yer Adalar.

Programımızın sonuna geldik, vaktimiz yeterse Andrea’den ‘Birlikteyken daha güzeliz’ diyen Jack Johnson’dan “Better Together” adlı şarkısını çalmasını rica ediyoruz.

Haftaya Salı günü yeniden buluşmak üzere, evet, birlikteyken güzeliz. Bizi dinlediğiniz için teşekkür ederiz. Adalar hepimizin!