Ömer Madra'nın Şirin Payzın'la 23 Ağustos tarihinde T24 ekranlarında gerçekleşen mülakatı İklimAcil'de.
Söyleşinin tam metni ile beraber sunuyoruz.
Şirin Payzın’la “Ne Oluyor?”
T24, 23 Ağustos 2019,
Şirin Payzın: Merhaba T24 izleyicileri,Ömer Madra’yla birlikteyiz. Aslında siyasi gündemin yoğunluğu var ama aslında gündemde çok yer oluşturmasa bile son günlerde yeniden konuşmaya başladık iklim değişimini ve tabi ki yangınları. İzmir alev alev yandı öncesinde Muğla’da yangınlar vardı. Yine Türkiye’nin farklı yerlerde. Yetmedi Türkiye, Yunanistan yandı. Pek çok yerde bölgesel yangınlar görüyoruz ama bugün bütün dünyanın da manşetine çıkan Amazonlardaki yangınlar. Dolayısıyla bu yangınları kim çıkardı. Öyle mi oldu, böyle mi oldu derken bütün dünyayı saran bir yangından bahsediyorum Mecazi anlamda da bu böyle aslında. Çünkü çevre katliamı, küresel ısınma, akabinde Grönland tartışmaları vardı zaten bunu konuşuyorduk. Hemen öncesinde de Kazdağları’ndaki çevre felaketini konuşuyorduk. Şimdi isterseniz bu genel tablodan başlayalım. Programın adı “Ne oluyor?” Ben de size sorayım: ne oluyor?
Ömer Madra: Kutsal kitaplarda da belirtildiği şekilde, bir tarafta cehennem yangınları bir tarafta Nuh tufanı gibi bir tufan var. İkisi bir arada var. Bütün buzullar eriyor ama bir yandan da yangınlar var. Ve tabii çok önemli bir şey de var. Amazon yağmur ormanlarında görülmüş olan yangın tarihteki en büyük rekor seviyesine çıktı. Bu Amazonlar’da kalacak bir mesele değil. Ve giderek bütün rekorları kıracağa benziyor. Benziyor değil, bence öyle. Brezilya başta olmak üzere 4 veya 5 Latin Amerika ülkesinde olan ve dünyanın akciğerleri olarak tanımlanan ve haklı olarak böyle tanımlanan bir yağmur ormanından bahsediyoruz. Çok önemli bir şey var sadece orman ve bazı iddialara göre dünyanın oksijeninin beşte birini sağlamakla kalmıyor başka bir şey var: o da gerek su akıntıları vesilesiyle gerek hava akımları vesilesiyle bütün dünyanın iklimini ve hepimizin iklimini ilgilendiriyor. Amazon’da olan hiçbir şey sade Brezilya başta olmak üzere Amazon’u barındıran diğer Latin Amerika ülkelerinde, yani Kolombiya’da, Bolivya’da, Ekvador’da filan kalamaz ve bütün hepimizi korkudan titretmesi ve bir an önce harekete geçirmesi gereken birşey. Zaten Fransa Cumhurbaşkanı Macron da Fransa’da toplanan G7 zirvesinde: “Bu küresel bir krizdir. G7’de, burada ele almalıyız!” dedi. Brezilya Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro da onu aradı ve “hayır sen sömürgecisin” diye saçma sapan bir cevap verdi.
ŞP: Yani aslında dünyayı vuran savaşlar ve ekonomik krizler değil, iklim krizi daha şiddetli vuruyor diyorsunuz. Ocak ayından bu güne 72 bin 400 farklı yangın ormanı görmüş amazon ormanları. İnanılmaz bir rakam değil mi? Bugün de açıklamalar vardı: Futbol alanları büyüklüğünde devasa alanlar yanıyor ve dünyanın ciğeri yanıyor.
ÖM: Her dakikada 1 futbol alanı büyüklüğünde bir arazi gidiyor ve biyolojik çeşitlilik denen bir şey var, o gidiyor. Bütün doğa birbirine bağlı. Bütün hayat türleri birbiriyle bağlantılı ve bunun en zengin olduğu yer Amazon ormanları. Yani bundan daha büyük bir ekolojik çeşitliliği başka bir yerde bulamazsınız . Dünyadaki ilaçların ana kaynağı da burada. Ve insanlarla hiç temas haline gelmemiş yerliler yaşıyor. Onları da yok edecek ve bu biyolojik çeşitlilik hayatın temeli – bundan daha önemli bir şey olamaz.
Ş.P: Dünya basınını da takip ediyordum. Çeşitli nedenlerle ortaya konuluyor tabii. Aslında bütün yangın ormanları için söyleniyor. Mesela Amazon’lardaki yangınların oradaki hayvanların beslenmesi için ya da otlanması için açılan alan gösteriyor. Kimine göre madencilik bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi. Bilinçsiz maden alanları açmak. Siz nasıl görüyorsunuz? Dünyanın olmasa da Türkiye’nin ciğerleri olan Kazdağları’nda gördük. Burada insan faktörü mü önemli yoksa genel olarak bu dengesizlik mi bu yangınları beraberinde getiriyor?
Ö.M: Yani bizim uzun zamandan beri Açık Radyo’dan takip etmeye çalıştığımız birşey... Yaklaşık çeyrek yüzyıldır bu işi takip etmeye çalışan biri olarak naçizane söyleyebilirim ki çok uzun yıllar önce bir eylem sırasında açtığımız bir pankart tamamen geçerli bugün de: ‘İklimi Değil Sistemi Değiştir’ diye. Bütünüyle bir avuç şirketin, yani toplamda global 90 şirketin işi bu: nerdeyse hepsinin adını biliyoruz. Hatta hafif bir gayretle bunu 15’e bile indirebiliriz. Onların emrinde politikacılar. Bütün politikacılar da onların cebinden çıkıyor tabir caizse. Çok yeni bir haber geldi elimize. OpenDemocracy diye bildiğimiz bir site var Açık demokrasi adını taşıyor. İşteonun Brezilya’daki kolu önemli bir haber yapmış: Slaytlarla gösterilmiş. Bolsonaro hükümetinin çeşitli bakanlarının kendi aralarında konuşup nasıl bu ormanlardaki kaynakları şirketlere peşkeş çekebiliriz. Yerli kabileleri nasıl aradan çıkartırız, hatta yok ederiz, ve bütün bu ormanları kesip yakarak hem hayvancılık endüstrisi, hem kerestecilik endüstrisi, hem de –en önemlisi– petrol ve diğer madenler için alan açarız diye konuşmalar kamuoyuna sızdı.
Ş.P: Yani Macron’a siz kolonicisiniz diye konuşan kişi aslında kendisi global dev şirketleri ülkeye davet eden ve aracılık yapan kişi.
Ö.M: Aynen öeyle. “Yüzbaşı Elektrikli testere” lakaplı bir kişi Yüzbaşılıktan emekli birisi, tamamen faşist görüşlü ama dünyada çok ender rastladığımız biri insan tipi de değil. Eski başkanı çok büyük bir komployla devirdi ve hapse attırdı yargı organını kullanarak. Amazon yağmur ormanlarını çevreciler yakıyor dedi hiçbir kanıt göstermeden. Her dakikada bir futbol sahası büyüklüğünde bir alanın yanması, gerçekten dünyada olabilecek en büyük tehlike işaretlerinden biri. Ama bununla kalmıyor tabii. Yani yangınlara dönecek olursak şöyle diyelim: Dünyanın bir bölümü yanıyor, öbür bölümü de sular seller altında kalıyor. Bütün rekorlar kırıldı.
Bu konuda ayrıntılara geçmeden önce bir olgudan bahsedeyim izninizle: Açık Radyo’da “Açık Bilinç” diye bir programımız var. Orada programcımız Güven Güzeldere geçen Temmuz ayında ABD’ninYale üniversitesinde türler arası iletişim üzerine yapılmış bir sempozyumdan bir video gönderdi. Ne olup ne bittiğini bize hayvanların gözünden gösterebilmek için. Dünyada çok iyi “konuşan”, yani Amerikan işaret diline hakim olağanüstü bir dişi goril var: Koko. Paris’te 2015’te büyük iklim zirvesi olmadan önce “dünyada ne oluyor, nasıl gidiyor herşey sence, gidişat üzerinde senin görüşlerin nelerdir?” gibilerinden sorular soruyorlar ve Koko’da 1,5 dakikalık kısa bir videoda işaret diliyle gidişatı kendine göre özetliyor: Paris'teki 2015 İklim Zirvesi'ne bir video mesajı yollayan Koko, bakıcısı Dr. Penny Patterson'a göre, işaret diliyle katılımcı uluslara seslenerek şöyle diyor: “Ben, Koko. Gorilim. Doğayım. Çiçeğim. İnsanı seviyorum. Gezegeni seviyorum. Ama insan aptal. Koko üzgün. Koko ağlıyor. Gezegeni tamir etmek gerek. Zaman kalmadı. Dünyayı koruyun. Acele edin. Doğa sizi görüyor.”
Yani dişi goril Koko “doğa seni gözlüyor” diyor insana. “Aptal, aptal!” diye tekrarlıyor. “İnsan aptal!” diyor. Bunu “söyledikten” kısa süre sonra Koko vefat etti. Şimdi şunu ekleyeyim ben de: Her yer yanıyor. Kuzey Kutbunun yanıyor olduğunu birkaç sene önce bana birisi söyleseydi kesinlikle inanmazdım. Buzullarla kaplı bir yer ama bütünüyle yanıyor. Orada turba denen bitki çeşidi var ve için için yanıp duruyor.
Ş.P: Nedeni nedir? Küresel ısınma ve buzulların erimesinin ne gibi bir tetiklemesi oluyor?
Ö.M: Çok basit bir fizik kuralı. Dünyaya gelen güneş ışınları yeryüzünden tekrar uzaya yayılıyor. Ama eğer sera gazları denilen karbondiyoksit ve eşdeğerleri, özellikle kuzey bölgelerinde sürekli donmuş toprak tabakasının (permafrost) ısının artmasıyla çözülmesi yüzünden metan gazı çıkıyor. Permafrost denen sürekli donmuş tabakadaki fosiller matan salımına yol açıyorlar ve bu gazlar atmosferde yoğunlaşıp dünyayı bir battaniye gibi örtüyor. Ve gelen güneş ışınları uzaya geri dönmüyor. Isı birikiyor. Sera etkisi denmesinin sebebi o. Bunun çok temel bazı fizik kurallarıyla ilgisi var. Albedo denen bir etki var mesela. Beyaz yüzey her zaman güneş ışınlarını büyük ölçüde geri yansıtıyor. Küresel ısınma olmuyor. Fakat küresel ısınma başladığı zaman eriyen buz altında lacivert bir okyanus yada koyu renk kara parçası ortaya çıkıyor. Ve o yüzde 70 oranında güneş ışınlarını emiyor. Buna pozitif (artı) geri besleme mekanizması deniyor. Son yıllarda bu mekanizma muazzam hızlandı. Bu durumun başka bir şey konuşmaya imkân vermeyecek kadar vahim bir hal aldığını görüyoruz: İşte Amazon’da olan birşeyin hiçbir zaman Amazon’da kalmadığı, Kuzey kutbunda olan hiçbir şeyin de Kuzey kutbunda kalmadığı, çok uzaklardaki bölgelerde de feci etkileri olduğu görülüyor.. .
Ş.P: Şimdi ben de onu soracaktım. Canım beni ne ilgilendirir küresel ısınma ben buradaki hayatıma bakarım belki bunu söyleyebilirsiniz. Bir vatandaşın çok sıkıcı bulduğu, belki ilgilenmediği bir haber bile neden aslında hepimizin hayatının ortasında olmak zorunda kalıyor?
Ö.M: Sebepleri saymakla bitmez ama en önemlilerinden bir tanesi, gıda sorunu: Aç kalacağız. Düpedüz açlıktan kırılacağız. Olağanüstü sayıda rapor ve yeni bilgi ortaya çıkıyor bu konuda. Hatta yeni bir kitap çıktı. Krizin daha önceki tahminlerin çok daha üstüne çıktığı, daha önceki tahminlerin yetersiz kaldığı üzerine. Denizlerin okyanusların ısınmasıyla ilgili açık kova sistemiyle yapılan ölçüm aletleri yetmedi ve 1990’lardan itibaren çok daha yeni bilimsel ölçüm ve deneyler yapmaya başladık. Şamandıralar filan... Ve gördük ki okyanusların bozulması sandığımızın çok daha ötesinde. Deniz seviyeleri beklenmedik hızla yükseliyor. Bütün dünya sahil şehirlerinin sular altında kalması kesinlikle söz konusu. New York dahil. Bunları 2100’e kadar görmemiz mümkün. Bunun engellenmesi lazım. Kara buzullarının erimesi suların yükselmesine neden oluyor. Bu yalnızca şehrin tamamen sular altında kalması gibi bir durum akla getirmesin. Önce bütün alt yapı sistemlerini mahvedecek tabii sular. Kanalizasyon olmayınca, elektrik sistemi, ulaşım sistemleri çalışmayınca ne yapacaksınız? Bütün metropoller için bu böyle. New York, Florida, İstanbul, İzmir.
Ş.P: Bir taraftan orman yangınları ve su baskınlarıyla uğraşırken mesela Hindistan da müthiş kuraklık ve kuraklık nedeniyle de göçler var. Bunu görmüyoruz ama şehir nüfusları kadar insanlar bir yerden bir yere göçüyorlar. Çünkü susuzluk ortaya çıktı.
Ö.M: Evet, kuraklık! Mesela ben Çin için size çok yeni bir araştırmadan söz edebilirim. Kuzey Çin vadisi denen bir yerde yaklaşık 150 milyon insan yaşıyor. Ve 2050’ye kadar bölgenin susuz kalması söz konusu. Susuzluk yalnızca içecek su bulamamak değil tabii: sulama yapamayınca yiyecek üretemeyecek ve açlık başgösterecek.
Ş.P: Peki ne olacak? Bir taraftan dünyanın gidişatı hakkında ciddi endişeler varken diğer taraftan ümitlendiren bir olay, özellikle gençler arasında yükselen iklim aktivistliği. Yani siz Türkiye’de bu işin yıllardır ısrarla öncülüğünü yaptınız. Açık Radyo’nun tutumu böyleydi. Siz bireysel çabalarınızla bunu zorla anlatmaya çalıştınız. Baktığınız zaman iklim aktivistliği görmeye başladık, konferanslar görmeye başladık. Koca koca şirketlere ve devletlere kafa tutan ve küçücük te olsa bir grup görmeye başladık .
Ö.M: Şimdi geçerken Şu anda koskoca Alaska ormanları olduğu gibi yanıyor. Ortalamaların çok üzerinde sayıda ve şiddette yangın var. Alaska olduğu gibi İspanya’da Kanarya adaları: Gran Canaria adasında 8 bin-9 bin kişi -turistleri saymıyorum- oranın insanları boşaltılmak zorunda kaldı. Ve Grönland’da 5,5 milyon hektarlık bir buz erimesi oldu!
Ş.P: Trump’ın Grönland’ı satın almak istemesinin bir mantığı var. Sizin en başta söylediğiniz petrol . Petrol arama. Global şirketlerin arsız ve bitmek tükenmek bilmez tavırları petrol arama, gaz arama, altın arama, maden arama... Afrika’ya gittiğimizde değerli taş arama. Yani laf olsun diye bakıp geçilemeyecek kadar ciddi bir durum teşkil ediyor.
Ö.M.: Bir bu var, bir de plastik kirlenmesi var. Olağanüstü korkunçlukta.Ve sadece pipetlerden, bir kullanıp atılacak naylon torbalardan ibaret değil: mikroplastik denen maddeler dağılıyor. Okyanuslar bitmiş durumda. Hakikatten dünyanın 3/2 sini oluşturan okyanuslarda giderek canlı çeşitliliği bulmak zor hale geliyor. Çünkü midelerinden 25 cm’lik plastik çıkan su hayvanları var ve bu da petrole, fosil yakıtlara bağlı, çünkü plastik onların yan ürünü. Yani yaşayış tarzımızı değiştirmemiz gerekiyor. Asıl sorun fosil yakıtlarda. Kömür başta olmak üzere petrol ve doğal gazı olduğu gibi yerin altında bırakmak zorundayız.
Ve rekorlar kırılıyor üstüste. Biraz da ondan bahsedeyim isterseniz. Kayıtlara geçmiş en sıcak yazı geçirmişiz. Haziran en sıcak Haziran oldu, Temmuz ise gelmiş geçmiş en sıcak ay, yani bütün dünyanın tarihte gördüğü en sıcak ay oldu. Fransa, Almanya, Britanya, Belçika ve Hollanda, kuzey Avrupa ülkeleri gelmiş geçmiş en sıcak günlerini geçirdi. Fransa’da 46 derece! İnsan inanamıyor. Ve Amerika kıtasında Küba, Asya’da Vietnam, Afrika’da Togo ve Güney Asyada Reunion adaları sıcaklık rekorlarını kırdılar. 350 org’un kurucusu çok yakından ilişkide olduğumuz, dostumuz aktivist ve yazar Bill McKibben 30 yıl sonra iklim krizi konusundaki ikinci kitabı yazdı. “Sendelemek: İnsanlık Kendi Oyununun Sonuna mı Geldi?” diye müthiş ilginç bir kitap yazdı.
Bill McKibben bu korkunç sıcakların iki bakımdan tehlike arz ettiğini söylüyor. Birincisi şu: bu sıcaklıklar gezegenin canına okuyor. İkincisi, sıcaklar öylesine yaygın ve sıradan hale geliyor ki bu, insanların umudu kesmesine ya da hararet artışı haberlerini kanıksamasına neden oluyor. İnsanlar diyor ki: Yine mi sıcaklık? Yeter yahu. Yani, sürekli yangın yangın, sel sel haberleri vb hararetin kendisi kadar yiyip bitirici oluyor. McKibben böyle diyor. Ama bu duyarsızlık tam da en yanlış zamana denk geldi. İşte şimdi en korkunç sıcaklıkların yaşandığı dönemde “aman, bana ne!” filan diyemeyiz. Öte yandan, bir de çok önemli haber var: çok önemli bir gelişme oldu: Yenilenebilir enerji, özellikle güneş enerjisinde maliyetler 10 yılda % 90 düştü. Rüzgâr türbinlerinde de gelişmeler var.… Yani bu kadar ucuzlamışken insanlığın neden topyekûn güneş enerjisi kullanmaya geçmediğini insan merak ediyor: Yenilenebiri enerjiye hızla geçilmemesinde kimlerin etkisi, kimlerin kâr saikleri rol oynuyor diye düşünmeden edemiyor.
Ş.P: Türkiye’de de müthiş bir ilgi oluşmaya başladı. Ama tabii her şeyi öyle yaptığımız gibi bunu da plansız programsız, kontrolsüz yapmaya başladığımız için, ne oldu? İnsanların tarlalarının ortasından yollar açıp, istimlak edip gördükleri her tepenin başına pervaneler ya da rüzgâr gülleri koymaya başladılar. Bu sefer oradaki köylüler ayaklanmaya başladı. Şirketler de kestikleri ağaçları, açtıkları yolları o şekilde bıraktılar, molozları gittiler başka yere bıraktılar. Derken rüzgâr enerjisine karşı büyük bir direnç ve protestolar başladı. Yani bir de böyle bir tarafı var. Buna ne dersiniz? Bu dünyada da böyle şeyler oluyor.
Ö.M.: Yani tabii çok doğru söylüyorsunuz. Halkın iradesi hiçe sayılıyor. Temiz, yenilenebilir enerjiden yana bir siyasi irade olsa, bunlar olmayacak. O zaman, işe girişmeden önce halka danışacaksınız. Basit bir konu ama zor oluyor. Bütün dünyayı kurtaracak olan tek şey var, bunu kavramamız lazım. Bizi de, sizi de, köylüleri de, bütün dünyayı… Fosil yakıtlardan vazgeçip , rüzgâr türbinlerini ve güneş enerjisi panellerini kullanmak. Yer mi yok Konya Ovası’nda? Güneş mi yok? Bir iklimciyle konuşmuştum Danimarkalı – yıllar önce, radyoyu ziyaret etmişti. Ona sormuştum. Nasıl rüzgâr enerjisini yapıyorsunuz diye. “Asıl siz nasıl yapmıyorsunuz?” diye sordu. Türkiye, rüzgârı da Danimarka’dan fazla olan, üstelik de güneşi dünyada en fazla olan ülkelerden biri. Ama yapılamıyor… Neden? Çünkü siyasi irade eksik. İklim değişikliğinde mücadelede dev adımlar atabileceğimiz açıktı ama siyasi irade olması lazım. Mesel, bunu nasıl yaratacağız?
İşte o zaman, goril Koko’dan sonra ikinci bir hanımdan bahsetmemiz gerekiyor. O da Rosa Luxemburg. Genel grev taktiğini icat eden insanlardan biri. Çok istisnai bir karakter: Direnişçi, hem de en zor zamanlarda… 19. yüzyıl sonu Almanya’sında hem kadın olmak gibi müthiş bir dezavantajı var hem de komünist olmak gibi bir dezavantajı var, hem de Yahudi olmak gibi bir dezavantajı var. O günler için kadın olmak da büyük sorun. 1800’lerin sonundan, 1900’lerin başlarından bahsediyoruz.. Üstüne üstlük, sakat bir kadın. Ama işte günümüze ışık tutan bir kadın. Direnmek ve halkın taban hareketini gerçekleştirecek şey burada. Küresel genel greve gidersek bütün bu dezavantajları giderebilir siyasi irade yaratılmasına katkıda bulunabiliriz.
Birleşmiş Milletler genel sekreteri António Guterres açıkça söyledi: insanlığın en büyük tehdidi olan iklim krizi içindeyiz. Bunun önüne geçebilmek için bütün dünya milletleri bir araya gelmeliyiz. Yani bunu söyleyen de dünya milletlerinin biricik örgütünün baş yöneticisi. BM’nin New York’taki genel merkezinde bir haftalık bir iklim zirvesi var. Bu kriz meselesi ele alınacak. Dünya liderleri de gelecek. Onlara meselenin aciliyetini duyurmanın tam zamanı ve yeri! Ona karşı da dünyadaki bir üçüncü kadından bahsedebiliriz şimdi. Kadın diyebilirsek ona.Gruta Thunberg diye İsveçli 15 yaşında bir öğrenci kız. Geçen sene, 14 yaşındayken dünyada tek başına iklim grevine başladı. İsveç Parlamentosu önünde. Geçen 20 Ağustos’ta bundan tam bir yıl önce. Fotoğrafta görüldüğü gibi… Şimdi kendisi Atlantik okyanusunda sıfır karbon salımı yapan, yani hiç mazot petrol, vs fosil yakıt kullanmayan, doğada görüldüğü gibi kendi enerjisini kendi üreten bir sistemle çalışan yelkenli teknede BM zirvesine katılmak üzere New York’a yelken açmış.… Malizia 2 adlı teknede. BM’de gidip bir konuşma yapacak. Sonra bütün dünya milletlerinden iklim aktivistleriyle genel greve katılacak. Greta’nin tek başına başladığı bu eylem şu an bir buçuk milyondan fazla çocukla dünyanın dört bir yanında devam ediyor. 20 – 27 Eylül tarihlerinde çok büyük eylemler olacak.
Ş.P : Neredeyse rol model haline geldi gençler için… Hani mesela şöyle diyebilir miyiz? 68 kuşağında nasıl bir politik nedenlerde sokağa çıkış vardı değil mi? Liberalizm için, açık fikirlilik için, sisteme karşı çıkmak için. Bugün de gençler yavaş yavaş aslında iklim için kadın hakları, hayvan hakları için sokağa çıkıyorlar. Bu üç mesele önemli hale geldi ve temelini gençler oluşturuyor. Ve genç bir kız olması da çok önemli.
Birçok eleştiriye de maruz kaldı bu kız.
Ş.P :Ne gibi bir eleştiriye maruz kalmış olabilir ki bu kız?
Ö.M: Mesela Brezilya’da falan sakat denildi. Avustralyalı bir köşe yazarı bu kız için kafadan sakat bu dedi. Avustralya’nın en sağcı Murdoch imparatorluğu tabii. Yani kömüre dayalı, dünyanın en kötü iklim yöneticileri olduğu yer Avustralya tabii medeni gibi gözüküyor ama alakası yok. Adani adlı Hintli dev bir kömür şirketinin kârları peşinde ülkeyi kömür ihracatçısı olarak pompalıyorlar. Bu kafadan sakat kızı kim dinleyecek falan diyorlar. Asperger sendromu var. “Ama bu benim için büyük bir avantajdır, güç kaynağıdır” diyor Greta da.
Ş.P: Ben bile bunu söyledim. İşte babası hikâyesini satmak için şirketlerden para almış. Bunlar konuşulan şeyler. Ama zaten sivil aktivistler mutlaka bir kulp takılmıyor mu? Ya terörist oluyorlar, ya parayla satın alınmış oluyorlar.
Ö.M.: Çok doğru bir soru. Ama Greta işte o şirketler için çok büyük tehlike oluşturuyor. Zaten Greta’nın kendisi de söyledi. OPEC yani petrol ihraç eden ülkeler örgütü, dünyanın en güçlü ve zengin örgütü sayılabilir, işte onun genel sekreteri, “Greta bizim en büyük düşmanımız. Bizi mahvetmek isteyen bir kadın, kârlarımızı engellemeye kalkıyor, o bizim düşmanımız!” dedi. Greta da hemen twit attı ve cevap verdi: “Çok memnum oldum. Evet. Verdiğiniz cevaplar, bizim ne kadar etkili olduğumuzu gösteriyor, bizi tehdit olarak görüyorsunuz, bu da iyi birşey” dedi.
Onun çoğu insandan daha keskin, net bir bakışı var. Asperger sendromlulara yalan söylenemiyor. Böyle bir özellikleri var. Siyah beyazdan ibaret gördüklerinden bahsediyor Greta. Ama bu bir hastalık, ya da kötü birşey değil. Hiç Kimse Dünyayı Değiştiremeyecek Kadar Küçük Değildir başlıklı küçük ama etkili bir kitabı var. Bir tane de ailesiyle ilişkili kitabı var. Aslında şunu söylüyor Greta: “Bizi yalnız bırakamazsınız” diyor. “Büyüklerin biz kendi geleceğimizi yaşayacağız, sizse kendi geleceğinizi yaşayamayacaksınız” demesine karşı çıkıyor. Bir reklam yapayım: Açık Radyo’da Ümit Şahinle birlikte on yıldır yaptığımız bir program var “Açık Yeşil” diye. Onun birinci cildini yayınladık Can Yayınları’ndan çıktı. Alt başlığı:“Teorisi ve pratiği ile bir ekoloji rehberi”. İşte bu kitabın girişinde Greta’yla yaptığımız bir söyleşi de var. Katowiçe’de BM İklim zirvesinde Ümit Şahin yaptı bu mülakatı. Her şeyi bu kısa söyleşide de çok net anlatıyor. Çocukların öncülüğü konusunu da tuhaf bir şekilde 2015’te New York’taki büyük bir iklim zirvesine katıldığımda keşfetmiştim. Orada ilk defa çocukların nelere kaadir olacağını büyük bir hayret ve sevinçle görmüştüm. Birinin elinde bir pankart vardı mesela: “Biz büyüyünce de yaşamak istiyoruz” diyorlardı. Yani müthiş esprili ve keskin bir şey. Greta’nın geleceği daha oralardan belliydi. Şimdi bir buçuk milyon çocuk var dünya grevine giden. Tarihin en büyük iklim eylemi, kitle hareketi olabilir bu.
Ş.P: Şimdi yani biraz önce siz söylerken benim aklıma başka bir şey geldi. Siz demiştiniz ki çok kötü bir zamana geldi. Dünya yanıyor, aynı zamanda buzullar eriyor. Aynı zamanda tufanlar oluyor ve aynı zamanda işte bu kötü zamanlama bir de üstüne üstlük popülist dünya liderleri, paradan başka bir şey düşünmeyen liderlerin dünyayı yönettiği bir dönemden geçiyor olması çok zorlaştırıyor bu durumu. Şimdi siz bunları anlatınca izleyenlerimiz, dinleyenlerimiz diyecek ki bir milyon çocuk eylem yapıyor, ee? Kim bu global şirketleri yenebilecek, ee? Ne değişecek ki sokaklara çıksak? Öyle mi gerçekten? Sokağa çıkmak çok şey ifade eder mi sizce de?
Hayati soru bu. Yani Rosa Luxemburg’un söyledikleri bu anlamda boşuna değildi. Sadece taban hareketiyle siyasi iktidarları, kuvvet merkezlerini etkilemenin mümkün olduğunu, genel grevin teorisiyle birleştiriyordu o. Aslında sizin programda Türkiye’de ki Greta’lardan bahsetsek ya da onları programa konuk alsanız ne iyi olur. Atlas Sarrafoğlu var mesela, 12 yaşında. Müthiş çalışmalar yapıyorlar. Şimdi mesela Brezilya Konsolosluğu’nun önünde eylemdelerdi. Bo yağrur ormanı yangınlarını çıkarıyor diye hükümeti eleştiren. Büyük bir hareket var. Benim kendi memleketim Ayvalık’ta greve giden kız çocukları var mesela Ege ile Gökçe gibi. Şu an 20 Eylül’e odaklanmış durumdayız artık yani. Bir yıl sonra çocuklar şimdi yeni bir hareket yapıyor. Yetişkinlerden, büyüklerden kendilerine katılmalarını istiyorlar. Her yaştan insanın katıldığı ilk iklim grevi 20 Eylül’de yapılacak. Dünyanın gördüğü en büyük iklim eylemi olabilir.
Ş.P : Nasıl bir şey olacak sizce? Nasıl bir grev nasıl katılım sağlanacak?
Ö.M.: Şöyle, bir kere takipte kalmak gerekiyor. “Çocuktan alın haberi ve takipte kalın!...” diye bitirdik bu kitabın önsözünü. Bazı ülkelerde genel grev 27 Eylül’de olacak, daha tam netleşmemiş o. Ama o günün bir saatinde insanlar işlerini bırakacak: kimi ağaç dikmeye gidecek. Öteki, protesto eylemlerine katılacak. Protesto eylemleri de büyük bir çeşitlilik gösteriyor – hangi coğrafyada bulunduğunuza bağlı olarak. Mesela işte gezegenin farklı yerlerinde kimi insanlar petrol boru hatlarının, doğalgaz boru hatlarının – doğalgaz demekten de hoşlanmıyorum. Gaz işte yani fosil yakıt – önünde oturacaklar. Kimileri çalıştıkları kurumlardan fosil yakıt şirketlerine hisse senetlerine yapılan yatırımları geri çekmesini isteyecekler. Büyük petrol yatırımları var. Yatırımları geri çekme (divestment) kampanyaları sonunda trilyon dolarlık yatırımın geri çekilmesini sağladılar. Kimileri de Birleşmiş Milletler üye ülkelerinin karbon salımlarını azaltma taahhütlerini takip ediyorlar. Mesela Türkiye de Paris iklim anlaşmasını imzaladı ama meclisten geçirip onayını sağlamadı ve anlaşmaya teknik anlamda tüaraf olmadı. İmzacı kaldı. Kimi aktivistler de bunun devamının getirilmesini istiyorlar. Türkiye’nin dışında belli başlı devletler arasında bir tek İran, Irak ve Rusya kaldı Paris anlaşmasını onaylamayan. Onaylamak gerekiyor. Meclisten geçirmek. Ve Türkiye bunu yapmıyor ısrarla. Bunları da Atlas Sarrafoğlu bizzat bakana sordu. Telefonu da hatta elinden hafifçe çekerek. Genç aktivist 12 yaşındaki Atlas, “Siz Paris Antlaşması’nı biliyor musunuz?” dedi Orman bakanına. “Ben bir bakan olarak bütün anlaşmaları bilmek durumundayım dedi bakan da. Atlas, “Güzel” dedi. “O zaman Meclisten geçirilmesi ve onaylanması hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. Çok önemli bu taahhütler.
En sonunda bir de şunu söyleyeyim: Kimileri karbon vergisi konulmasını istiyor. Kimileri Yeşil Yeni Düzen (Green New Deal). Amerika Birleşik Devletleri’nde senatör Bernie Sanders ve başka genç kongre üyesi kadınlar var Alexandria Ocasio – Cortez (AOC) gibi. Onlar artık böyle II. Dünya Savaşı”nda Nazilere karşı girişilen seferberlik gibi böyle savaş hali havasına girilmesini istiyor artık. ABD İkinci Dünya Savaşı’na girerken nasıl bütün fabrikalarını değiştirdi, dünyayı Naziler’den kurtarmak için bütün endüstriyi değiştirdi. Şimdi aynını yapması gerekir diyorlar. Ünlü şefler aşçılar, oyuncular, sporcular, Hollywood yıldızları, hatta bazı zengin şirket yöneticileri de bu 20 Eylül genel grevine katılmaya herkesi davet ettiler.
Ş.P: Dünya’dan Türkiye’ye dönecek olursak. Çok ciddi bir problemle karşı karşıyayız. Sizlerle yayın öncesinde konuşuyorduk. İzmir yandı. İzmir’in hakikaten yaşadığı büyük bir olaydı. Hala biz Çevre Bakanı’nın uçak verelim mi vermeyelim mi? Türk Hava Kurumu yok CHP İle mi işbirliği yapıyor? Biz bunları konuşuyoruz ama 5 bin hektar alanın yandığını İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer açıkladı.
Ö.M.: Ona geçmeden bir tek şey daha söyleyelim izninizle: Brezilya devlet başkanı, yani o hileyle Başkan seçilmiş faşist Bolsonaro, orman yangınlarını Greenpeace’in adını vermeden, ama kesin onu kestederek “STK’lar yaktı!” demişti. Sonra ben öyle birşey demedim dedi. İşte Macron’a sömürgeci kafası bu dedi. Sonunda da bugünkü bir haberde “Amazonlar’daki yangınla mücadele edecek gücümüz yok” diyor. Yani ne diyeceğimi hakikaten bilemiyorum. Şimdi Türkiye’de orman bakanı da İzmir’de ki yangına geçersek – İzmir Karabağlar’daki üç gün süren yangında bütün o uçak tartışmalarını geçiyorum, uçak kullanılmaması falan – toplam yanan alan 500 hektar olarak ifade edildi. Bizzat orman bakanı tarafından. Fakat İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı “bizim yaptığımız tespitlere göre” diyor “5 bin hektar alanında bir ormanın yandığını gösteriyor” diyor. Bakanın söylediğinin 10 katı fazla yer yanmış! Bu 7 bin futbol sahasına tekabül ediyor benim hesabıma göre. Bana sorarsanız Türkiye açısından asrın skandallarından biridir. İzmir Belediye Başkanı Soyer de “İzmir’in gördüğü en büyük yangınlardan biri” diyor. Tam olarak ne kadar alan yandığı konusunda daha bir açıklama henüz görmedim. Tuhaf değil mi? Alaska’daki yangınlar hakkında da aynı şekilde, hiçbir açıklama yapmıyorlar yani.
Ş.P: Çünkü orada siyasi nedenler var. Siyasi güç devşirme üzerinden gittiği için tartışma politikacıların eline düştüğü için böyle oluyor. Kaz Dağları’nda Kanadalı şirketin açtığı büyük yarayı konuşuyoruz. Direniş devam ediyor. Size sorduğum soru. Aktivizm neyi değiştirebilir ki? Aslında Kaz Dağları’nda belki şu anda maden ocağını kapattıramadı ama… Bırakalım Karadeniz’de ki kadınların HES direnişlerinden, maden ocakları altınla siyanür aramaya yapılan direnişlere kadar en azından yeni nesli bilinçlendirmiş oluyorsunuz. Bu küresel iklim konusunda Türkiye’de kitlesel olarak yapılabilecek bir şey olacak mı?
Ö.M.: Bence olacak. Açık Radyo’da haftanın her günü beş dakikalık İklimAcil diye, bir programımız Eylül başında başlayacak. 20 Eylül’ü hedefleyen bütün haberleri vermeye çalışacağız. Sizinle tabii ve bu konudaki duyarlı medyayla paslaşmamız şart. Ben şöyle bitireyim isterseniz. 20 Eylül Dünya Genel Grevi paha biçilmez değerde. Tek bir iklim grevi, çözmez tabii iklim krizini. Ama öğrenciler nasıl yılmadılar bir senedir ve sebat ettiler. Yetişkinlerin de şimdi aynı direnci göstermeleri gerekiyor.
Değerli aktivist dostumuz yazar ve akademisyen Bill McKibben şöyle yazıyor: 20 Eylül grevi iki değerli ilkeyi içeriyor. Birincisi, iklim krizinin çözümü. İşler böyle gelmiş böyle gider anlayışının yıkılması. Yani her sabah yataktan kalkınca eskisi gibi davranmaya devam edemeyiz. Mesela sürekli et tüketerek olmaz. Yani hayvancılık endüstrisi muazzam bir iklim krizine yol açıyor. Bunun değişmesi gerekiyor. Bir acil durum halindeyiz biz. Tam bir kriz durumundayız: acil durum. Ama değişime dair hiçbir işaret yok. Ertesi gün yine eski hayatımıza devam ediyoruz. Yani yetişkinler iş bırakma eylemine katılımı bir dönüştürücü değişimin işareti olarak görmeliler.
İkinci ilke de şu: yetişkinler yetişkin gibi hareket etmeli. On beş yaşındaki çocuklara “onlar bu işe baksın biz bakamayız, uğraşamayız” diyemeyiz. McKibben yeni yazısını şu cümlelerle bitiriyor: “Umutsuzluğa kapıldığı için insanları hoş görebiliriz tabii ama kaçarlarsa onları hoş göremeyiz. Özellikle en umutsuz anlarda insanlar arasında dayanışma elzemdir. Şarttır. Bir çocuk yardım istiyorsa, ona yardım ederiz.”